İDDİANAME
Cumhurbaşkanı ve AKP’nin Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, çok önem verdiği İstanbul Büyükşehir Belediye seçimlerinde üst üste iki kez CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu’na yenilince kara kara düşünmeye başlamıştı. Çünkü ona göre İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybederdi. Yoksa bu dalga ülkenin diğer kentlerine de sirayet edecek ve çok sevdiği iktidarından olacak mıydı?
Erdoğan ve hükümeti, hangi parti kazanırsa kazansın genel idarenin belediye ile birlikte yurttaşların daha güvenli ve gönençli bir hayata kavuşması için çalışacağına, İstanbul Belediyenin ayaklarına pranga vurmaya başladı. Onu meşru saymadı, madem ki kendisinin en güvendiği adamlarını öne sürdüğü halde seçimi kaybetmişti, İstanbul, muhalefete de yar olmamalıydı. Hükümetin bunun için bazı önlemler aldığını herkes biliyor. Belediye gelirlerine el koymaya, geçmişten kalan alacakları tahsil etmeye, projelerine engel olmaya çalıştığını da herkes gördü.
Yüksek Seçim Kurulunu da alet ederek ilk belediye seçimlerini iptal etmesine rağmen, İstanbul halkının daha büyük bir oy oranıyla muhalefetin adayına oy verme nedenini Erdoğan anlamamış veya kabul etmemiş görünüyor. İstanbulluların çoğunluğu artık iktidar partisinden ve onun başındaki Erdoğan’dan bıkmıştır. Onu istememektedir. Çünkü bu iktidar, Belediye gelirlerini kendi yandaşları arasına paylaştırmakta ısrarlıdır. Terazinin ayarı iyice bozulmuştur. Öyle bir yönetimle doğru dürüst bir kapitalizm bile sürdürülemez.
Ekrem İmamoğlu
Belediye başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözü yükseklerdedir. İlçe ve iki kez kazandığı Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile yetinecek gibi değildir. Cumhurbaşkanı olmalıdır. Son Cumhurbaşkanlığı seçiminde Kılıçtaroğlu’nun başkan yardımcılığına razı olmuş ise de cumhurbaşkanlığına giden yolları döşemelidir. Bunun için önce CHP yönetimini istediği kadrolardan oluşturmalı ve kendisini partinin adayı olarak ilan etmelerini sağlamalıdır. Kılıçtaroğlu’na karşı desteklediği Özgür Özel İmamoğlu için derhal kolları sıvayarak, CHP’nin kamuoyu yoklamalarında birinci parti gözükmesinden de güç alarak erken seçim istemeye başlamıştır.
Özgül Özel
Özgül Özel, daha önce milletvekilliği ve partisinde yöneticiliklerde bulunduğu halde, genel başkan seçildikten sonra Türkiye siyasi hayatının ortasına deyim yerindeyse bir bomba gibi düştü. Türkiye’nin çok partili hayatında söz ustası Osman Bölükbaşı, Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit’i aratmayacak bir belagate sahip olduğu anlaşıldı. Düzgün ve kızlı konuşmakta, olayları çabuk kavramakta ve anında tepki verebilmektedir. Bir güne birçok işi sığdırmaktadır. Geceleri uykusunu alıp almadığı merak edilmektedir. Muhakemesi oldukça sağlamdır. Halka özgürlük ve refah vaat etmekte, partisinin solundaki kişilerin ve Kürtlerin desteğini de almak isteyen bir strateji izlemektedir. Zaafı ise, partinin başındaki kişi olarak cumhurbaşkanlığına giden yolun taşlarını döşemek yerine, çalışmalarını Ekrem İmamoğlu’na endekslemiş olmasıdır.
Direniş aracı mitingler
Ekrem İmamoğlu’nun tutuklandığı günden başlayarak haftanın iki günü biri İstanbul ilçelerinden birinde, diğeri bir kent merkezinde düzenlediği mitinglerin ise benzeri siyasi hayatımızda görülmemiştir. Meydanlara kalabalıkları toplamış ve onlarla iletişimini başarılı bir biçimde kurmuştur. Tekrarlarla, kalabalıklara daha önce sol-sosyalist partilerin toplantılarında söylenmekte olan bazı slogan ve marşları geniş kitlelere mal etmeyi başarmıştır. “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz” bunlardandır. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Nazım Hikmet’in hapisliği döneminde yazdığı “Yiğidim, aslansım burda yatıyor” şiiri Uğur Mumcu gibi katledilen devrimciler için söylenirken onu Silivri’de tutuklu İmamoğlu ve arkadaşlarına adapte etmiştir. Mitinglerin demirbaş marşlarından biri olan Gençlik Marşı da muhalefetin mücadele azmini dile getirmektedir.
Dört bin sayfalık iddianame
İmamoğlu ve arkadaşları için açılan davanın esas amacı onu çeşitli suçlardan mahkûm ederek cumhurbaşkanlığı adaylığını önlemektir. Onun kadar önemli olan ikinci amacı da İstanbul’un gelirlerine el koymaktır. İddianame, Hükümetin, yolsuzluklara karşı olduğunun değil, yolsuzluk bahanesi ile İmamoğlu’nun adaylığını engelleme ve CHP’nin zaafa düşürülmesidir. Bunun herkes tarafından görülen kanıtı, başta kendi başbakanlığı döneminde bakanları çeşitli yolsuzluklara karıştığının belirlenmesine rağmen onlar hakkında dava açılmasını önlemesidir. Belediyelerde ihaleler nedeniyle büyük paralar döndüğü ve ilgililerden en azından bir kısmının bundan nimetlendiği halde AKP’li belediyeler hakkında böyle bir soruşturmaya gidilmemektedir. Meşru olmadığı belli olan bir para yığınını “Sıfırla oğlum sıfırla” sözleriyle saklamaya çalışma çabası unutulmadı. 
Haklarında birçok yolsuzluk iddiası bulunduğu halde, AKP’li siyasetçiler, yerel yöneticiler ve müteahhitlerden hesap sorulmamasının nedeni iktidarın ellerinde olmasıdır. Bunları kovalayacak kolluk güçleri, araştırıp soruşturacak yargı, millete anlatacak medya iktidarın elinde bulundukça da yolsuzlukları soruşturmak ve mahkûm etmek mümkün olmayacaktır. Bunlardan hesap sorulması, ancak iktidarın el değiştirmesiyle mümkündür. Erdoğan hesap sorulmasını önlemek için de canhıraş bir biçimde devlet gücünü harekete geçirmektedirler.
Ne Var Bunda? Herkes Yapıyor.
İktidar, bütün gücüyle CHP’ye yüklendiği ve ona ağır cezalık suçlar yüklediği halde, anketlerde CHP’nin oyu düşmüyor. Çünkü partilerin taraftarları, oy verdikleri kişilere bağlılıklarını haksız kazanç edinip edinmediğine göre değil, kendilerine ne koklattığı ile belirliyor. Öyle olmasaydı, AKP’nin oyları en aşağılarda seyrederdi. Onun için taraftarlarının “çalıyor ama çalışıyor” sözleri her şeyi açıklar. Bu iddianame, CHP taraftarlarını partilerinden caydırmayacak. Onu bırakıp AKP’ye oy verseler, onun yıllardır daha büyük hortumların başında oturduğunu biliyorlar.
Ankara’dan memlekete gidenlere “Orada ne var ne yok?” diye sorarlar. Bir gidişimde bir muhterem kişi bana da Ankara’da neler olduğunu sordu. Özal’ın Millî Eğitim Bakanının bir gazeteci ile aşk yaşadığı haberinin şu sırada en çok konuşulan konu olduğunu söyleyince hayret etti. “Ne var bunda her erkeğin yapmak istediği şey” dedi. İstanbul Büyükşehir’de bazı kişilerin haksız kazanç elde etmeye çalışması için de “Ne var bunda, çoğu iktidar sahibinin yaptığı şeydir. “Bal tutan parmağını yalar” diye boşuna söylememişler.
İmamoğlu davasının niteliği
İmamoğlu davası, 1925, 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 sonrası açılan toplu davalara ve Ergenekon, ardından Fetullahçı örgütün yargılamalarına benziyor. 1925 Takriri Sükunu hükümetin muhalefete yaptığı bir darbe idi. Askerî Darbeler sonrasında çok sanıklı davalar açıldı. Bunlardan biri olan ve 1971’de açılan Dev-Genç davasında yargılananlardan biriydim. 500 sanıklı ve iddianamesi bunun beşte birinden daha ince olan Dev-Genç Davası yaklaşık üç yıl sürmüştü. Söz ve yazılarımdan ötürü 9 yıl 10 ay hüküm giydim. Anayasa Mahkemesi’nin af yasasını lehimize yorumlaması üzerine üç yıl iki ay yattıktan sonra çıktım ve mesleğime döndüm. Dolayısıyla bu tip davaların niteliği hakkında yaşamışlıktan gelen görüşlerim var. Ancak bir süreden beri askerî darbelerin yerini hükümet darbeleri almış bulunuyor.
Bu davanın, yıllarca süreceği anlaşılıyor. Erdoğan’ın mahkemeye bırakmadan mahkum ettiği bu davanın sanıkları kolay kolay beraat edemez. Hüküm vermeden önce ince eleyip sık dokuyacak bir mekanizmanın da ortada olmadığı görülüyor. İmamoğlu’nun ancak bir CHP iktidarında hapisten çıkacağını sanıyorum. Dolayısıyla cumhurbaşkanı adaylığı engellenecektir. Diploması iptal edilerek adaylığının önü zaten kapatılmış bulunuyor. Gene de “Gün doğmadan neler doğar!” sözüne inanmak gerekir.,
Bakarsın hükümet için daha büyük bir gaile çıkar iki tarafla da vuruşmak zor olacağından Ergenekon’da olduğu gibi bütün sanıklar bırakılır.
CHP Ne Yapmalı?
CHP’nin bu aşamada yapması gereken, haksız yere tutuklandıklarına inandığı üyelerini siyasi ve hukuki olarak savunmaktır. Herhalde bunun için en etkili hukukçuları devreye sokacaktır. Fakat, İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığında ısrar etmenin bir faydası yoktur. Söz aramızda, cumhurbaşkanlığı için İmamoğlu zaten uygun kişi değildi. Kamuoyu yoklamalarında Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş, açık ara önde görünmekteydi. Bunları, daha önce yazdığım için rahat konuşuyorum. İmamoğlu kendi adaylığını partiye dayatmıştı. Bunun için AKP’nin yanaşmayacağı biline biline bir erken seçim ısrarında bulunulmuştur. 
Bu iddianame ve tutuklamalardan CHP için çıkan bir ders de vardır. Başında bulunduğu yerel yönetimlerde mali harcamalarda kılı kırk yararak hiç kimsenin bu konuda şikâyetine meydan vermemek. Bu, karşısındaki kişilere koz vermemekten öte zaten ahlaki bir zaafın önüne geçmek için de gereklidir. Parti, bu konudaki denetim mekanizmalarını kendisi kurmalı, kamunun malını ister kendisi için, ister parti faaliyetleri için çalanları cezalandırmalı ve partinin dışına atmalıdır.
Ben Şöyle Düşünüyorum
Bana gelince, Hükümetin İstanbul Büyükşehir Belediyesine yaptığı haksızlıklar konusunda çok şey yazdıysam da İmamoğlu’nu da gerektiğinde eleştirdim. Bu konudaki ilk yazım 30 Ocak 1920 tarihle “Tatilde Kayak Keyfi” başlığını taşıyordu. İkincisi 28 Ocak 2022’de paylaştığım “İngiliz Büyükelçi ile Balıkçıda” yazısıdır. 13 Şubat 2015 tarihli yazım “Muhalefetin Başkan Adayı Nasıl Belirlenmelidir?” idi. Nihayet 17 Mart 2025’te “Pişmiş Ata Su Katmak Gibi Olmasın Ama” başlığın taşıyordu ve adaylık konusunda yapılan aceleciliği eleştiriyordum. Benim hayal ettiğim cumhurbaşkanı adayı, az ve öz konuşan, ağırbaşlı ve servet sahibi olmayan bir akil kişidir. Seçim çalışmasını o değil, partisi ve taraftarları yapar. O kendisini aday göstermez. Onu aday gösterirler.
Sonuç olarak İmamoğlu İddianamesi, siyasi hayatımızın nasıl kurgulanmak istendiğini gösteren bir belge olduğu kadar millet için çıkarılacak derslerle doludur.
(17 Kasım 2025)
Zeki Sarıhan


