12 Eylül Faşist Darbesi: Üzerinden 45 Yıl Geçti Ama Karanlığı Hâlen Sürüyor
12 Eylül 1980 faşist darbesi, tüm sinyalleriyle geliyordu. Dönemin iktidarı yeterince direnç gösterseydi, darbeyi önleyici bir eylemde bulunabilseydi, bu faşist karabasan milletin üzerine çökemez ve kentlerin, caddelerin, sokakların başına kara bayrağını asamazdı.
O dönemde, başta sol olmak üzere emekçi köylüler ve işçiler, diğer sivil toplum örgütleriyle birlikte bu faşist diktatörlüğün gazabına uğradı ve yerle bir edildi.
1970'li yıllar, dünyada ve ülkemizde sosyalist savaşımın doruklara çıktığı bir dönemdi. Afrika, Asya ve Güney Amerika'da emperyalist-kapitalist sistem geriletilirken, sosyalizm geniş emekçi yığınları için bir kurtuluş seçeneği olarak başarıdan başarıya koşuyordu. Türkiye'de ise geniş halk yığınları, yüzünü tam bağımsız Kemalizm'e çevirmiş ve egemen güçlerin uykularını kaçırmıştı. IMF ve Dünya Bankası'nın işbirlikçi erkler aracılığıyla uygulanan politikaları işleyemez hale gelmişti. Başta İstanbul olmak üzere sanayi bölgelerinde fabrikaların neredeyse yarısından fazlasında işçiler greve çıkmış, 24 Ocak Kararları'nın uygulanması fiilen mümkün olmamıştı.
Darbenin Ayak Sesleri ve Toplumun Hazırlanışı
Sermaye, gittikçe güçlenen Kemalizm'in ve sosyalistlerin ilerleyişini önlemek için MHP ve yan örgütlerini harekete geçirdi, onlara bol bol sokak çeteleri kurdurttu. Hemen her kentte günde 20-30 insan yaşamını yitiriyor, sokaklar kanlı bir kapışmaya sahne oluyordu. Öğrenciler, polis müdürleri, savcılar, öğretim üyeleri ve sendikacılar birer birer katlediliyor, ancak cinayetler bir türlü aydınlatılamıyordu. Milliyetçi Cepheler kuruluyor, siyasi gericilik her geçen gün tırmandırılarak solun ve sosyalistlerin üzerine korkusuzca saldırıyordu. Sermaye, bilinçli ve isteyerek ülkeyi ateşe atmış, korku ve güvensizliğin dozunu artırarak kitlelerin bıkkınlığından faydalanmayı amaçlamıştı.
Ülkemizin dini ve etnik açıdan hassas kentlerinde, iç savaş görüntüleri yaratan kanlı katliamlar gerçekleştirilmişti. Maraş ve Çorum olayları gibi korkunç boyutlara ulaşan katliamlarla, yığınların korkuya teslim olması hedeflenmişti. Sivas'ta ve Malatya'da devletin gözetiminde faşist sokak çeteleri terör estiriyor, sıkıyönetim ilan edilmesine rağmen olayların ardı arkası kesilmiyordu. Özetle, karanlık güçler kendi çıkarları için koşulları adım adım olgunlaştırıyordu. Artık 12 Eylül 1980 darbesinin ucu görünmüş sayılırdı.
Sermayenin kitle desteğini arkasına alarak faşist bir diktatörlük kuracak nesnelliği yoktu. MHP ne kadar büyürse büyüsün, sermaye MHP'ye dayanarak bir gün bile iktidarda kalamazdı ve nitekim devre dışı bırakıldı. Faşizmin kitle desteğiyle iktidarı ele geçirmesinin koşulları mevcut değildi. Bu yüzden sermaye, dünyanın dört bir yanında askeri diktatörlükler aracılığıyla iktidara el koyuyordu. Bu konuda, 12 Mart 1971 faşizmiyle zaten deneyim kazanmışlardı. Olayların darbeden sonra "şıp" diye kesilmesi, bu kışkırtmaların bilinçli olduğunu açıkça gösteriyordu.
Darbenin Getirdikleri: Korku, Dehşet ve Direniş
12 Eylül 1980 sabahı, alışık olmadığımız o ses duyuldu. Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koymuş, bildirgeler yayınlayarak demir yumruğunu solun ve sosyalistlerin tepesine indirmek üzere harekete geçmişti. Beşli Cunta'nın ağzından çıkan her söz, yasa yerine geçiyordu. Siyasi partilerin, demokratik kitle örgütlerinin ve sendikaların üyelerinin ve yöneticilerinin evleri ve iş yerleri anında basılıyor, işkencelerden geçirilip tutuklanıyorlardı. Kimileri işkencede yaşamını yitiriyor, kimileri gözaltında kayboluyordu.
Ülke, adeta büyük bir cezaevine dönüşmüştü. İşkenceler akıl almaz boyutlara ulaşmış, yaşananlar dünya çapında büyük bir tepkiye neden olmuştu.
12 Eylül faşizminden zarar görenler sadece sosyalistler değildi; namuslu bir yurttaş olmak bile zarar görmek için yeterli bir nedendi. İnsanlara büyük acılar yaşatıldı. Biraz daha şanslı olanlar sürgün ve 1402'lik (kamu görevinden atılma) olarak kurtulurken, kimileri yıllarca cezaevlerinde büyük bedeller ödemek zorunda kaldı. Mamak, Metris ve Diyarbakır gibi cezaevleri, bu uygulamalarla dünya çapında kötü bir şöhret edindi.
Tutuklular aylarca, hatta yıllarca duruşmaya çıkarılmadan bu cehennem ortamında tutuldu. Sistematik işkencelerde yaşamlarını yitirenler oldu. İlhan Erdost, Mamak'ta kaba dayak yüzünden beyin kanaması geçirerek hayatını kaybetti. Bütün bu uygulamalara karşı, ilerici, devrimci ve sosyalist tutukluların direnişi gecikmedi.
Cezaevlerinde günlerce süren direnişler başladı. Basına uygulanan ağır yasaklar nedeniyle bu direnişler ve işkenceler dışarıya yansıtılamadı, yıllarca sürecek insanlık suçları işlendi.
Ekonomik ve Toplumsal Yozlaşma
Sermaye, bu ortamda rahatlamış, sınırsız bir vurgun ve talan dönemi başlatmıştı. İşçiler grev yapma ve örgütlenme haklarından mahrum bırakılmış, emekçi kitleler ekonomik boyunduruk altına alınarak açlık ve yoksulluğa mahkûm edilmişti. İşbirlikçi sermayeye ve yabancı emperyalist ortaklarına gün doğmuştu. 24 Ocak Kararları, silahların gölgesinde uygulanmaya başlandı ve ekonominin dümeni Turgut Özal'ın eline verildi. Talan ve köşe dönmecilik, insani ne kadar değer yargısı varsa hepsini tersine çevirerek herkesin amacı haline gelmişti.
Kenan Evren, tıpkı bugünkü iktidar gibi, kürsülerden Kuran ayetleri okuyor ve kendini yalan ayetlere vermişti. Dinsel öğelerin yatıştırıcılığına soyunulmuş, her köşe başına Kuran kursları açılmıştı. Suudi Arabistan kaynaklı finansal desteklerle imamlar palazlandırılıyordu. Laiklikten bahseden ikiyüzlü gericiler ve ırkçı sözde Atatürkçüler olsa da, toplum tarikatların otlağına çevrilmişti. O dönemde devlet tarafından palazlandırılan kökten dinciler, hem mali açıdan hem de kitle desteğiyle güçlenmiş, yaşamın her alanına sızmıştı. Fethullah Gülen ve benzeri karanlık yüzlü hocalar, toplumda kendilerine yer edinmişti.
Mirasın Devamı: AKP Dönemi
12 Eylül'ün antidemokratik ve ırkçı darbesi sonrası, Cumhuriyet ve Atatürk devrimlerinin yok edilmesi için 12 Eylül'ün devamı niteliğindeki AKP iktidarı, tarikatların kontrolünde siyasi gücünün zirvesine ulaştı. Hangi taşı kaldırsanız altından yolsuzluk fışkırıyordu. Tahsin Şahinkaya gibi darbe yöneticileri, yolsuzluğun başını çekerek Güney Amerikalı uyuşturucu ticareti yapan generallerle birlikte dünyanın en zengin 25 generali arasına girmişti. 12 Eylül ve onun himayesindekileri en iyi anlatan sözcüklerden biri yolsuzluktu.
Budanan 1961 Anayasası, yerini temel hak ve özgürlükleri sonuna kadar kısan 1982 Anayasası'na bıraktı. Bu anayasa, darbe karşıtı bir uygulama ile %90'ları aşan bir çoğunlukla kabul ettirilerek, darbecilerin yargılanmasını engelleyen bir madde de içeriyordu. Kurulan Sıkıyönetim Mahkemeleri, hukuksuz bir işleyişe sahipti. Tıpkı daha sonra kurulan Ergenekon Mahkemeleri gibi, siyasi sanıklar düşman muamelesi görüyor, avukatları savunma haklarını kullanamıyorlardı. Erdal Eren ve Necdet Adalı gibi yaşları küçük olmalarına rağmen idam cezası aldı ve cezaları infaz edildi. Yasaların hiçe sayıldığı bu dönemde, uygulamalar açıktan açığa bir öç alımına dönüşmüştü.
İç ve dış borçlar neredeyse üçe katlanmış, ülkenin öz kaynakları faiz ödemelerine harcanır olmuştu. IMF, Dünya Bankası ve emperyalist güçlerden gelen istekler tartışmasız uygulanıyor, özelleştirme talanı yeni liberaller tarafından bir kurtuluş gibi savunuluyordu. Türk lirası sürekli değer kaybediyor, Amerikan doları günlük yaşamın bir parçası haline geliyordu. Üretmeden tüketmek moda bir hastalık olmuş, ülke ekonomik, sosyal ve siyasal açıdan 12 Eylül cuntasının cenderesi altında sıkışmıştı.
Sonuç: Yaşayan Bir Miras
12 Eylül cuntası, faşizmin kara bayrağını ülkemizin her yerine asarak emekçi kitleleri inim inim inletmişti. Bugün yaşadığımız sorunların neredeyse tamamı, 12 Eylül'ün suçudur ve yaptıkları yanlarına kâr kalmamalıdır. Bizler, Kemalistler ve sosyalistler olarak, ülkemizin hem sahipleri hem de vicdanıyız. Bu nedenle bir kez daha diyoruz ki: “Yaşasın tam bağımsız Kemalist Türkiye Cumhuriyeti, kahrolsun faşist cunta ve bugün onun mirasını sürdüren AKP ve çürümüş çağ dışı zihniyeti!”
12 Eylül karanlığı ve yarattığı kaos, AKP iktidarlarıyla hız kesmeden her alanda devam etmektedir. 12 Eylül 1980 tarihinde Kenan Evren'in bildirisinde iddia ettiği gibi "başka bir çıkış yolu kalmadığı" gerekçesiyle yönetime el koyan Türk Silahlı Kuvvetleri, aslında CIA'in "bizim çocuklar başardı" sözleriyle tescillenmiş bir emperyalist piyonuydu. Darbe, temel hak ve özgürlüklerin, siyasi ve ekonomik özgürlüklerin yok edildiği, işkencenin ve gözaltında kayıpların sıradanlaştığı bir süreçti.
12 Eylül cuntası, demokratik güçleri ve solcuları ezmek için başlattığı insan avıyla toplumda teslimiyet ve çaresizlik duygusu yaratmış, halkın politikaya ve sosyalist düşünceye karşı olumsuz bir tutum içine girmesine neden olmuştur. Sola karşı İslam felsefesini topluma dayatan darbe, bugünün imam hatipleştirilmiş eğitim sistemini, haksızlıklara karşı tepki veremeyen bir insan tipini ve tümüyle dışa bağımlı bir ülkeyi öngörüyordu.
O günlerde yaşananlar, bugünün gençleri için sadece bir anı olmaktan öteye gitmiyor. Ancak o gün ödenen bedellerin acısı, bugünün gençleri tarafından farklı şekillerde ödenmeye devam ediyor.
12 Eylül bir "oldubitti" değil, yaratılmak istenen insan tipinin tohumlarının kanla, akıl almaz hukuk dışı yöntemlerle toplumun bağrına atıldığı bir gündür. 1970'lerden başlayan, 24 Ocak Kararları ile devam eden ve nihayetinde o kara günde en üst düzeyde gerçekleşen emperyalist saldırı sürecinin bir parçasıdır. Ve bu süreç, maalesef hâlen devam etmektedir. Bugünü anlamak için önce 12 Eylül'ü ve onun yarattığı karanlık süreci tanımak gerekir; bu sayede 23 yıllık mevcut iktidarın, 12 Eylül faşist darbesinin devamı niteliğindeki ilişkileri daha net görülebilir. 12.Eylül 2025…
Ali Berham ŞAHBUDAK