YUKLENIYOR
30 Nisan 2024
Üye Girişi
Üye Girişi
×
Türk Vatandaşları Üye Olabilir
[Turkish CitizensCan Be Members Of]
Güvenlik Kodu:
Guvenlik
https://ikinciadamdukkan.com/product/cessur-demirali-gursu-adini-sen-koy-1/
https://ikinciadamdukkan.com/product/cessur-demirali-gursu-adini-sen-koy-1/
1 2 3
ANKET
Bu kullandığınız site kapatılsın mı?
CIP 0 - CRZ 0
Evet
111
Hayır
1081
Çekimser
10
Fikrim yok
11

Toplam Oy:1213

» AKLIN YENİ ZAFERİ..

AKLIN YENİ ZAFERİ.. - Serendip Altındal

Paylas
AKLIN YENİ ZAFERİ..
15 Nisan 2024, Pazartesi 14:13:12
12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto

AKLIN YENİ ZAFERİ..                      

 

            Ey! AKP’nin kuyruğunu hala tutmaya devam edenler; akıllanın artık, zira yakın bir gelecekte sizleri çok daha dayanılmaz günler bekliyor olacaktır. Evet yerel seçimler, düşündüğümüz ve olması gerektiği gibi de sonlandı. Balkon konuşmasında Erdoğan, yine her zamanki gibi esen rüzgâra göre çarklı, siyasi konuşmasını yaparak orsada kalmasını bildi. Cumhuriyet bayrağını taşıyan CHP, aslında çoktan olması gerektiği yerde, 85 milyon yurttaşın huzuruna tekrar çıkacağı sahnenin ışığını da yakmış oldu. İşte böyle dostlar, salt rantçılıkla olmuyormuş bu işler demek ki. Öyle ya; yoksa Homusaphien’e nasıl “insan denen akıllı bir canlı yaratıktır” denebilir ki? Çünkü seçmen, yani insan elbette, sadece havaya vaatler yollayanı değil; ama kendi aklıyla, daha güvenilir, beraberliğinde daha sorunsuz ve refahça yaşayabileceği bir adayı seçecektir kuşkusuz. Ve buna da bugün, pandomima değil; ama Demokratik, halkçı Cumhuriyet deniyor.

 

            Seçimlerin, bilhassa İBB Meclisinin de CHP’li ekseriyeti sağlamasıyla, İstanbul birlikteliğinde ve Türkiye’miz genelinde de ülkesel kalkınmayı deforme etmiş, sumen altına itmiş bir sistemden kurtulmak üzere, çok büyük bir kazanç olacağı asla yadsınamaz. Çünkü İstanbul, ülkenin kalkınmasında, vazgeçilemez en büyük etken ve kaynaktır. İnanıyorum ki İmamoğlu da en fazla bu duruma seviniyordur, diğer bütün vatandaşları gibi şüphesiz. Sonuçların geneline bakınca da görülen; Erdoğan’ın konuşmasındaki “dik duracağız; ama dikleşmeyeceğiz” – aslında diklenemeyeceğini de anlamış bir yüz- ifadesiyle, artık zart zurtla yol alamayacağını ki bunu açıkça ifade etmese de ‘halkın iradesi’ olduğunu, anlamış olduğudur. Çünkü taşlar yerini bulursa zafer, bulmazsa yerde kalır enkaz olur. Kısaca özetlersek; akıl taşları yerini bulunca, aşağıda eklerini okuduğunuz İstiklal Zaferine ve/veya 40 küsur yıl sonra kurucu CHP’nin yeni bir zaferine dönüşür. Ya da vs. vb.

 

            Bundan sonra, yapay Cumhurbaşkanlık gibi bir saçmalığı dışlayarak ve revize edilen Partisinin, öne alınacak genel seçimlerde, en azından bir koalisyon adayı olabilmesinin de uğraşını vereceği veya daha akıllı davranıp, dünyalığını yapmış bir siyasi olarak ülkeyi terk etmesi gerekir ki hakkında başlayacak adli işlemlerden kurtulabilsin. İttifak ortağı ve ülkenin bu duruma gelmesinde büyük katkısı olan ve kişisel ihtirası uğruna, kendi ülkesinin bile 22 yıldır kavurulmasına kömür atan Bahçeli ise, bundan sonra iki defa düşünmek zorundadır. Bir de CHP ve demokrat cumhuriyetçi diğer muhalefetin, genel seçimlerde olduğu gibi, Doğu ve Güneydoğu da neden kaybettiği ya da kaybettirildiği özenle(!) sorgulanmalıdır. Artık ilçe Başkanlıklarına kadar irtifa kaybetmiş bir AKP, yetinmek zorunda kaldıkları bazı ilçeler için bile manipülasyonlarını kesmediğine göre, durumlarının vahameti açıkça ortada ve sırıtmaktadır.  

 

            Şimdi artık kaybettikleri kalelere, kenar mahalle lağımlarından sızmaya çalışmaktadırlar. Dikleşmeyeceğiz diyen Erdoğan, böylece yine, muhalefetin kazandığı bazı seçimleri, hedef olan ilçelerde diklenerek ve yasa dışı da olsa, yeniden kazanmanın yollarını ararken, kendisini her zamanki gibi yine yadsımıştır. Ki bu kelimeyi aynı nedenle defalarca kullanmış ve de kullanmaktayım. Ne var ki gerçek olarak son 22 yıldır hep yaşadığımız ve genel resim değişinceye kadar da yaşayacağımız bu asosyal durumu, hala yadsıyarak sürdürüyorsak ve 22 yıldır da AKP belasından kurtulamayıp, birlikte geçen yılların kayıplarından hala fazla bir şey öğrenememişsek, demek ki revize edemiyoruz kendimizi. Oysa yerel seçimlerde yine tarihi bir emsal yarattık; ama yetmez, tamamı da gelmelidir. Şayet gelmezse, belki de takım halinde tedaviye muhtaç olmuşuzdur, kim bilir?

 

            Van ve Beykoz gibi seçim bölgelerinde, Belediye seçimlerini tekrarlamayarak, gerçek kazananlara mazbatalarının verilmesi, YSK’nın belki de gizli bir onayla, yeniden Demokrasiyi hatırlaması, muhtemelen Erdoğan’ın Demokrasiye çarklı; ama şartlı bir dönüşüm kararının da göstergesi olabilir muhtemelen. Yani şartlı bir erken seçim kararı, yakın bir sürede çıkabilir. Peki Erdoğan mı? O kendi mukadderatını bile, kabul edemeyen bir sona dönüştü artık. Bu arada Bahçeli denen büyük hazret yine saçmalamış ve “Cumhuriyet sandıkta kurulmadı” buyurmuş. Cumhuriyet, Kuvayı Milliyenin güvenlik korumalığını yaptığı halkın meclis sandığında kurulmadı da MHP kahvehanesinde mi kurulmuştu acaba? Ve Cumhur ittifakının iterek, dürterek, artık nihai “SON” dan başka da yere varamayacağını, hala anlayamadılar mı bu hazretler! Çünkü bu ittifakın yaşayabilmesi artık kaotik ve akıldışıdır, aklın zaferiyle de bu siyasi demans yok edilecek ve yeni bir akli düzene ister istemez dönülecektir.

 

            Şimdi gelelim size gençler! Önünüzde, Atatürk vesayetiyle bayrağınızı taşıyan emekli büyükleriniz hep olacak ki; yolunuzu asla kaybetmeyin. Çünkü tarih, dönem şahitlerinin eserlerinden veya yasal kopyalarından öğrenilir. Yoksa başkalarından duyarak veya anlamak istediğini anlamış olanların yazdıkları; eserler değil söylentilerdir sadece. Ve tarihleri yazmış ve yazacak olanlar ise, her daim, halkçı liderlere sahip olan milletlerdirBuna bir numaralı örnek de Türk milletidir, hiç şüphesiz.

 

            Rusya, Batılı emperyalistler tarafından sürekli provoke ediliyor. Yani bir şekilde tetiğe ilk basanın Rusya olması isteniyor. İyi de basmak zorunda kalırsa ne olacak. Dünyanın geri kalanı kimden hesap soracak. Vaktiyle Hitler Almanya’sı, milyonlarca insanın telef olmasını sağlayan ikinci Dünya Savaşını tetikledi de ne oldu. Kim hesap sordu? Şimdi bazı ademoğulları yine kaşınmaya başladılar. Yanız hiç unutulmasın ki bu defa Nükleer felaket, belki bütün Dünya insanlarının toptan kaderi olmayacaktır; ama Dünya insanlığının yeniden toparlanabilmesi için uzun yıllara ihtiyaç olacaktır. Bize gelince; nasıl olsa güncelimizden daha kötüsünü yaşamıyor oluruz! Ve belki de daha çabuk toparlarız kendimizi, kim bilir?

 

            Yeni bir umut ve coşkuyla kutlayarak, ağızınızda 22 yıldır ilk defa eriterek tadını aldığınız Bayram şekerlemelerinizi, bütün finansal zorluklarınıza rağmen afiyetle yerken, yakın gelecekte çok daha parlak günlere ulaşacağınız da bilgi alanınız dahilinde olsun. Sevgili okurlar, en sağlıklı ve özlenen yeni günlerin, uzatmasız yakınlarda sizinle olmasını, bütün kalbimle diliyor, herkese sağlık ve esenlikler temenni ediyorum.

                                                                                               Serendip Altındal

 

Ekler: HATIRATLARLA KARŞILAŞTIRILMALI NUTUK – İBB YAYINLARI

     

            Türkiye, İlke Olarak Süngüsüyle Kazanmış Olduğu ve Misak-ı Millî ’de Saptanmış Noktalara Uyan Sınırları Elde Ediyordu [...] 24 Temmuz günü, öğleden sonra, Lozan Katedrali’nin çanları barışın imzalanmış olduğunu ilan ediyordu. Bu barış yaklaşık beş yıldır süren ve süresinin uzunluğu bakımından tarihte bir benzeri bulunmayan mütarekeye son veriyordu. Asıl barış protokolüne, on sekiz ayrı sözleşme ve altı belge eklenmişti, bunlarla Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasından kalan her şeyin tasfiye edildiği kanısına varılmıştı.

Türkiye, ilke olarak süngüsüyle kazanmış olduğu ve Misak-ı Millî ‘de saptanmış noktalara uyan sınırları elde ediyordu. Sadece zengin petrol yataklarıyla birlikte Musul bölgesi hakkında bir karara varılmamıştı. İngiltere kurnazlık yaparak bu konuda Türkiye’yle doğrudan bir uzlaşmaya varmak hakkım saklı tutmuştu. [...]

                                                                                    Dagobert von Mikusch

 

 

Hasta Adamdan Bir Devlet Doğdu

 

Bunların hepsi de aynı şartlar yenilenmeye lüzum kalmaksızın beş sene sonra, yedi sene sonra son bulmuş, tarihe karışmıştır. Demek ki, Lozan Antlaşması’nın takıntıları ve eksiklikleri diye sayılabilecek bütün meseleler, zamanla temizlenmiş, tamamlanmıştır. Bu sebeple, Lozan Antlaşması, Türk siyasi hayatında başlı başına bir yer tutan millî bir eser halindedir. Lozan Antlaşması yeni bir Türk Devleti’nin kurulmasında temel unsur olan bir siyasi belge olmuştur. Bu millî devlet, tam manasıyla medeni ve bağımsız bir devletin bütün haklarına sahip olmuştur. Lozan Antlaşması bunları tespit eder ve kabul ettirir. Ne vakit kabul ettirir? Bir Dünya Savaşı’nda bütün dünya dört sene harp etmişken, Türkler dört sene daha fazlası ile sekiz sene harp ederek her taraftan işgal edilmiş olan memleketlerini silahla tekrar kurtardıktan sonra kabul ettirir. Müttefikler, asırlarca takip edilmiş olan siyasetten niçin vazgeçmiş olarak Lozan Antlaşması’nı kabul etmişlerdir? Türk Devleti hasta adamdan geliyordu. Bir İngiliz tarihçisinin dediğine göre, Osmanlı Devleti’nin kaldırılması fırsatı Avrupa’nın eline 1300 senesinden beri ancak iki defa geçmişti. İkinci fırsat, Millî Mücadele dediğimiz devrede zuhur etmiş ve Avrupa bundan faydalanamamıştır. Müttefiklerin Lozan Antlaşması’nı kabul etmeleri, ilkönce mecburiyetten gelmektedir.

Askerî vaziyet o halde idi ki, Misak-ı Millî ile ve Büyük Millet Meclisi’nin mücadele devri ile bizim tespit ettiğimiz temelleri reddetmek, nihayet yeni bir askerî harekete bağlı kalmıştır. Türkiye 15 seneden fazla süren iç ve dış seferlerden sonra, gerçekten barışa erişmek ihtiyacındaydı. Ama Avrupa da Birinci Cihan Harbi’nin kanlı fedakârlıklarından sonra, yeniden bir maceraya kolayca girecek yetenekte değildi.

                                                                                         İsmet İnönü

 

 

       Zühtü Bey (İktisatçı) “Her Şeyi Askerler Yapar” Dedi, Ayıpladım 24 TEMMUZ 1923 SALI Barışın imzalanması. Kurban Bayramı: Gazi dün İzmir’e gitmiş. Hacı Bayram Camii’nde selamlıkta Ali Fuat Paşa (İkinci Başkan) söyledi! İlim Heyeti’nden bir kişi ziyaretime geldi. Zühtü Bey (iktisatçı) “Her şeyi askerler yapar,” dedi. Ayıpladım. İsmail Hakkı Bey takdir etti. Afgan elçisi geldi. Rauf Bey, Fuat Paşalar da.

 

                                                                                               Kâzım Karabekir

 

Siz Olmasaydınız, Lozan’dan Cenazem Gelirdi Benim, Cenazem!

 

[...] Mustafa Kemal, İsmet Paşa’yı telgrafla kutladı: "Ülkeye bir simi yararlı hizmetlerden ibaret olan ömrünüzü bu tez de tarihi bir başarıyla taçlandırdınız.” Rauf Bey'in bir gün geç gönderdiği tebrikleri, daha isteksiz bir tondaydı. Kendisi adına hazırlanan telgrafı gördüğü zaman. “Bu müsveddede âdeta her işi yapan İsmet Paşammış gibi gösteriliyor. Biz, burada, bir şey yapmadık mı?” demişti.

Barışın imzalandığını haber vermek için Ali Fuat ile Rauf Bey. Çankaya'yı birlikte gitmişlerdi (...) Rauf Bey kısa ve heyecanlı bir konuşma yaparak bu başarının, başta Mustafa Kemal olmak üzere, Kâzım Karabekir. Ali Fuat ve Refet Paşaların eseri olduğunu söyledi. Kendisi de onlarla birlikte çalıştığı için mutluydu. "Ta Amasya’dan beri," diye açıkladı, İçimden elinizi öpmek geliyordu. Ama bu dileğimi açığa vuramıyordum. İzin verirseniz, elinizi şimdi öperek, her zaman İçimde olan bu duyguyu belirtmiş olayım.”

Gazi, böyle bir hareketin gereksiz olduğunu söyleyerek, elini vermedi, “Sizin ülkeye ettiğiniz hizmetler, bizimkinden aşağı kalmaz,” dedi. (...)

Rauf Bey’in gidişinden birkaç gün sonra, İsmet Paşa, konferanstaki arkadaşlarıyla birlikte Ankara’ya döndü; resmî olarak karşılandı, alkışlandı. Gazi, Çankaya’da şerefine bir ziyafet verdi. Yemekten önce, konferans üzerinde tartışmalar yapılırken, İsmet Paşa, Rauf Bey’le kabinenin kendisine çıkardıkları güçlüklerden duyduğu üzüntüyü belirtmekten kendini alamadı. Gazi’ye, “Karşılaştığım bütün güçlükleri yalnız siz çözdünüz, yardımıma koşup beni kurtardınız. Siz olmasaydınız. Lozan’dan cenazem gelirdi benim, cenazemi” dedi. (...)

                                                                                               Lord Kinross

O Halde Sen de Alçaksın!

 

        İsmet Paşa Lozan Antlaşmasının imzalanmasından sonra Ankara'ya dönmüştü. Bir gece Atatürk kendilerini ve Fethi Bey ile Nur Bey’i akşam yemeğine davet etmişlerdi. Hatırımda kaldığına göre davetliler arasında Latife Hanım ile öbürlerinin refikaları hanımlar da vardı. O akşam sofrada Kılıç Ali Bey’le ben de bulunuyordum. Üç dört kişilik bir saz takımı da mevcuttu. Bir aralık İsmet Paşa, Lozan'da meydana gelen tartışmalardaki zorluklardan ve çektiği sıkıntılardan bahsederek Rauf Bey den acı acı şikâyette bulundu;

“Yaptığım İşler hakkında kendisine bilgi veriyor ve buna karşılık hükümetin görüşünü anlamak istiyordum. Fakat o alçak Rauf yazdıklarıma cevap vermeyerek beni çok büyük azap ve ıstırap içinde bırakmıştı, “deyince Fethi Bey, Rauf Bey’in kabinesinde Milliye Vekili bulunduğu için Heyet-i Vekile'nin kararlarına katılmış bulunduğunu söyleyerek Rauf Beyi müdafaa etmek istedi. Buna karşı İsmet Paşa. “O halde sen de alçaksın!.. Eğer o sırada imdadıma Büyük Şefim yetişmemiş olsaydı buraya tabutum gelecekti. Siz bundan memnun mu olacaktınız?..” dediler. […]

                                                                             Salih Bozok

Yeni Bir İmtihan ve Nihayet Barış

               İkinci toplantı 23 Nisan’dan 24 Temmuz 1923’e kadar, yani uzunca bir zaman sürdü. Ama bu sefer çatışmalar, psikolojik tazyiklerden ve Türkiye’nin elini kolunu bağlamak gayretinden ziyade, bilhassa Fransızların ne koparabiliriz didinmeleri içinde geçti. Ama Ankara, İstanbul Hükümeti’nin yaptığı anlaşmaların hiçbirini tanımadığım daha 7 Haziran 1923’te kanunlaştırarak ilan etmişti (...)

                Özetle, temmuz başında bütün esas noktalarda mutabakata varıldı. Fakat imza safhasında İsmet Paşa’yı yeni ve daha çetin bir imtihan bekliyordu ve bu sefer direniş karşı taraftan değil, Ankara'dan, hükümetten geliyordu.

                Başvekil Rauf Bey’di. Lozan’da müzakereler bitmişti. Tasan hazırlanmıştı. İş imza safhasına gelmişti, İsmet Paşa hükümetten imza yetkisini istedi. Çünkü o güne kadar ve zaman zaman anlaşmazlıklar çıkmış olmakla beraber, işlerin gidişinden hükümet daima haberli kılınmıştı. Ama başvekille İsmet Paşa arasında, son aylarda gerginlik vardı. İsmet Paşa, başvekilin:

                * Lozan’a yapılacak tebliğleri geciktirdiği,

                * Hükümete yapılan müracaatlardan ve kendisine yapılan tebliğlerden devlet başkanını gereği gibi haberdar etmediği,

                * Başvekâlet ve Vekiller Heyeti’nce alınan kararların, daha kendisinin haberi olmadan Lozan’a ulaştığı ve etrafa duyurulduğu, kanısındaydı.

                [...] Ama İsmet Paşa bezgindir. Mesela daha 27 Mayıs tarihli uzun bir yazısının son cümlesi şudur:

                “Sulh meselesinin yüzde doksan beşi hallolunmuştur. Benden soma bu işi alacak kişi için güçlük sınırlı ve basittir.”

 

                Şu sözler de İsmet Paşa'nındır:

 

                “Ne kadar bezmiştim bazen. Lozan’daki son krizi hatırlarım. İmza edeceğiz. Fakat cevap alamıyoruz. Ankara cevap vermiyor. Bir ara büyük salondayız. Terasa açılan büyük bir camlı kapı var. Terasın altı uçurum ben bu kapının arkasına geçiyor, terasa yürüyorum. Arkadaşlar birden telaş ediyorlar...”

                Çünkü arkadaşların hatırına o buhranlı demde, korkunç bir ihtimal gelmiştir: Acaba Paşa?..

                Fakat İsmet Paşa daima şuna inanmıştır Sabreden, tahammül eden kazanacaktır…r...

Nihayet temmuz ortalarında konferans sona erdi. İmza safhasına geldi İsmet Paşa işte bu safhada Ankara’dan imza yetkisi istedi. Fakat asıl sıkıntı o zaman başlar. Karşı taraf ise Türk Delege Heyeti Başkanını imza masasına dav et etmektedir. Her dakika artan bir tedirginlikle Türk Delegesinin:

                “Buyurun efendiler, eserimizi imza edelim,” davetini bekler. Halbuki İsmet Paşa onlardan çok daha tedirgindir. Çünkü Ankara bir türlü uygunluk cevabım bildirmez. Bir gün geçer, iki gün geçer, hatta üç gün geçer. Rauf Bey’den cevap yoktur. Ankara inatçı, esrarlı, hatta korkunç bir sessizliğe bürünmüştür. Karşı taraf delegelerine karşı ise her an biraz daha sıkışır, hatta küçülür.

                “Nihayet 18 Temmuz’da bizzat Gazi’ye müracaat zorunda kalır. Yazısı sert olmaktan çok acı, şikâyetçi ve kırgındır:

                "Eğer hükümet, kabul ettiğimiz şeyin kesin reddinde ısrarcı ise, bunu bizim yapmaklığımıza imkân yoktur. Düşüne düşüne benim bulduğum yol, İstanbul’daki yabancı yüksek kimselere tebligat yapılır, imza yetkisini bizden almaktır. Bu hal gerçi bizim için dünya yüzünde görülmemiş bir skandal olur. Fakat vatanın yüksek menfaatleri, şahsi düşüncelerin üstünde olduğundan, Milli Hükümet, düşüncesini uygular. Hükümetten teşekkür beklemiyoruz. İşlerimizin muhasebesi, millete ve tarihe bırakılmıştır.”

                Hükümete gelince? Hükümet hâlâ kararsızdır. Öyle sanıyorum ki, Rauf Bey ve bazı arkadaşları, Lozan Antlaşmasının imza edilmesi emrini vererek, bu antlaşmanın sorumluluğunu kabul etmekten kaçınmışlardır. Yahut ileride bu anlaşmaya yükleneceklere karşı kendilerini korumak gibi, zayıf bir ruh hali içine düşmüşlerdir. Ne Gazi’ye ne İsmet Paşa’ya karşı kesin bir cephe alarak İsmet Paşa’nın Lozan’da varabildiği neticeleri açıkça reddetmek cesaretini de gösterememişlerdir. Bunun daha iyisini yapabilecekleri yolunda da kesin bir beyan veya teşebbüsleri olduğuna dair belgeler yoktur [...]

                Lozan'da ipler kopmak üzereydi Fakat İsmet Paşa’nın son dakikada bizzat Gazi’ye müracaatı, umduğu tesiri yaptı. Öyle anlaşılıyor ki, İsmet Paşa’nın, imza yetkisi vermeleri için hükümete yaptığı müracaatlar netice vermeyince, Başkumandan, hükümetin yapması lazım gelen tebliği bizzat yaparak ve hükümetin vermesi lazım gelen yetkiyi bizzat vererek hem İsmet Paşa’yı hem Lozan Antlaşmasını kurtardı. Bu, bir müdahaleydi. Büyük ve mesuliyetli bir müdahale… Çünkü aslında yetki ve bu vazife hükümetindi.

                Gazi’nin İsmet Paşa’ya tebliği şudur:

                “Lozan’da İsmet Paşa Hazretlerine,

18 Temmuz 1923 tarihli telgrafnamenizi aldım. Hiç kimsede tereddüt yoktur, kazandığınız başarıyı en sıcak ve samimi duygularımızla tebrik ederek, usulen imza edildiğinin bildirilmesini bekliyoruz kardeşim.”

                [...] Resmî bir emir ve tebliğden ziyade, dostça bir hava taşıyan bu telgraf, sekiz ay süren çetin, çekişmeli, hatta tehlikeli bir işin hem şerefli hem korkulu mücadelesini sona erdirdi. İmza muamelesi, bir tören oturumu içinde tamamlandı. Yeni Türkiye, Milletlerarası Hukuk Şekilleri de tamamlanarak, çağdaş dünya devletleri arasında böylece yerini aldı.

                Bu telgraf bir devlet başkanının emri midir? Yoksa, büyük karar isteyen bir anda, büyük bir karar adamının, kendi iradesini cesaretle teraziye koyarak, sorumluluğunu yüklendiği bir memleketin kaderine, bir yeni müdahalesi midir? Lozan’da ve her kulun başına gelmeyen sıkıntılı bir bunalımın son buhranları içinde bu telgrafı eline alan İkinci Adam’ın, Başkumandanına cevabı şudur:

                “Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine,

                Her dar zamanımda Hızır gibi yetişirsin. Dört beş gündür çektiğim azabı tasavvur et. Büyük işler yapmış, yaptırmış bir adamsın. Sana bağlılığım bir kat daha artmıştır. Gözlerinden öperim, pek sevgili aziz kardeşim Aziz Şefim...” [...]

                                                                       Şevket Süreyya Aydemir

 

 

Cumhuriyet Çocukları Seferberlik Çağrısına Gönülden Karşılık Vermişlerdi

 

{…] “Cumhuriyet çocukları” seferberlik çağırısına gönülden karşılık vermişlerdi. O kadar güçlükle elde edilmiş olan barışı bozmaya yönelen bu girişime kızmışlar, dinin siyasete alet edilmesine içerlemişlerdi. Gazının yeni milli cephesi, Kurtuluş Savaşın dan sonra ortaya çıkan bu ilk bunalımı güven verici bir biçimde önlemiş oluyordu. Ancak Gazi, hiçbir riske girmek İstemiyordu. Artık aşırı liberal eğilimli bir hükümet şeklinden vazgeçmişti. Meclis’te ve basında karşılaştığı muhalefet de isyan nasıl bastırıldıysa, şimdi öyle bastırılmalıydı. İsyan sırasında, zafer artık kesinleştiği bir anda. İsmet Paşa. Ali Fuat Paşa’ya muhalefetin gereksiz bir şey olduğunu söylemişti. Amerikan temsilcisi Amiral Bristol’e ise düşüncesini daha da açık olarak şu sözlerle bildirmişti: “Bu memlekette muhalefet, ihtilal demektir." Bu ruh İçinde hükümet, saldırılarını, yeni kazandığı güçle, ilkönce basına yöneltti. Takrir-i sükûn Kanunu’nun kabulünün hemen arkasından. İstanbul'un büyük gazetelerinden beşi kapatıldı. [...]

                                                                                                             

                                                                                                                             I.ord Klnros

 

Hükümet İçinde Hükümet Gibi, Bir de İstiklal Mahkemesi Otoritesi Meydana Geldi

t... I Bu kesin tasfiye, her türlü aleyhtarlığın veya gericiliğin bütün cesaretlerini kırdı. Mustafa Kemal’e başladığı inkılâbı tamamlamak fırsatını verdi.

Nasıl kİ. Meşrutiyet’te İttihat ve Terakki otoritesi de hükümet darbesi olayının ayakları üstünde tutunmuştu.

Fakat, hükümet İçinde hükümet gibi, bir de istiklal Mahkemesi otoritesi meydana geldi. Reisin evi hemen hemen “merci-l enam” idi. Bu hal, ismet Paşa’nın devamlı ısrarları üzerine bir akşam, Ankara Palas’ın bir balosunda Mustafa Kemal'in istiklal Mahkemecilerini çağırıp hemen oracıkta vazifelerine nihayet vermelerine kadar sürdü. Ertesi günü kendilerine hediye edilen Benz otomobillerine binerek, fakat artık basit milletvekili sıfatı ile Meclis'e gelmişlerdi.

                                                                                                             

                                                                                                                              Falih Rıfkı Atay

 

Paşam, Ren Sizi Bandırma Vapuruyla 16 Mayıs 1919’da Samsun’a Yolcu Etmiştim

 

Beni öğleden sonra Paşa’nın huzuruna çıkacaksın, şimdi biraz dinlen,” diterek bana tahsis edilen yatak odama getirdiler.

Yatağa uzandım. Aman Allah'ım, ben yani Hacı Tevfik oğlu Nurettin, köşkteydim, Atamın âdeta yanı başındaydım. Bu bir mucizeydi.

Akşamüzeri haber geldi, Atatürk beni görecekti Hemen üstümü başımı toparladım, saçımı filan düzelttim ve de biraz sonra gelen Rusuhi Bey’le birlikte Atatürk'ün makamına gittik. Tam sekiz yıl soma yine Ata'mın huzurundaydım. Allah'ı kalbim duracak gibiydi. “Yaklaş asker!” dedi ve sordu “Adın ne?” kendimi toparladım ve güvenle cevap verdim: "Hacı Tevfik Kaptan oğlu Nurettin.” Bir an durdu, düşündü, hamlar gibi oldu, sonra, *Ben bu ismi bir yerden hatırlıyorum delikanlı," dedi Tüm cesaretimi toplayarak, "Paşam, ben sizi Bandırma Vapuruyla 16 Mayıs 1919’da Samsun’a yolcu etmiştim. Babam Hacı Tevfik Kaptan, beni yanınıza getirmiş, ben de elinizi öpmüştüm,” deyince birden ayağa kalkarak, “Gel bakayım, sen bayağı koca adam, asker olmuşsun. Ne tesadüf böyle- Baban nasıl, hayatta mı? İyi mi? bir şeye ihtiyaçtan var mı? Onlar benim çok önemli kader arkadaşlarım olmuştu, diyerek memnuniyetini bildirince iyice rahatlayarak, -Babam, anam, Allah'a çok şükür, iyiler. Babam yine gemide, hiçbir sıkıntısı yak.

Ben de Paşa’mın emrinde tur asker olduğum için çok mutluyum, her zaman ölene kadar hizmetinizdeyim," dedim. Güldü, yanağımı okşadı ve “Rusuhi Bey, bu delikanlıya iyi bir görev ver. Askerliğini de bitirince haberim olsun,” diyerek bizi gönderdi.

Rusuhi Bey de şaşırmıştı. Odadan çıkınca, “Nuri yavrum, hakikatten ne kader ne güzel kader. Gel seni şimdi komutanına teslim edeyim,” diyerek köşkün Muhafız Alayı’na götürdü. Komutana, “Bu asker eğitiminden sonra köşkte görev yapacak,” dedi.

Birkaç günlük eğitimden sonra tekrar Rusuhi Bey’in talimatıyla köşke geldik. Benim kitap ve okuma zevkimi daha evvelce kendisine söylediğim için beni köşkün kütüphanesinde görevlendirdi. “Yerin burası.

Ata çok okur, çok titizdir, aman çok dikkatli ol,” diye tembihlemeyi de yaptı.

                                                                                                                                             

                                                                                                                                              Nuri Ulusu

 

 

                TÜRK GENÇLİĞİNE BIRAKTIĞIM KUTSAL EMANET     

  

               Saygıdeğer efendiler, sizi, günlerce İşlerinizden alıkoyan uzun ve ayrıntılı nutkum, en sonu tarihe mal olmuş bir dönemin öyküsüdür. Bunda, milletim için ve yarınki çocuklarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek kimi noktaları belirtebilmiş isem kendimi mutlu sayacağım.

Efendiler, bu nutkumla, millî varlığı sona ermiş sa­yılan büyük bir milletin, bağımsızlığını nasıl kazandığını; bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan millî ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlat­maya çalıştım.

Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen millî yıkımların yarattığı uyanıklığın ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanların kar­şılığıdır.

                Bu sonucu, Türk gençliğine kutsal bir armağan olarak bırakıyorum.

 

                “Ey Türk Gençliği!

 

                Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet, muha­faza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahili ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve Cumhuriyet’i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde buluna­cağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve Cumhuriyetine kastede­cek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın kaleleri zapt edilmiş, bütün tersa­nelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfi­il işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatleri­ni, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakrı zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.

 

                Ey Türk istikbalinin evladı!

 

                İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve Cumhuri­yetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”

 

                                                                                              Mustafa Kemal -NUTUK-

 

 

                                               SONUÇ

                Atatürk'ün Nutuk’u ve dönemin tanıklarının hatıratları dikkatle okunduğunda her şeyden önce bu Cumhuriyetin hiç de kolay kurulmadığı gözler önüne seril­mektedir. 1. Dünya Savaşı’ndan büyük kayıplarla ve ağır bir yenilgiyle çıkılma­sına, elde kalan son vatan topraklarının İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan tarafından işgal edilmesine, etnik ayrılıkçı hareketlere, padişahçı ayaklanma­lara karşın; ordusuzluğa, parasızlığa, moralsizliğe rağmen Millî Mücadele'nin kazanılması olağanüstü etkileyici ve göz kamaştırıcı bir başarıdır. Nutuk ve hatıratlar okunduğunda bu büyük başarının baş mimarının hiç tartışmasız Mustafa Kemal Atatürk olduğu ortaya çıkmaktadır. Millî Mücadele başından sonuna kadar, -hazırlık sürecinden örgütlenmesine, muharebelerinden barış görüşmelerine, Atatürk’ün çekip çevirip organize ederek yönettiği bir askeri ve sivil hareket olarak gelişmiştir. Atatürk, Samsun'a çıkışından Lozan Antlaşması’na kadar bağımsızlık savaşının her aşamasını planlayıp yöneten bir örgütçü lider olarak ortaya çıkmıştır, örgütlenme sürecinde kongrelerin ve TBMM’nin başkanı, zaferler kazanıp ülkeyi bağımsızlığa kavuşturan ordunun başkomuta­nı ve meşruti monarşiden cumhuriyete taşıdığı ülkenin cumhurbaşkanı olarak Atatürk hiç tartışmasız "Millî Mücadele’nin öznesi” durumundadır. Nutuk ve hatıratlar, Cumhuriyet Devrimi'nin Atatürk’ün eseri olduğunu gözler önüne sermektedir. Atatürk, Millî Mücadele’de yanında, yakınında bulduğu silah ar­kadaşlarının pek çoğunu Cumhuriyet Devrimleri sırasında maalesef yanında, yakınında bulamamıştır; tam tersine birçok arkadaşını karşısında bulmuştur.

                Atatürk Nutuk’ta bir taraftan bağımsızlık savaşı ile işgalci emperyalist düşmandan, diğer taraftan ulusal egemenlik savaşıyla saray saltanatından kur­tuluşun öyküsünü anlatmıştır.

Atatürk, Nutuk’un daha ilk sayfalarında “Düşünülen Kurtuluş Çareleri” başlığı altında 1919 koşullarında Türkiye’de görülen “İngiltere himayesini is­temek, Amerikan mandasını istemek, mahalli kurtuluş çarelerine başvurmak” seçeneklerinden hiçbirinde “isabet görmediğini” belirterek verdiği “ciddi ve gerçek kararı” şöyle açıklıyor: “Efendiler; bu durum karşısında bir tek karar vardı. Oda ulusal egemenliğe dayanan kayıtsız şartsız bağımsız bir Türk devleti kurmak. İşte daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun ’da

Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığımız karar, bu karar olmuştur.” Atatürk Nutuk'ta, işte daha Samsun’a çıkmadan önce, İstanbul'da verdiği bu kararın, yani “ulusal egemenliğe dayanan kayıtsız şartsız bağımsız bir Türk devleti kurma kararının” belgesel öyküsünü anlatmıştır. Böyle bir karar vererek yola çıkan Atatürk, Mili Mücadele’de işgalci emperyalistlere onların yerli işbirlikçilerine ve saray saltanatına karşı mücadele etmek zorunda kalmıştır.

                Atatürk, dönemin koşulları gereği, belli bir aşamaya kadar, “ulusal ege­menliğe dayanan yeni bir Türk devleti kurma” düşüncesinden kimseye söz et­memiştir. Çünkü yine Nutuk'taki ifadeleriyle o günlerde Türkiye’de “halifesiz, padişahsız bir kurtuluş düşünülememektedir”.

“Burada pek önemli olan bir noktayı da belirtmeli ve açıklamalıyım. Millet ve ordu, padişah ve halifenin hainliğinden haberdar olmadığı gibi, o ma­kama ve makamda bulunana karşı asırların kökleştirdiği din ve gelenek bağla­rı dolayısıyla da içten gelerek boyun eğmekte ve bağlı. Millet ve ordu bir yandan kurtuluş çaresi düşünürken bir yandan da yüzyıllardır süregelen bu alışkanlık dolayısıyla kendinden önce yüce hilafet ve saltanat makamının kurtarılmasını ve dokunulmazlığım düşünüyor. Halifesiz ve padişahsız kurtuluşun anlamım kavrama yeteneğinde de değil. Bu inanca aykırı bir düşünce ve görüş ileri süre­ceklerin vay haline! Derhal dinsiz, vatansız, hain ve istenmeyen kişi olur...”

                Atatürk, işte bu nedenle Millî Mücadele’de zamanı gelinceye kadar stratejik olarak sarayı; halife, padişahı karşısına almama politikası izlemiştir. Nutuk’ta bu politikanın açık izlerini görmek mümkündür. Nutuk’ta bütün bel­geleriyle gözler önüne serildiği gibi Atatürk, zamanı gelinceye kadar, “Tutsak halife padişahı kurtarmaktan!” söz etmiş; “Halife Padişah Vahdettin’in, Sadra­zam Damat Ferit’in ihanetlerinden habersiz olduğunu!” söyleyerek, strateji ge­reği, doğrudan halife padişahı değil, Damat Ferit hükümetini eleştirmiştir. As­lında Atatürk, artık biten saltanata son vermek ve ulus egemenliğine dayanan yeni bir devlet kurmak için şartların olgunlaşmasını beklemektedir. Bu gerçeği Nutuk’ta şöyle ifade etmiştir:

“Osmanlı hanedanı ve saltanatının devam ettirilmesine çalışmak, el­bette Türk ulusuna karşı en büyük kötülüğü işlemektir. Çünkü millet her türlü fedakârlığı göze alarak bağımsızlığını kazanmış olsa da saltanat sürüp gitti­ği takdirde, bu bağımsızlığa kazanılmış gözüyle bakılamazdı. Artık vatan ve milletle hiçbir vicdan ve düşünce bağlantısı kalmamış bir sürü delinin, devlet ve ulusun bağımsızlık ve onurunun koruyucusu konumunda bulundurulmasına nasıl göz yumulabilirdi?”

                Atatürk, saltanatı kaldırıp ulusal egemenliğe dayanan yeni bir Türk dev­leti kurmak için Nutuk’ta ayrıntılarına yer verdiği aşama stratejisinden ya­rarlanmıştır. Buna göre yapılacak işleri parçalara bölüp, sırayla, aşama aşama hareket etmiştir. Her adımını, yerinde ve zamanında atmıştır. Nutuk’taki İfa­desiyle, “Uygulamayı aşamalara ayırıp basamak basamak ilerlemiştir.”

                “Türk ata yurduna ve Türk bağımsızlığına saldıranlar kimler olursa ol­sun, onlara bütün ulusça silahla karşı koymak ve onlarla çarpışmak gerekiyor­du. Bu önemli kararın bütün gerek ve zorunluluklarını daha ilk günlerde açı­ğa vurup ifade etmek elbette uygun olmazdı. Uygulamayı birtakım aşamalara ayırmak, olaylardan ve olayların akışından yararlanarak basamak basamak ilerleyerek hedefe ulaşmaya çalışmak gerekiyordu. Nitekim öyle olmuştur. Eğer dokuz yıllık faaliyetimiz ve yaptıklarımız bir mantık zinciriyle gözden geçiri­lirse, ilk günden bugüne kadar takip ettiğimiz genel doğrultunun, ilk kararın çizdiği yoldan ve yöneldiği hedeften asla sapmamış olduğu kendiliğinden anla­şılır.”

                “Başarı için pratik ve güvenilir yol her safhayı zamanı geldikçe uygula­maktı. Ulusun gelişmesini ve yükselmesini sağlayacak doğru yol buydu. Ben de bu yolda yürüdüm.”

Nutuk, baştan sona dikkatlice okunduğunda Atatürk’ün gerçekten de bu “aşama stratejisine” uygun olarak adım adım, şartları olgunlaştırarak ilerle­diği ve sonunda kafasındaki düşünceleri hayata geçirdiği görülecektir. Atatürk zor kullanarak, baskı yaparak değil, şartları olgunlaştırarak, ortamı hazırla­yarak, insanları etkileyerek ve ikna ederek tamamen akıl ve mantıkla hareket edip başarıya ulaşmıştır.

            Nutuk’un bütününde yerli yabancı 820 kişinin adı geçmektedir. Bu ki­şiler, Millî Mücadele ve Cumhuriyet Devrimi karşısındaki tutumlarına ve bu sırada yapıp ettiklerine göre olumlu veya olumsuz olarak değerlendirilmiştir. Atatürk, bahsettiği kişilerin tutumlarını ve yapıp ettiklerini anlatırken mutla­ka bir veya birkaç belge sunarak söylediklerini kanıtlama yoluna gitmiştir. Ata­türk’ün Nutuk’taki eleştiri oklarından nasibini alanlar arasında yola birlikte çıktığı, ancak sonradan yolları ayrılan Kâzım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele gibi bazı silah arkadaşları da vardır. Atatürk, Nutuk’ta önce Millî Mücadele, sonra Cumhuriyet Devrimi sırasındaki tutumları, davranışla­rı, görüş ve düşünceleri bağlamında bu arkadaşlarını da eleştirmiştir. Nutuk’ta Atatürk’ün bu konuda ortaya koyduğu belgelere bakıldığında emperyalizme karşı bağımsızlık savaşında iyi kötü Atatürk’le birlikte mücadele eden bu si­lah arkadaşlarının, saray saltanatına karşı ulusal egemenlik mücadelesinde Atatürk’ten ayrıldıkları, saltanattan ve hilafetten vazgeçemedikleri ve adım adım Cumhuriyet’e yürüyen Atatürk’e karşı çıktıkları görülmektedir. Atatürk Nutuk’ta silah arkadaşlarının bu tutu­munu şöyle eleştirmiştir:

                “Millî Mücadele’ye beraber başla­yan yolculardan bazıları, millî hayatın bugünkü Cumhuriyete ve Cumhuriyet ka­nunlarına kadar uzanan gelişmelerinde, kendi fikir ve ruh yeteneklerinin kavrayış sınırı bittikçe bana karşı muhalefete ve di­renişe geçmişlerdir. Ben milletin vicdanın­da sezdiğim büyük ilerleme kabiliyetini bir millî sır gibi vicdanımda taşıyarak yavaş yavaş bütün sosyal hayatımıza uygula­mak mecburiyetinde idim. ”

Atatürk Nutuk’ta, İstanbul Saray Hükümetlerini, özellikle de Damat Fe­rit Paşa’yı çok ağır bir dille eleştirmiştir. Uzun uzadıya Damat Ferit hükümetleri­nin ve Padişah Vahdettin’in Anadolu’da kardeşi kardeşe düşürüp bir iç savaş baş­lattığını anlatmıştır. Atatürk, Nutuk’ta Padişah Vahdettin’den çok ağır ifadeler­le “hain” diye söz etmiştir.

            Nutuk, gerçekten de bir yüzleşme kitabıdır. Millî Mücadele’nin baş­komutanı ve Cumhuriyet Devrimi’nin önderi Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk’ta ulusa hesap verirken kahramanları, hainleri, yurtseverleri, kişisel çıkar peşinde koşanları, beceriksizleri ve kendi ifadesiyle “kavrama sı­nırları bitenleri” tek tek belgelere dayanarak eleştirmiştir.

Nutuk “un geneline hâkim olan dört önemli düşünce, “tam bağımsızlık”, “ulusal egemenlik”, “uluslaşma” ve “çağdaşlaşmadır”.

                Atatürk, Nutuk’u okuyanların, özellikle de genç kuşakların, bu toprakla­rın nasıl zor, nasıl sabırlı, nasıl akıllı bir mücadeleyle yeniden vatan yapıldığını ve bu Cumhuriyet’in nasıl bir stratejiyle, hangi güçlüklere göğüs gererek kurul­duğunu öğrenmelerini istemiştir.

Atatürk Nutuk’“1919yılı Mayıs’ın 19. günü Samsun'a çıktım" diyerek başlıyor. Bu durum bazılarının iddia ettiği gibi Atatürk’ün, 1919 öncesindeki ilk direniş çabalarını, yerel kongreleri, ilk Kuvay-ı Milliye örgütlenmelerini yok saydığı anlamına gelmiyor. Nitekim Atatürk, Nutuk’un daha ilk sayfalarında “Kurtuluş Çareleri” ve “Millî Kurtuluşun Siyasi Amaç ve Hedefleri” başlıkları altında kendisi Samsun’a çıkmadan önce yurdun değişik yerlerinde kurulan direniş örgütlerinden, yerel cemiyetlerden de söz ediyor. Atatürk’ün, Nutuk’a, “1919 yılı Mayıs’ının 19. Günü Samsun’a çıktını” cümlesiyle başlamasının ne­deni aslında "geçmiş” değil, daha çok “gelecektir”. Atatürk, Millî Mücadele’de eş zamanlı olarak yürüttüğü “tam bağımsızlık” ve “ulusal egemenlik” müca­delesine gelecek kuşakların hep hatırlayacakları bir başlangıç tarihi, bir milat belirlemiştir. 19 Mayıs 1919’un bir “sembol tarih”, "bir milat” olarak gelecekte hep hatırlanmasını istemiştir. Atatürk 19 Mayıs’ı, “tam bağımsızlık” ve “ulu­sal egemenlik” sembolü olarak belirlemiştir. Nutuk’taki ifadeleriyle “ulusal egemenliğe dayanan bağımsız yeni Türk devletinin”, yani Türkiye Cumhuriye­tinin temellerinin atıldığı tarih olarak Samsun’a çıktığı 19 Mayıs 1919 tarihini seçmiştir. Atatürk için bu tarih, öyle önemlidir ki, kendisine hangi gün doğdu­ğunu soranlara “19 Mayıs” demiştir. Görülen o ki, “19 Mayıs” sadece bir adamın; Mustafa Kemal Atatürk’ün değil, aynı zamanda bir milletin; Türk milletinin ye­niden doğduğu gündür. İşte Atatürk, 19 Mayıs 1919’dan başlattığı Nutuk’ta, bir anlamda Türk milletinin yeniden nasıl doğduğunu anlatmıştır.

                Teknik olarak 1919’da başlayan Nutuk 1927’de bitiyor. Ancak, Ata­türk’ün Nutuk’u aslında biterken yeniden başlıyor. Şöyle ki, bilindiği gibi Atatürk Nutuk’u, Türk siyasal ve edebiyat tarihinin en etkili metinlerinden biri durumundaki “Gençliğe Hitabe” ile bitiriyor. Böylece Büyük Önder, en büyük eseri Cumhuriyet’i ve o Cumhuriyet’in kuruluş öyküsünü anlattığı Nutuk’u gençlere emanet ediyor. Onun Nutuk’u yazıp okuduğu 1927 yılın­da türlü güçlüklerle mücadele etmek zorunda kalan Cumhuriyet’i gençle­re emanet etmesi çok anlamlıdır. Böylece Atatürk, Nutuk’un sonundaki “Gençliğe Hitabe” ile geçmişten geleceğe, 1919’dan yarınlara bir Cumhuri­yet köprüsü kurmuştur. Bir anlamda Atatürk “Gençliğe Hitabe” ile Nutuk’u bitirmemiş aslında yeniden başlatmıştır. 1927’de biterken başlayan kitap Nutuk, ilelebet payidar kalacak Cumhuriyet’in önsözüdür; Atatürk’ün kur­duğu tam bağımsız ve laik Türkiye Cumhuriyeti’ni yükseltmek isteyenlerin tarihî dersler çıkaracakları olağanüstü etkileyici bir önsöz...

 

                                                                                                              Tarihçi Yazar Sinan MEYDAN Proje Danışmanı

 

 

 

                                Sayın Okurlar

 

            Bu tarihi eserin oluşmasında emeği geçen Sayın Meydan’a da teşekkürlerimle; okuduğunuz veya okuyacağınız, benimse tamamen bir gönül dostu olarak, teşekkür dahi beklemeden yaptığım o şerefli dönemin hatıratlarını, okuduktan sonra; ama sizden tek ricam, okuduklarınızı lütfen son 22 yılın bizatihi hatıratlarınızla karşılaştırmalı olarak değerlendirmenizdir. Çünkü dün olduğu gibi, bugün ve yarınlarda da hepimizin, sorgulayan vatandaşlarımıza ihtiyacımız olacaktır. Hepimizin kitaplığında bulunması gereken bu hayati eseri paylaşmayı, bu sonuncusuyla bitiriyorum.

 

                        Serendip Altındal

15.04.2024

 

 


Rogg & Nok Sanal Hafıza Bölümü Haber Servisi:
E-Posta ile gönderilen veya direk Web sitesine yayınlanması için gönderilen yazıların fotoğraf gibi tüm demokratik protesto, bilgi, haber, yorum ve sosyal/siyasal içerikli paylaşımlar TC Anayasasının;
MADDE 25: "Düşünce ve Kanaat Hürriyeti";
MADDE 26: "Düşünceyi Açıklama ve Yayma Hürriyeti"
kapsamında Web sitemizde yapılmıştır.
Kişisel veya kurumsal Demokratik düşünce ve kanaatlerimiz engellenmesi ve/veya şiddet/baskı altına alınması, bu nedenle
"Yazar olan biz Hakkımızdaki veya kullanıcıların kullandıkları web sitesindeki yayınlanan haberler dolayısı ile olası her türlü anti-demokratik yasal girişimi",
TC Anayasası, AİHM ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi kapsamında, her türlü yasal haklarımız saklı kalmak üzere, peşinen reddederiz…

OKUYUCU YORUMLARI

UYARI:Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Ayrıca suç teşkil edecek hakaret içerikli yorumlar hakkında muhatapları tarafından dava açılabilmektedir.(Yorum Yapanın Taahütü)Yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
Ad Soyad
E-Posta
Yorum
Foto GaleriTÜMÜ
Copyright ©2010 - Tüm hakları saklıdır.
PHP Haber Sitesi Türkiye Tasarım
Rogg&Nok Haber- Tüm Hakları Saklıdır. İzinsiz Ve kaynak gösterilmeden Alıntı Yapılamaz. Yayınlanan Tüm Haber Ve Açıklamalar İlk Kaynaktan Ulaştırılan Açıklamalardır. Sitemiz Bu Açıklamalara Ekleme Veya Müdahelede Bulunmadan Yayınlar. Yorum,Makale, Sizden Gelenler Bölümündeki Yazılardan Yazanlar Sorumludur. Harici Bilgiler Ayrı Bir Sayfada Açılır. Rogg&Nok Haber Bu Linkler Ve İçeriklerinden Sorumlu Değildir.Her Türlü Haber Ve İletişim İçin roggnok@gmail.com Adresini kullanabilirsiniz. Sitemizden Daha İyi Yararlanabilmek için Gizlilik İlekeleri Ve Yayın Prensiplerimzi Okuyunuz. Ekonomik Veriler Bilgilendirme Amaclidir.Kullanimindan Dogacak Sorunlardan Sitemiz Sorumlu Degildir.