CHP Adalet Bakanlığı’ndan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve İzmir Milletvekili Gökçe Gökçen, TBMM’de kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’na ilişkin partisinin genel merkezinde basın toplantısı düzenledi.
Gökçen’in açıklamaları şöyle:
“TBMM Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, dün onuncu kez toplandı. Bu toplantıda çatışma çözümü alanında çalışan akademisyenlerin görüşlerini dinledik. Prof. Dr. Havva Kökarslan, Prof. Dr. Sevtap Yokuş Vesnedaroğlu, Prof. Dr. Ayşe Betül Çelik, Doç. Dr. Esra Çuhadar, Büyükelçi Fatih Ulusoy, Hüseyin Oruç, Prof. Dr. Deniz Ülke Kaynak, Doç Dr. Vahap Coşkun, Prof. Dr. Talha Köse’yi dinledik komisyonda dün. Bir hatırlatma yapmak gerekirse CHP olarak biz, toplumsal barışın inşası ve terörünün alıcı olarak sonlanması için adresin TBMM olduğunu söyledik ve TBMM’de bir komisyonun kurulması gerektiğini ifade etmiştik. Başta şehit aileleri olmak üzere, tüm kesimlerin dinlenilmesi ve bu komisyonda konuşacakların da ifade özgürlüğünün güvence altına alınması gerektiğini savunmuştuk. Kapsayıcılık ve herkesi dahil etmenin bu süreçte hayati olduğunu ifade etmiştik. Ve demokratikleşme yönünde birtakım adımların atılmasının çözümü için gerekli olduğunu söylemiştik. Ve bir ‘Demokratikleşme Paketi’nden bahsetmiştik.
“GÜVEN ARTTIRICI ADIMLARIN ATILMASI...”
Dünkü toplantıda özellikle önceki toplantılara göre daha fazla kadın temsilcinin konuşması, görüşlerini dile getirmesi olumlu. Çünkü Birleşmiş Milletler'in (BM) Güvenlik Konseyi kararı gereği bu tür süreçlerde kadınların görüşünü dile getirilmesi, kadın öznelerin dinlenilmesi ve süreçlere katılması önemli ve gerekli görülüyor. Dünkü toplantıda farklı ülke örnekleri; özellikle Filipinler, Kolombiya, Kuzey İrlanda, Güney Afrika gibi farklı ülke örneklerinden bahsedildi. Ve bu örneklerdeki çatışma çözüm süreçleri hakkında ayrıntılı bilgiler verildi. Ve bütün bunlara karşılık bu örneklerden ders çıkarıp örnekler alınarak hareket edilmesi ancak Türkiye'ye özgü yeni bir modelin inşa edilmesi gerektiği dile getirildi. Barış ve çözüm iradesinin açıkça dile getiriliyor olmasının altı çizildi. Türkiye'de, toplumda sürece desteğin yüksek olmasına karşı güvenin düşük olduğunun altı çizildi. Dil ve üslubun yeni bir sürece uygun olarak yeniden düzenlenmesi, yeniden benimsenmesi gerektiğinin altı çizildi. Ve birtakım güven arttırıcı adımların atılması gerektiği söylenildi. Ve bu güven arttırıcı adımlar sadece silah bırakma süreciyle ilgili değil, barışın toplumsallaşması açısından toplumun güvenini arttıracak olan adımlar olarak da dile getirildi.
“‘BİZİM GÜVENCEMİZ VAR MI’ DENİLDİĞİNE ŞAHİT OLDUK”
Negatif barış ve pozitif barış kavramlarından bahsedildi. Negatif barış dediğimiz aslında terör ve şiddetin sonlandırılması süreci ve pozitif barış ise barışın toplumsallaşması, yani toplumsal barış dediğimiz adalet, demokratikleşme ve insan haklarıyla bütüncül bir yaklaşımla ancak kalıcı bir barışın inşa edebileceği dile getirildi. Ve sürecin tasarımı, plan, bilgilendirme ve hedef konusundaki eksikliklerin altı çizildi. Ne demek yani bu? Sürecin ne olduğu, nereden kaynaklandığı, hedefinin ne olduğunun bilinmezliği, toplumun bu konudaki soru işaretlerinin hala korunuyor olmasının bir eksiklik olduğunun altı çizildi. Ve bir akademisyenin de ‘Biz burada konuşuyoruz. Bizim güvencemiz var mı, bilmiyorum’ demesi hepimizin dikkatini çekti. Biz, biraz önce söylediğim gibi CHP olarak bu tür süreçlerde TBMM’nin, yani parlamentonun esas olması, adres olması; burada kurulacak olan komisyonda dile getirilecek görüşlerin de aynı yasama bağışıklığında olduğu gibi, ifade özgürlüğü kapsamında olması ve burada konuşulanların daha sonra yargılamaya konu olmayacağının tüm katılımcılar tarafından bilinmesi gerektiğini, böyle bir güvenceyle hareket edilmesi gerektiğini ancak gerçek bir ifade özgürlüğü olduğu ortamda sorunların gerçekçi bir şekilde konuşulabileceğini ifade etmiştik. Böyle bir güvence olmadığı için akademisyenlerin kendi ağzından bile ‘Bizim güvencemiz var mı, bilmiyorum’ denildiğine şahit olduk.
“İSTANBUL İL BAŞKANLIĞI’NA KAYYUM ATAYAN ZİHNİYET BİR BÜTÜN”
Biz CHP olarak bu komisyona, ‘Çözümün adresi TBMM diyen’ irade olarak katıldık, herhangi bir pazarlık üzerine katılmamıştık. Ancak geçtiğimiz haftaki toplantı öncesinde İstanbul eski il başkanlığımız abluka altına alındı. Burada milletvekillerine, vatandaşlarımıza, gazetecilere şiddet uygulandı, kapalı alanda biber gazı kullanıldı, gazetecilere plastik mermiyle saldırıldı ve İstanbul İl Başkanlığımıza kayyum atandı. Kayyum siyaseti aslında bir bütün. Seçilmişi tanımayan, halkın iradesini kendisine tehdit olarak gören, siyasi partilerin iradesine saygı duymayan bir anlayış. ‘Benim muhalefetim, benim istediğim gibi hareket etsin’ diyen bir anlayış var karşımızda. Belediyelere, üniversitelere ve en son CHP’nin İstanbul İl Başkanlığı’na hukuksuzca kayyum atayan zihniyet bir bütün. Ve bütün bunlara karşılık ‘Vesayet değil, siyaset’ diyen bir toplum var karşımızda.
“HUKUK DEVLETİNDE OLMAZ”
Önceki gün Bayrampaşa Belediye Başkanımız Hasan Mutlu, AKP'ye geçmeme suçundan tutuklandı. Dün emekli Albay Orkun Özeller, eleştirilerini ifade ettiği için tutuklandı. 15 buçuk milyon yurttaşımızın oyuyla Cumhurbaşkanı adayımız olan İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanımız Ekrem İmamoğlu, Erdoğan'ı bir değil, iki değil, üç değil, dört kez yenmek suçundan tutuklu. Birçok siyasetçi ve bürokrat CHP, Türkiye'nin birinci partisi olduğu ve olmaya devam ettiği için bir tuttu. ‘Kent uzlaşısı’ diye bir suç uydurdular. Biz aslında buna ‘Türkiye ittifakı’ diyoruz. Ne demiştik? Sosyal demokratlar, milliyetçi demokratlar, Kürt demokratlar, muhafazakar demokratlar Türkiye ittifakını kurdular. Yargıyla siyaseti dizayn etmek isteyenler bu demokratik stratejiyi bir suç olarak tanımladı. Bugün de bir duruşması görülecek bir suçun. İddianamelere, -tırnak içinde söylüyorum- ‘Batı’daki Kürtlerin belediyelerde temsil edilmesi’ diye suç iddiaları yazdılar. Böyle bir suç olur mu? Türkiye'yi batı ve doğu diye ayırmak olur mu? İnsanlarımızı Türk ve Kürt diye ayırmak olur mu? Demokratik bir stratejiyi suç olarak tanımlamak olur mu? Olmaz. Bir hukuk devletinde olmaz. Bu yargının yapacağı bir iş değildir.
“AHMET ÖZER KOMİSYONA GELEREK GÖRÜŞLERİNİ İFADE ETMELİ”
Bir taraftan süreç devam ederken, komisyon toplantıları devam ederken diğer yandan bu suçtan tutuklu yargılamanın absürtlüğünün altını çizmek istiyorum. Şişli Belediye Başkanımız Resul Emrah Şahan hakkında önce kent uzlaşısından dolayı tutuklama kararı vermişlerdi, şimdi ise sürecin devam etmesinden dolayı olacak ki yeniden tutuklama kararı verdiler bambaşka bir suç uydurup. Aynı Esenyurt Belediye Başkanımız Ahmet Özer'e yaptıkları gibi. Biz dün komisyonda değerli akademisyenleri dinledik. Çatışma çözümü ve barış alanında çalışan akademisyenleri. Fakat aralarında önemli bir eksik vardı; Prof. Dr. Ahmet Özer. Daha önce TBMM’ye çağrılmış, tam da bu konuda görüşlerini ifade etmiş, hatta pek çok AKP'li siyasetçi tarafından arka arkaya teşekkür mektupları yazılmış bir siyasetçi, bir akademisyen. Şimdi ise bu süreç devam ederken kendisi cezaevinde. Prof. Dr. Ahmet Özer'in bir suçu Esenyurt'ta CHP’li olarak seçimi kazanmak, bir diğer suçu da hayatı boyunca toplumsal barışın inşası için çalışmış olan bir akademisyen olmak. CHP olarak komisyona bir öneride bulunmuştuk. Ve Prof. Dr. Ahmet Özen'in serbest bırakılarak TBMM’ye gelmesini ve görüşlerini komisyonda paylaşmasını önermiştik. Tekrar altını çiziyoruz: Ahmet Özer serbest bırakılmalıdır ve Meclis’teki komisyona gelerek görüşlerini ifade etmelidir.
“KOMİSYONUN GÜNDEMİNE DERHAL ALINMALIDIR”
Gerçek bir çözüm için komisyon, hasta tutukluların durumunu acilen gündemine almalıdır. Beylikdüzü Belediye Başkanımız Mehmet Murat Çalık, kendisinin kan ölçümleri yapılıyor, toplam 16 ölçüm yapılıyor. Bu 16 ölçümden 13’ü normal sınırların dışında, sadece üçü normal sınırların içinde. Ve bir adli tıp raporu düzenleniyor, sadece normal sınırların içinde olan üç ölçüm esas alınıyor diğer hastanelerdeki raporların aksine. Ve bu adli tıp roporu üzerinden, dosya üzerinden karar veren Anayasa Mahkemesi (AYM), ‘Burada maddi ve manevi varlığın bütünlüğü ihlal edilmemiştir’ sonucuna varıyor. Mehmet Murat Çalık bir tutuklu. Kendisi hakkında hala bir iddianame bile yok. Yani masumiyet karinesi Mehmet Murat Çalık için geçerlidir. Yani adli tıp raporuna bile gerek yoktur serbest kalması için. Ve hastalığın nüks etme riski vardır, bu doktor raporlarıyla da sabittir. Bu nedenle başta Mehmet Murat Çalık olmak üzere, ayrıca Antalya Büyükşehir Belediye Başkanımız günde 14 ilaç kullanan, daha önce kovid hastalığında ölümden dönmüş Muhittin Böcek olmak üzere, eski Sarıyer Belediye Başkanımız Şükrü Genç olmak üzere; tüm hasta tutukluların durumu, komisyonun gündemine derhal alınmalıdır.
“BU KOMİSYON KAYYUMLAR KONUSUNDA KARAR VEREBİLİR”
Belediyelerden kayyumlar geri çekilmelidir. Belediyeye, üniversiteye, parti il binasına kayyum atayan bir zihniyet, aslında halkın iradesine kayyum atamıştır. Kayyumların geri çekilmesi aslında İçişleri Bakanı'nın bir tek imzasıyla mümkündür. Ancak bir daha OHAL döneminden kalan hiçbir uygulamanın kalıcı olarak hukuk sistemimizde var olmamasını savunduğumuz gibi, kayyumu düzenleyen yasa maddesinin geri çekilmesi için 11 siyasi parti olarak bir kanun teklifi vermiştik. Ve bu kanun teklifi halen TBMM’nin gündeme alınmadı. Bu komisyon kayyumlar konusunda karar verebilir ve kayyumların geri çekilmesi, bir daha hiçbir belediyeye kayyum atanmaması aynı OHAL döneminin öncesinde olduğu gibi, eğer belediye başkanı hakkında bir soruşturma, bir tutuklama, bir yargılama varsa o zaman belediye meclisi içinden seçim yapılmasına yönelik düzenlemeye geri dönülmesi çok kolaydır ve mümkündür. Komisyonun derhal bu konuyu gündeme alması gerekir.
“TUTUKLULUK ANCAK İSTİSNAİ HALLERDE MÜMKÜN OLABİLİR”
Ve komisyonun gündeme alınması gerektiğini düşündüğümüz bir başka konu: Tutukluluğun istisna olması. Aslında kanunlara baktığınızda, mevzuata baktığınızda tutukluluk ancak istisnai hallerde mümkün olabilir. Ancak şimdi siyasetçiler için tutukluluk kural ve tutuksuz yargılama istisna olarak kabul edilmektedir. Ve tutukluluk yargının siyaseti dizayn etme aracı olarak kullanılmaktadır. Siyaseti dizayn çabalarına bu şekilde son verilmesi gerekir. Ve cezaevi idari ve gözlem kurullarının keyfi kararlarına derhal son verilmelidir. Bu kararlarla birlikte özellikle infazı tamamlanan hükümlülerin serbest kalmasının önüne geçilmektedir. Disiplin işlemleriyle birlikte cezaevindeki koşullar ağırlaştırılmaktadır. İdare ve gözlem kurulları aslında hakimlerin vermesi gerektiği kararı, kanuna uygun verilmesi gereken kararları keyfi koşullara bağlamış ve bu keyfi koşulların uygulanması sonucunda siyasi hükümlülere, ‘Pişman mısın’ sorularını sormaktadır. Cezaevi idare ve gözlem kurullarının keyfi kararlarına son verilmesi gerekir.
“TİKTOKÇU BİR ANLAYIŞ TOPLUMSAL BARIŞI İNŞA EDEMEZ”
Atılması gereken daha birçok adım var ve biz bunların sadece bir kısmını Demokratikleşme Paketimizde dile getirmiştik ve komisyona sunmuştuk. Atılması gereken daha birçok adım, toplumun Meclis’e de güven duymasını sağlayacaktır. Ancak bunun tam aksi yönünde adımlar atılmakta, demokrasiden uzaklaşmanın ekonomik maliyeti de yeniden topluma yüklenmektedir. Unutulmamalıdır ki bir yandan kendi yurttaşlarıyla barışmayan, meydanlardaki kalabalıkların iradesini görmeyen; diğer yanda Orta Doğu ve dünyadaki gerilimlerin ciddiyetini fark etmeyen TikTokçu bir anlayış toplumsal barışı da inşa edemez. Gerçek bir toplumsal barış ancak samimiyetle, demokratikleşmeyle, adaletle mümkündür. CHP olarak bizler bu sorumluluk ve bilinçle komisyonda ve mecliste ve sokaklarda çalışmalarımıza ve kararlı mücadelemize devam edeceğiz.”
Kaynak : cumhuriyet.com