Yaltaklanmanın terfiye, susmanın maaşa, onursuzluğun statüye dönüştüğü bir düzende, bazıları artık sadece karnını değil, kişiliğini de doyurmaya çalışıyor.
Eskiden fakirliğin bir asaleti vardı. İki lokma ekmekle doyan ama başı dik gezen insanlar vardı. Şimdi ise tok olan bile yerlerde sürünüyor. Çünkü mesele açlık değil, alçalmak. Artık herkesin bir kılıfı, bir bahanesi, bir efendisi var. Ve nereye baksan, birinin artığını yalayanlar var.
Bazen öyle bir sahne görüyorsun ki…
İnsanın midesi değil, vicdanı bulanıyor.
Bir makam uğruna dil döken, üç kuruşluk ihale için omurga büken, 'efendi' diye peşinde dolananlar çoğaldı. Kimsin sen? Hangi bataklıkta kaybettin kendini de şimdi bir başka çukurun aynasında kendine “başarı” diyorsun?
Bu ülkede artık karakter değil bağlantı aranıyor. Yetkinlik değil yalakalık. Dürüstlük değil sessizlik değerli. Sesini çıkarırsan “sorunlu” oluyorsun, başını eğersen “uyumlu”. Sistem bunu istiyor. Ve sen... eğer dabaksan, seni terfi ettiriyor.
Artık “aç kalırım ama boyun eğmem” diyen kalmadı. Çünkü insanlar aç değil, alçaklığa doymuyor. Kimi üç kuruşa, kimi bir koltuğa, kimi bir payeye satıyor kendini. Ve sonra da çıkıp, kendi gibi olmayanlara akıl veriyor.
Sen eğildiğin için o yüksekte.
Sen sustuğun için o alkışlanıyor.
Sen biat ettiğin için o ödüllendiriliyor.
Ama şunu unutma:
Bir gün senin yediğin o artıklara bile muhtaç kalabilirler.
Çünkü açlık, midede değil, ruhsuzlukta başlar.