FATİH’İN RUHU VE BUGÜNÜN GENÇLİĞİ
Tarih: 29 Mayıs 1453. O gün, bir sabah ezanıyla İstanbul’un surları oynadı yerinden. O günün yiğitleri, “aşılamaz” denilen surları hem karadan hem denizden aşarak bir çağı kapatıp bir yenisini açtılar. Yeniçağı açanların başında henüz 21 yaşında bir genç vardı. O genç, Fatih Sultan Mehmet, bugünün üniversiteli gencinin yaşındaydı.
O günün gençleri bir inancı, bir kararlılığı, bir medeniyeti kuşanarak yürümüşlerdi zafere. Bugünse, haksızlığa, adaletsizliğe, hakikate, yürümeye çalışan gençlerin yollarında bariyerler, sınavlar, umutsuzluklar, ekonomik çıkmazlar, geleceksizlik duvarları var.
Atatürk’ün “bütün ümidim gençliktedir” diyerek güvendiği Türk gençliği, sadece çoktan seçmeli sınavların beş şıkkına mahkûm edildi. Geleceğe yön verecek olan gençlik, anlaşılmayı beklerken onlar, finali hüsran bir yarışın atı gibi koşturanların insafına terk edildi. Gençlerin içinde parlayan zekâ, yetenek, beceri ve üretkenlik görmezden gelindi. Onlara ülkenin kalkınması için hayal kurdurmak yerine, ‘Batı’ya kapağı atma’ hayali kurdurtuldu ve bu ülkenin üniversitelerinde okuyan ülkenin geleceğini inşa edecek olan gençler, çözüm değil, sorun olarak görüldü. Gençlerimizi hayata hazırlayan üniversitelerimizin sayıları artırıldı; ancak kalitesi düşürüldü. Duruşundan taviz vermeyen örnek üniversiteler de itibarsızlaştırılmak için ne gerekiyorsa yapıldı. Örnek mi? İşte Boğaziçi, önce Öğretim üyesi ve akademisyenlerin kendi yönetimlerini seçme hakları ellerinden alındı ardından sapkın düşünceli sözde ilahiyatçı bir vaiz ile öğrenciler kışkırtıldı.
Basiretsiz, kifayetsiz, yeteneksiz, salt ikbal ve varlık peşinde koşan çağdışı bir zihniyet, maalesef gençleri kıymet değil, tehdit olarak gördü ve görmeye de devam ediyor. Bu zihniyet: “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller yetiştirmek yerine gençleri, ortak noktaları TC ve onun kurucusu Atatürk düşmanlığı olan cemaatlerin kucağına atma çabasına girişti. Gençlerinden korkan, onu tehdit unsuru olarak gören bu zihniyeti şiddetle kınıyorum.
Evet, İstanbul’un fethi, sadece bir tarih bilgisi değildir. İstanbul’un fethi bir ruh, bir idrak, bir kararlılık örneğidir. Bu günün gençlerine bu ruh anlatılmalı ve aşılanmalıdır. Çünkü o fetih sadece bir zafer değil, bir medeniyet manifestosudur. Bu fethin ardında bilim, sanat, strateji ve iman vardı. İstanbul’un fethinde sadece kılıç yoktu; kitap vardı. Asker yoktu; âlim vardı. Mühendislik yoktu; vizyon vardı. Günlük başarı değil, gelecek vardı. Türklük gurur ve şuuru, İslam Ahlak ve fazileti vardı. İ‘lâ-yi kelimetullah ve Kızılelma vardı. Anadili Türkçenin yanı sıra 6 dil bilen Fatih Sultan Mehmet’in yanında Akşemseddin gibi bir âlim ve onun ufkunda, batının bilimini, doğunun irfanını harmanlayan bir medeniyet bilinci vardı.
Gençlere sadece “1453’te İstanbul’da bir tarih yazıldı” demek yetmez. “O gün o tarihi yazanlar da senin yaşındaydı” denmeli, onlara güvenmeli, onları; o inanç ve şuurda bilim, sanatla mücehhez, insan ve insanlık temelli yetiştirilmelidir.
Gençleri güvenmek: Onlara iyi bir eğitim vermekle sınırlı değildir. Gençlere aynı zamanda değer vererek, seslerini duyarak, özgür düşünmelerini sağlayarak olur. Çünkü gençlik, susarak büyümez; konuşarak, sorgulayarak, inanç, ideal ve cesaretle büyür.
Fatih’i yetiştiren bir medeniyet, bugünün Fatihlerini de yetiştirebilir. Yeter ki, gençliğe sırtımızı dönmeyelim, gönlümüzü açalım, onlara güvenelim ve önlerindeki engelleri kaldıralım. Zira gençlik, toprağa atılan tohum gibidir. O tohumu hangi değerlerin yetişmesi için atarsanız, size de o değerler doğrultusunda meyve verir. Gençliği karanlığa hapsederseniz içlerini kararır, çürür yok olur. Işık verir, bilimin suyu ile beslerseniz boylanır, çiçek açar, meyve verirler.
Fatih’i yetiştiren medeniyet; sadece savaş kazanan bir medeniyet değildir. Fikir inşa eden, adalet tesis eden, sevgiyle insanı kucaklayan bir medeniyetidir. O medeniyet, gençlere; "sen daha küçüksün, aklın bu işlere ermez”, demedi; Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk gibi "senin varlığın da fikrin de kıymetli" dedi. Onları itaat ve biat ile köleleştirmedi; değer, itibar ve kıymet vererek özgürleştirdi. O medeniyet, tıpkı 1920’li yıllarda olduğu gibi bilgiyle yoğrulmuş aklı, inançla beslenmiş yüreği, sanatla incelmiş ruhu bir bütün olarak gördü. İşte o yüzden, 21 yaşındaki bir genç, dünyanın gözbebeği bir şehri fethetme sorumluluğunu üstlenebildi.
Gençliğe gönlümüzü ve güvenimizi vermezsek; onların sesi kısılır, adımları yavaşlar, gözleri karanlığa alışır. Güven verirsek; düşünür, üretir ülkemizi inşa eder ve aydınlık yarınlara taşır.
Hadi Önal/28 Mayıs 2025/ Elazığ