Kuru Fasulyenin Trajikomik Dünyası: Hem Faydası Hem Gazı Bol
Sindirim sistemimizin dostu ama sosyal hayatın düşmanı mı?
Kuru fasulye… Anadolu mutfağının baş tacı, öğrenci evlerinin kurtarıcısı, sofraların neşe kaynağı! Fakat ne yazık ki her nimetin bir külfeti vardır. Kuru fasulye, içeriğindeki yüksek kompleks karbonhidratlar (özellikle de rafinoz) sayesinde sadece damağımızı değil, kalın bağırsağımızı da şenlendirir. Zira bu zarif baklagil, sindirim sistemimizin üst kısımlarında elini kolunu sallayarak ilerler, ince bağırsakta hiçbir engele takılmaz ve doğrudan kalın bağırsağa ulaşır. Burada ise sahneyi bakterilere bırakır: Şenlik başlar, gazlar havada uçuşur!
Gaz çıkarmak, aslında son derece doğal bir sonuçtur. Her kültürde, her coğrafyada bu gerçek değişmez: Kuru fasulye, insanları eşitler. Kimileri için bir şaka malzemesi, kimileri için ise toplumsal bir tabu… Hatta dindar ya da dini sömüren bir kişiyseniz, işiniz iki kat zor olabilir; zira gazın zamanı, yeri ve kokusu konusunda hiçbir uyarı gelmez! Mahcup olmak kaderinizde varsa, sofradan kalkarken dua etmeyi de ihmal etmeyin.
Şaka bir yana, kuru fasulyenin faydalarını inkâr etmek imkânsız. Lif ve prebiyotik açısından zengin olan bu besin, bağırsak florasını destekler, sindirimi iyileştirir ve bağışıklık sistemine katkı sağlar. Sindirim ve gaz problemlerinizin devam etmesi durumunda ise bir uzmana danışmak en doğrusu; fakat âcizane tavsiyemiz her şeyin başı ve uzmanı olan Erdoğan’a sormadan önce bir gastroenteroloğun kapısını çalmakta fayda var.
Tabii kuru fasulye tek başına değil: ülkemizde zam rekortmeni olan Lahana, brokoli, karnabahar, soğan… Hepsi sindirim sürecinde gaz oluşumunu artıran yiyecekler listesinde üst sıralarda yer alıyor. Özellikle Suriye gibi rafinoz zengini ülkelerin mutfağı da benzer etkiler gösterebilir. Ama kabul edelim ki, bu kadar faydalı ve lezzetli bir yiyeceği, sırf birkaç baloncuk uğruna hayatımızdan çıkarmak yazık olur!
Kuru fasulye sofrada bir başyapıt, sosyal ortamda ise bir maceradır. Karar sizin: Doyasıya ülkeyi yediğiniz gibi yiyin beyler, gazı da şakaya vurun!
Türkiye ile Suriye arasında, Kilis’te yapılan törenle açılan boru hattı ve ilk etapta ihracatı planlanan iki milyar metreküp doğal gaz… Evet, kulağa neredeyse halkımızın sofrasına konan kuru fasulye kadar “şaka gibi” geliyor, değil mi? Fakat işin aslı, bu satırlarda anlatılan sindirimsel gaz mizahını bir kenara bırakınca, enerji alanında gerçekleşen bu tarihi törenin bölgemiz için ekonomik ve stratejik anlamda önemli bir adım olduğu da ortada.
Bir yanda sofralarda neşeyle patlayan kuru fasulye gazı, öte yanda uluslararası ilişkilerde boru hatlarından fışkıran doğal gaz… İkisi de hayatın bir parçası, ikisi de ekonominin ve toplumsal enerjinin kaynağı! İlk etapta iki milyar metreküp doğal gazın Suriye’ye ihraç edilecek olması, bölgesel iş birliğinde yeni bir sayfa açıyor. Kilis’teki törende kimbilir, belki de protokol üyeleri, gazın sadece mutfakta değil, diplomaside de nasıl başrol oynadığını içten içe gülümseyerek izlemişlerdir.
Sonuç olarak; ister kuru fasulye sofrada olsun, ister doğal gaz boru hattında, gaz dediğimiz şey bazen toplumsal bir macera, bazen de uluslararası bir uzlaşmadır. Fakat burası Türkiye evet, ülkeyi yediğiniz gibi doyasıya yiyin, akıllıca yönetin, unutmayı gaz her an çıkabilir… Yine de siz beyler, gazı da şakaya vurun!
Peki, Suriye sınırındaki Kilis’te böylesine uluslararası protokollerin ve flaşların patladığı bir ortamda, Enerji ve Tabii Kaynaklar sekreteri Alparslan Bayraktar, Suriye Enerji Bakanı Muhammed El-Beşir, Azerbaycan Ekonomi Bakanı Mikayıl Cabbarov ve Katar Kalkınma Fonu Başkanı Fahad Hamad Al-Sulaiti’nin katılımıyla gerçekleşen “Türkiye-Suriye Doğal Gaz Boru Hattı Açılış Töreni” sonrası asıl merak edilen şu: Gerçekten de Azerbaycan gazı, bu boru hattından Suriye’ye akmaya başladı mı? Yoksa törenler, makaslar, alkışlar ve açıklamalarla gazın mizahı mı yapıldı; boru hattı üzerinden geçen şey şimdilik sadece iyi niyet ve umut mu?
İşin doğrusu, protokol konuşmalarının gölgesinde, törenle birlikte gazın fiilen Suriye’ye verilmeye başlanıp başlanmadığı muğlaklığını koruyor. Törenler çoğu zaman semboliktir; bazen borudan ilk gaz geçer, bazen de sadece ilk fotoğraf… O nedenle “şaka gibi” bir ülke olan Türkiye’de, “gaz verildi mi, verilmedi mi?” sorusu da en az kuru fasulyenin etkisi kadar meçhul kalabiliyor.
Ama kesin olan şu: Tören yapıldı, dostluk mesajları verildi ve boru hattı hazır. Gazın kokusunu almak mı, yoksa sadece havasını solumak mı, onu zaman gösterecek!
Kilis’te Gazdan Daha Fazlası: Komedi, Trajikomedi ve Ensar Üzerine Bir Sahneleniş
Gerçeğin Sahnede Anlatıldığı Bir Törenin Ardından
Kilis’in sınır köylerinden Yavuzlu’da kurulan sahnede, oynanan tiyatro mu, yoksa gerçek mi? Sahneyi, spot ışıklarını, törensel ciddiyetin ardına gizlenmiş mizahı ve ironiyi bir kenara bırakmak pek kolay değil. Çünkü törende protokolün başrol oyuncularından Sarayın sekreteri Bayraktar, ezberden oynadığı repliğiyle adeta perdeyi aralıyor: “Bugün, ensar şehrimiz Kilis'te tarihi bir ana şahitlik ediyoruz. Yıllardır büyük acılar çekmiş Suriyeli kardeşlerimizle bağlarımızı daha da güçlendiriyoruz.”
Bu sözler sahneden yankılanırken, komediyle trajedinin iç içe geçtiği bir tablo ortaya çıkıyor. Çünkü “ensar” kelimesi, sadece Arapça’da “yardım edenler” anlamına gelmekle kalmıyor, Türkiye’nin gündeminde sıkça geçen, çeşitli çağrışımlara sahip bir vakfı da adeta gölgede bırakmıyor: Ensar Vakfı! İster istemez, törende kullanılan bu kelime, kulaklarda farklı yankılar uyandırıyor, hafızayı tazeliyor; mizahın ve toplumsal belleğin buluştuğu noktada, bir kelimenin ne çok anlam yüklenebileceğini gösteriyor.
Oyun devam ediyor: Sahnedekiler rollerini ustaca oynarken, seyirciler de gerçeğiyle kurgusu birbirine karışmış bu gösterinin bir parçası hâline geliyor. Törenin yapıldığı boru hattı, gerçek gaz taşıdı mı taşımadı mı, o ayrı bir tartışma... Ama bu sahnedeki gazın mizahi kokusu, törenden taşarak tüm ülkeye yayılıyor.
Ve asıl soru: Bu replik gerçekten söylendi mi? Elbette, törensel metinlerde “ensar şehir”, “dostluk”, “kardeşlik” gibi kavramlar sıkça yer bulur. Tiyatrovari bir törende, Sarayın sekreteri rolündeki oyuncunun böyle bir cümle kullanması, şaşırtıcı değil. Fakat “ensar” kelimesinin günümüzde taşıdığı ek anlamlar, törenin komediyle trajikomedi arasında gidip gelmesine neden oluyor.
Sonuçta, Kilis’in Yavuzlu köyünde oynanan bu gösteride, gaz kadar replikler, protokol kadar kelimeler de havada uçuşuyor. Kim bilir, belki de bu törenin asıl amacı, gerçek gazdan çok, mizahın ve toplumsal göndermelerin enerjisini toplumla buluşturmak… Siz yine de gazı şakaya vurmaktan vazgeçmeyin; çünkü bu ülkede “ensar” kelimesi bile başlı başına bir mizah unsuru olabiliyor!
Gelin, tiyatro mizansenini biraz daha ilerletelim: Sahnedeki oyuncu (protokolün baş aktörü mü, yoksa gerçek bir siyasetçi mi, artık siz karar verin) elindeki karttan gözlerini ayırmadan, o klasik cümleyi tok bir sesle tekrar ediyor: “Suriye’de yeni bir dönem başlıyor!” Peki, bu yeni dönem tam olarak neye benziyor? Sahne değişti mi, dekorlar yerinde mi, yoksa sadece replikler mi güncellendi?
Şöyle düşünün: Her yeni dönem, perde arkasında biraz eski replik, biraz yeni dekor, bolca da “umut” taşır ya... Kimi izleyici, “bu kez gerçekten farklı olacak” diye alkış tutarken, diğerleri aynı sahnenin bir önceki perdesini hâlâ aklında tutar. Suriye’deki “yeni dönem” de işte böyle bir oyun: Bazı replikler ezberden geliyor, bazıları ise seyircinin beklentisini sıcak tutmak için araya serpiştiriliyor.
O halde, şakacı bir merakla soralım: Gerçekten yeni bir dönem mi başlıyor, yoksa tiyatroda olduğu gibi perde tekrar açılıp aynı karakterler farklı kostümlerle mi sahneye çıkıyor? Belki de en başta yazılmış olan “umut” repliği, bu kez mizahın gölgesinde daha yüksek sesle yankılanıyor. Sonuçta, “yeni dönem” lafı, bu sahnede hem ciddi hem de ironik bir alkış topluyor ve perde, seyircinin gülümsemesiyle aralanıyor.
Ve tam o anda, sahnenin ışıkları bir kez daha Sarayın atanmış sekreteri Bayraktar’ın üzerine döner. Kimileri için sadece bir “protokol konuşmacısı” olan Bayraktar, aslında bu tiyatronun yönetmeninden çok, başrol oyuncusudur; ezberindeki replikleriyle hem perdeyi açar, hem oyunun gidişatını belirler. Elindeki kartı havaya kaldırıp, sesiyle salonun tavanına dokunan o emredici tınıyı duymamak imkânsızdır: Her cümlenin ardında, “her şeyi bilen ve her şeyin başı olan patron”un gölgesi belirir. Bayraktar kendini bir kuklacı kadar ustaca sahnenin merkezine yerleştirir, ciddiyetle mizahı harmanlar ve şöyle ezberden sıralar:
"Türkiye-Suriye dostluğunun enerji alanındaki nişanesi olan Türkiye-Suriye Doğal Gaz Boru Hattı'nın açılışını gerçekleştiriyoruz. Bu uluslararası projede birlikte çalıştığımız Suriye, Azerbaycan ve Katar'a şükranlarımı sunuyorum. Bu doğal gaz boru hattının, ülkelerimize ve halklarımıza bereket ve refah, bölgemize de huzur getirmesini temenni ediyorum. Suriye'de başlayan yeni dönem ile birlikte ülkemizde misafir ettiğimiz Suriyeli kardeşlerimizin vatanlarına gönüllü ve güvenli bir şekilde dönmesi büyük önem taşıyor. (Cumhurbaşkanımız) Recep Tayyip Erdoğan'ın da bizlere talimatı, Suriye'de yaşamı tekrar normale döndürecek adımların bir an önce atılması oldu."
Ve tabii, salonun sessizliğinde hafif bir tebessüm dalgası yayılır. Çünkü bu sözlerin ardında, protokolün kasvetiyle harmanlanmış ince bir mizah gizlidir. Bayraktar’ın replikleri, bir yandan “şaka değil gerçek” tiryakiliğiyle ciddiyeti vurgularken, öte yandan, tiyatronun kadim geleneğiyle izleyenleri “şakaya vurmaya” davet eder. Gülümsemek, bu uzun oyunun en samimi alkışıdır siz yine de mizahı hayatınızdan eksik etmeyin; çünkü bu sahnede, gerçek ile şaka arasındaki çizgi, tıpkı bir tiyatro perdesi gibi, her an yeniden açılıp kapanabilir.
Yalancı Kılavuz…
Göz Aldatan Rehberin Hikmeti
Tanım ve Anlam Katmanları
Yalancı kılavuz, kelime anlamıyla düşündüğümüzde “doğru yolu göstermeyen rehber”dir. Bir başka deyişle, sizi hedefine ulaştırmak yerine, yolunuzu bilerek ya da bilmeden saptıran bir yol göstericidir. Türkçede bu deyim, gerek mecazi, gerekse günlük hayatta sıkça kullanılır. “Yalancı kılavuzun götürdüğü yerde yolunu kaybeden çok olur” gibi atasözlerinden de aşina olduğumuz bu kavram, genellikle bir işin ya da bir yolculuğun başında, yanlış bilgi veya yönlendirmeyle insanı zor durumda bırakacak kişilere veya araçlara işaret eder.
Geleneksel ve Güncel Kullanımlar
- Mecazi Anlamda: “Yalancı kılavuz”, bir konuda güvenmememiz gereken, bilgi ya da yol gösterme iddiasında olan ama aslında hiçbir işe yaramayan, hatta zarar veren kişi veya kaynaklara verilen isimdir. Doğru gibi görünen ama insanı yanlış yönlendiren tüm rehberler, bu tanıma girer.
- Güncel Hayatta: Bir yolculukta yanlış bir harita kullanmak, iş hayatında yanlış bir rapora güvenmek veya hayatın herhangi bir alanında hatalı bir uzmana kulak vermek, kişiye “yalancı kılavuz”un peşinden gitmek gibi bir deneyim yaşatır.
Yalancı Kılavuzun Komedisi
Yalancı kılavuz deyimi, özellikle mizahi veya eleştirel metinlerde, toplumsal olaylar ve güncel durumlarla ilgili alaycı bir gönderme olarak da kullanılır. Bazen bir törenin ya da siyasi bir gösterinin sahte rehberleri, bazen bir köyün yolunu bulmaya çalışan ve yanlış yönlendiren bir kasaba sakini olabilir bu “yalancı kılavuz”.
Bir işte başarıya ulaşmak için gerçekten yol gösterici ve güvenilir rehberlere ihtiyaç vardır. Aksi halde “yalancı kılavuz”un ardına takılanlar, hedeflerine ulaşmaktan çok, yolda kaybolmayı göze almış demektir. Bu deyimi duyduğunuzda, bir rehberin samimiyetini ve bilgisini sorgulamadan peşine takılmanın, sizi ne tür komik ya da trajik hikâyelere sürükleyebileceğini de aklınızdan çıkarmayın.
Günümüzde enerji dünyası öyle bir sahneye dönüşmüş ki, gerçek ile kurgu arasındaki çizgi neredeyse silinmiş durumda. Elektrik faturaları, her ay bir komedi oyununun perde arkasından çıkan sürprizlerle dolu; herkes başrol oyuncusu olmak istemez, ama seyirci kalmak da pek kolay değil. “Görülen köy kılavuz istemez,” derler ama iş sınır köylerine, hele de Yavuzlu’ya tiyatro izlemek için yolculuk etmeye gelince, insan ister istemez bir yalancı kılavuza ihtiyaç duyuyor. Peki, kılavuz kimdir ve neden bu kadar önemli? Belki de tiyatronun baş aktörü, sahneye gururla çıkar ve “Elektrik sekiz ayrı noktadan ihraç ediliyor,” diye repliğini seslendirir. O an, izleyici salonda hafif bir gülümsemeyle birbirine bakar: Bu doğru bir bilgi mi, yoksa zekice kurgulanmış bir yalan mı? Enerji politikası sahnesinde, gerçek ile mizahi abartı arasında gidip gelirken, kimi zaman rehberin yolunu bulmak, kimi zaman da yolun zaten göründüğü bir köyde kılavuz aramak, insanı hem düşündürür hem de güldürür.
Enerji Sahnesinin Perde Arkası: Bir Komedya Kulisinden Notlar
Yalancı Kılavuzun Replikleri ve Seyirci Düşünceleri
Spot ışıkları bir kez daha enerji dünyasının gösterişli sahnesine odaklanmış, başrol oyuncusu tüm özgüveniyle sahnede arz-ı endam etmekte. Elinde hayali bir kılıç, yüzünde “her şeyi ben bilirim” ifadesi… Seyirciye, “Bakın, bu elektrik sekiz noktadan Suriye’ye akıyor!” diyerek, rakamların, hedeflerin ve gelecek vaatlerinin şölenini sunuyor. Kendisinden öylesine emin ve ikna edici ki, salonun bir köşesinde fısıldaşan izleyiciler bile bir an tereddüt ediyor: “Acaba gerçekten sekiz mi? Yoksa bu da bir mizansen mi?”
O sırada, perde arkasında bir başka oyun dönmekte. Kulis, hummalı bir hazırlık içinde; bir yanda raporlarını karıştıran uzmanlar, diğer yanda replikleri eksik çıkmasın diye ter döken yardımcılar… Bir kısmı, “Elektrik Türkiye’ye mi verilmiyor, yoksa fiyatı mı çok yüksek?” sorusunu mırıldanırken, diğer kısmı Suriye’ye yapılacak elektrik ihracatının birim fiyatını hesaplamaya çalışıyor. Ancak, hesap makinesine basılan her tuş, yeni bir soru doğuruyor: “Bizim faturalar neden astronomik, peki Suriye’ye giden elektriğin tarifesi ne olacak?”
Kahraman aktör, sahnede enerjinin evrensel bir hak olduğunun altını çizerken, kulisteki ironik gülümsemeler daha da belirginleşiyor. Evet, sekreterlik iki uzman heyetini Şam’a göndermiş; kısa vadede, orta vadede, uzun vadede her türlü plan hazırlanmış. Ancak, seyirci koltuğunda oturanlar soruyor: “Bu kadar hızlı plan yapılıyorsa, neden bizim elektriğimiz bu kadar pahalı? Ya da neden bazı köylere hâlâ hat çekilmedi?”
Kulis, türlü türlü senaryolarla dolu. Bir köşede, “Afrin, İdlib gibi bölgelere enerji güvenliği sağlıyoruz,” diyen bir asistan, sunumun PowerPoint’inde son düzeltmeleri yapıyor. Diğer yanda, “Sekiz noktadan ihracat, yakında yüzde yirmi beş artış!” diyerek heyecanlanan bir stajyer, notlarına eklemeler yapıyor. Bir başka köşede ise, eski bir tiyatrocu, “Perdenin arkasında gerçekler gizlidir,” diyerek derin bir iç çekiyor.
Sahnede aktör, “Çalışmalarımız tamamlandığında Suriye’de 1,6 milyon hanenin elektrik ihtiyacını karşılayacağız,” repliğini coşkuyla seslendiriyor. O an, seyirci bir kez daha düşünmeye başlıyor: “Acaba bizim köyde elektrik ne zaman ucuzlayacak? Bizim fatura neden hâlâ yüksek?” Yalancı kılavuzun peşine takılmanın komedisi tam da burada başlıyor. Gerçek ile kurgunun iç içe geçtiği bu oyunda, belki başrolde aktör var, ama asıl drama, kuliste yani perde arkasında yaşanıyor.
Son perde inmeden önce, kuliste bir diyalog yaşanıyor:
– Sence, Suriye’ye verilen elektrik mi daha ucuz, yoksa bize mi?
– Bilmem, ama burada herkes rakamlarla oynuyor, kimse faturanın altındaki küçük yazıları okumuyor!
Belki de asıl mizah, kulisteki bu gündelik sohbetlerde, herkesin bildiği ama kimsenin açıkça dillendirmediği o “büyük sır”da saklı. Çünkü enerji sahnesinde, her zaman yeni bir perde açılır; kimin gerçek kılavuz, kimin yalancı kılavuz olduğu ise ancak perde kapanınca anlaşılır.
Ve seyirci, alkışlamak mı yoksa sahneden usulca çıkmak mı gerektiğine yine kendisi karar verir.
“Reklamın İyisi Kötüsü Olmaz”
Reklamın Etki Gücü ve Toplumsal Algı
Reklamın iyisi kötüsü olmaz deyimi, bir ürünün, hizmetin ya da kişinin adının duyulmasının, olumlu ya da olumsuz şekilde gündeme gelmesinin her hâlükârda tanınırlık ve dikkat çekicilik açısından fayda sağlayacağına işaret eder. Bu yaklaşıma göre bir şeyin adının anılması, olumlu ya da olumsuz yorumlardan bağımsız olarak bir tanıtım biçimidir.
Reklamın Gücü ve Dolaşımın Önemi
Bir ürün ya da fikir, ne şekilde gündeme gelirse gelsin, insanların hafızasında yer edinir. Hakkında yapılan olumsuz eleştiriler bile bazen merak uyandırır, bilinirliği artırır ve ilgiyi diri tutar. Dolayısıyla, ister övgüyle ister eleştiriyle anılsın, reklamın temel amacı olan “dikkat çekmek” her durumda başarıya ulaşır.
Kültürel ve Toplumsal Bağlamda Anlamı
Bu deyim, özellikle medya, sanat, siyaset ve ticaret dünyasında sıkça kullanılır. Toplumun bir konuda konuşmaya başlaması, markanın veya kişinin “gündemde kalması” anlamına gelir. Olumsuz bir olay dahi çoğu zaman unutulup gider, fakat ismin hafızalarda kalmasına aracılık eder.
Gündemde Olmanın Avantajı
Birçok marka, olumsuz geri dönüşleri dahi fırsata çevirebilir. Bu nedenle, bazen “kötü reklam” olarak adlandırılan tanıtımlar bile, istenen ilgiyi yaratmada etkili olabilir. Medyanın ve iletişimin hızla yayıldığı günümüzde, bir olayın konuşulması, çoğu zaman sessiz kalmaktan daha avantajlı kabul edilir.
“Reklamın iyisi kötüsü olmaz” sözü, tanınırlığın ve algının yönetiminde olumsuz gündemin bile yararlı sonuçlar doğurabileceğine vurgu yapar. Önemli olan, ismin dolaşıma girmesi ve unutulmamasıdır. Kısacası, reklamda asıl amaç görünür olmak, konuşulmak ve zihinlerde iz bırakmaktır; bunun yolu bazen övgüden, bazen de eleştiriden geçebilir.
Madem reklamın iyisi kötüsü olmaz, köy meydanında tiyatro sahnesine çıkıp baş aktörümüzün ezberden okuduğu doğal gaz repliklerini de biraz şakaya vuralım. Her şakanın bir görünen yüzü vardır, bir de gölgede kalan, kimsenin hemen fark etmediği o ince tarafı. Tıpkı reklam gibi: Ön sahnede “Suriye’ye yılda iki milyar metreküp doğal gaz ihracı!” diyoruz, perde arkasında ise “beş milyon hanenin elektriği, bin 200 megavatlık santral...” diyerek rakamları ardı ardına sıralıyoruz. Baş aktör Bayraktar, ezberlediği replikleri öyle bir söylüyor ki, neredeyse doğalgazı tiyatro salonuna bağlayacak!
Ama işin komik tarafı, bu trajikomik sahnede reklama kendimiz de alet oluyoruz. Bir bakmışız, repliğin görünmeyen yüzünde, köydeki dededen toruna herkes elektrikle aydınlanırken çıkan gazı da esprilere malzeme yapıyor. Sonunda, “her zaman böyle trajikomik sahneler olmaz” diye gülerken, galiba reklamın da, şakanın da özünü bulmuş oluyoruz: görünmek, konuşulmak, hafızalarda kalmak!
Ne diyelim, karar sizin; reklama tiyatro, tiyatroya reklam karıştıysa, çıkan gazı da şakaya vurmak boynumuzun borcu!
Cessur Demirali Gürsu