Sorun sıralamasında hata
Neler oluyor hayatta derdik eskiden. Şimdi endişeyle neler oluyor güzel ülkemizde diyor ve (neler olmuyor ki…)diye de ekliyoruz.
Gerçekten akıl almaz işlere tanık oluyoruz yıllardır. Hergün sürprizlere uyanıyoruz, çok sık doğal afetlerle sarsılıyoruz. Hani afetin doğalına diyecek bir şeyimiz yok. Ama afetin yapayına söyleyecek çok lafımız var da, Silivri’nin tek kişilik hücreleri gelince aklımıza, dut yemiş bülbüle dönüyoruz. Hepimiz öyle değiliz elbette,(hakaret etmeden de eleştirme hakkımız) henüz elimizden alınmış değil. Buna dikkat ederseniz, yasalara ve kurallara uygun vuruşlar yaparsanız atış serbest…
Nereden başlayayım, hangi birini anlatayım? Ülkemde açlık, yoksulluk, geçim zorluğu zirveye tırmandı. Bizi yönetenler enflasyonun düştüğünü ve kalkınma hızının arttığını söyleseler de, gerçek yaşam fotoğrafı çok farklı. Yönetenle yönetilenler ayrı dünyalarda yaşıyorlar çünkü. Yönetenin bir eli yağda diğeri balda, ama yönetilenin büyük bir kısmı darda ve çok zorda. Yönetilen derdini anlatamıyor, Anayasal hakkını bile kullanamıyor, tepki gösteremiyor. Yürüyüş yapmaya kalksa copu yiyor kafasına, biber gazı sıkılıyor suratına ya da arkadan ters kelepçe bağlanıyor bileklerine. Gözaltına alınıyor, şansı yaver giderse adli kontrol şartıyla salıveriliyor, gitmezse tutuklanıp aylarca hakkındaki iddianamenin yazılmasını bekliyor hapiste.
Hırsızlar, namussuzlar, uğursuzlar, itler kol geziyor ortalıkta. Adli emanet büroları bile soyuluyor artık. Çeteler, yerli yabancı mafyalar, aramıza aldığımız sabıkalı mülteciler haraca kesiyorlar semtleri. Ali Yerlikaya ne derse desin (asayiş berkemal değil) suç iklimi çekirge sürüsü gibi suçlu yaratıyor yıllardır. Kadınlar öldürülüyor, kabadayılar sağa sola saldırıyor, okullarda kanlı bıçaklı olaylar yaşanıyor. Doktorlarımız saldırıya uğruyor, dövülüyor, yaralanıyor hatta öldürülüyor. Trafik cinayetleri akşamları dizi gibi yayınlanıyor televizyonlarda.
Televizyon dedim de, yaptıkları sorumsuz yayınlar ve dizilerle, halkı ve özellikle gençleri suça özendiriyorlar. Haberlere bakın hep kavga, gürültü, cinayet, soygun, gasp.. Hiç mi güzel bir şey olmuyor bu memlekette? Bazı programlar aile facialarını süsleyerek ahlak kurallarını da hiçe sayıp, milleti ekran bağımlısı haline getiriyorlar. Gece yarısı biten diziler, çalışan insanımızı tembelleştiriyor, uykusuz bırakıyor. Bu yüzden çalışan herkes işine yorgun başlıyor. Siyasi haberlere ve iktidarın işine gelmeyen yayınlara aslan kesilip ceza üstüne ceza yağdıran RTÜK, toplumu rahatsız eden, suça yönlendiren haber ve diziler karşısında süt dökmüş kediye dönüyor. Hep felaket, hep acı, hep gözyaşı dolu yayınlardan bıktı usandı millet. Artık moral verecek, yarınımıza umut aşılayacak programlara ihtiyaç var.
Geçim sıkıntısı çeken milyonlarca insanımız, kötü yönetim ve uyguladığımız kötü ekonomik politikamız yüzünden kapanan yüzlerce fabrika ve işyerinden de çıkarılıp işsiz kalıyor. Sanayii çöküyor, fabrikalar yurt dışına taşınıyor. Bu faiz ve giderek artan vergilerle üretim de, ihracat da iyice zorlaşıyor. Tarımı da sersemlettik. Çiftçi artık toprağını maliyet artışları nedeniyle ekmiyor. Köylü nüfusumuz giderek azaldı. Gençler tarıma sıcak bakmıyor. Hayvancılığımız ise can çekişiyor. Tarım üretimiyle kendi kendine yeten zengin bir ülkeyken, şimdi neredeyse milyarlarca dolar harcayıp yurt dışından getirttiğimiz gıdalarla besleniyoruz.
Milli eğitim politikamızı da arap saçına döndürdük. Üç katlı binalara bile yaptığımız ve ihtiyaç olup olmadığına bakmaksızın açtığımız Üniversitelerle öğünüyoruz. Önümüze geleni profesör yapıp bu Üniversitelere hoca diye atayınca, geçmişin ortaokul düzeyinde (yarı aydın) mezunlar yarattık. Öyle olunca çoğu iş bulamadı tabii ve (işsiz Üniversiteli)çoğunluğu saldık ortalığa. Ayrıca Türkiye’nin ihtiyacına göre değil, kafamıza göre her branşta kontenjan listeleri oluşturduk. Bu yüzden ihtiyacımız olmayan bölümlerden mezun olanlar ya işsiz kaldı yada devlette atanmayı bekledi yıllardır.
Herkes her önümüze ve siyasi çıkarımıza uygun yerlerde açtığımız üniversitelerde okumaya kalkarsa, olacağı budur işte. Türkiye’nin gereksiz ve iş bulması mümkün olmayan Üniversite mezunlarından çok, meslek lisesi ve sanat okulları mezunlarına ihtiyacı var. Siz İmam Hatip lise sayısını 1729’a çıkarır ve Fen lisesi sayısını 368’de dondurursanız, bulamadığımız meslek mensupları yerine, ihtiyacın çok üzerindeki din adamı sayısını daha da arttırırsınız.
Bütün bu yanlış uygulamaları düzelteceğimize, milletin sıkıntılarını hafifleteceğimize, dertlerini çözeceğimize, biz kalkmış Kürt meselesini tartışıp duruyoruz. Bunca hayati ve beka meselemiz varken, biz dış mihraklar tarafından tezgahlanan Kürt sorununu ilk sıraya oturtup, diğer sorunlarımızı unutturmaya ve koltuğa endeksli bir süreci yaşamaya zorlanıyoruz. Kürt ve kürtçülük konusunu sorumsuzca kaşımaya devam edersek, başımıza çok büyük belalar açarız. Sadece ikisini söylesem yeter herhalde. Lozan tehlikeye düşerse, kapitülasyonlar geri gelir. Montrö boğazlar sözleşmesi biterse, düşman savaş gemileri Karadeniz’e dolar. Böyle bir iklimde Türkiye, Amerika ile Rusya arasında ezilip durur. Bütün yollar Roma’ya değil,d ikkat edin Lozan’a çıkıyor. Benden söylemesi…


