HAYATIN TEFEKKÜRÜ
Rıza Yurddaş hakkında açıkçası internet ortamında pek bir bilgiye ulaşamadım. Sadece İzan Yayıncılıktan çıkmış iki kitabı olduğunu biliyorum: Hayatın Kıyısından (2023) ve Hayatın Tefekkürü (2025). Ben bugün size ikinci kitabı olan ‘Hayatın Tefekkürü’ üzerine bir şeyler yazacağım.
Kitapta yazar, çocukluk anılarından, hayatın geçiciliği, inanç sorgulaması, geçmişle yüzleşmeye kadar uzanan temalar işliyor. Okuru bir tür “nezaket ziyareti”ne davet ediyor. Kendi yaşanmışlıkları üzerinden bir hayat tefekkürüne davet ediyor.
“Tefekkür” kelimesi, sadece düşünmek değil, düşünce üzerine düşünmek, yani felsefenin özüyle ilgilidir. Yazar, yaşadıklarını yalnızca anlatmaz, her olayın anlamını ve ruhsal boyutunu irdeler. Bu, hem Doğu felsefesi (özellikle tasavvufi düşünce) hem de Batı metafiziği açısından derin bir sorgulamadır. “Tefekkür” burada bir bilgi edinme değil, kendini bulma, kendini tanıma, öz’e ulaşma yoludur – bu da felsefenin özüdür.
Hayatın Tefekkürü, yaşamın geçiciliğine ve faniliğine odaklanıyor. Okuru hayatın anlamını sorgulamaya ve içsel bir farkındalık geliştirmeye teşvik ediyor. Ölüm korkusu yerine hayatın değerini anlamaya yöneltiyor.
Çocukluk anıları, bastırılmış duygular ve özlemlerle dolu. Melankoli ve hüzün, bilinçdışı yas süreçlerine işaret eder. Kaleme alınan düşünceler, bir tür katarsis (duygusal boşalım) aracıdır. Bu açıdan kitap, yazarın iç dünyasında yaptığı bir “psikolojik kazı” gibi de okunabilir.
Yazar, içsel sorgulamalarla öz benliğini bulma çabası içindedir. Hayat deneyimleri üzerinden kendi anlamını üretir. Okura da aynı süreci yaşaması için ilham verir: Kendi hayatını sorgulama, duygularıyla barışma, içsel huzur arayışı… Bu yönüyle eser, okuyucuyu kendilik bilincini geliştirmeye yönlendiren bir "kişisel büyüme" metni olarak görülebilir.
Kitap, bireyin kendi iç dünyasıyla hesaplaşması üzerinden toplumun dayattığı normlarla, değerlerle ve rollerle yüzleşmesini yansıtır: Yazar, toplumun bireye biçtiği rolleri sorgular (örneğin "iyi insan", "uyumlu birey", "fedakâr çocuk"). Toplumun beklentileriyle bireyin içsel arzuları arasındaki çatışmalar açıkça hissedilir. Bu açıdan kitap, bireyin modern toplumdaki yalnızlaşması, yabancılaşması ve kimlik arayışı üzerine sosyolojik bir metin olarak da görülebilinir.
Kitapta sıkça görülen hüzün, içe kapanma ve sessizlik, bireysel psikolojiden çok, modern toplumun yalnızlaştırıcı yapısıyla ilgilidir: Aile içi ilişkilerdeki çözülmeler, kalabalıklar içindeki yalnızlık, sosyal rollerin yüzeyselleşmesi… Bu noktada Hayatın Tefekkürü, Zygmunt Bauman’ın dediği gibi: İlişkiler geçici, aidiyetler zayıf, bireyler yönsüz ve yalnızdır.
Yazarın anlatımında, kimlik çatışması ve aidiyet arayışı önemli yer tutar: Kendine ve çevresine karşı bir yabancılaşma hissi söz konusu. “Ben kimim?”, “Bu toplumda yerim ne?”, “Nereye aitim?” gibi sorular satır aralarında sezdirilir. Bu, özellikle postmodern toplumlarda bireyin kimlik arayışının bir yansımasıdır. Tekil ve sabit kimliklerin yerini çoklu, parçalı ve kırılgan kimlikler almıştır.
Kitapta hissedilen nostalji ve geçmişe duyulan özlem, aynı zamanda bir kuşak farkının da ifadesidir: Yeni nesillerle eski kuşaklar arasında değerler çatışması vardır. Anlatıcı, hem bir zamanlar ait olduğu kültürü kaybetmenin hüznünü yaşar, hem de bugünün hız ve yüzeysellik çağında kaybolmuş hisseder.
Kitapta tefekkür ve inanç teması sıkça geçiyor. Bu, bireysel bir iman meselesi olmanın ötesinde, toplumun manevi yapısıyla ilgilidir: İnanç, bir sığınak, anlam kaynağı ve aynı zamanda toplumsal düzenleyici olarak ele alınır. Modern yaşamın getirdiği anlamsızlık ve manevi boşluk, dini ya da kültürel değerlerin zayıflamasıyla açıklanabilir. Durkheim’ın “anomi” kavramı burada devreye girer: Toplumsal normların zayıflaması, bireyde yönsüzlük ve boşluk duygusu yaratır.
Kitapta sıkça karşılaştığımız düşünsel temalardan biri de kader ve özgür irade üzerinedir: Kişisel hayatın akışı, karşılaşılan zorluklar, alınan kararlar üzerine yapılan içsel sorgulamalar, insanın ne kadar özgür olduğu sorusunu gündeme getirir. Bu da Spinoza’nın determinizmi ya da Kierkegaard’ın bireysel özgürlük ve seçimleriyle tartışılabilir. Kitap, “İnsan kendi kaderini ne kadar belirleyebilir?” sorusuna okuru düşündürür.
Metin, deneme ile şiir arasında bir yerde durur. Cümleler çoğu zaman kısa, ritmik ve ahenkli; bazen tek kelimelik ifadelerle bile derin çağrışımlar yaratır. Yazar kelimeleri sadece bilgi aktarmak için değil, duyguyu estetik biçimde aktarmak için kullanır.
Hayatın Tefekkürü, tür olarak denemeye yakın durur; ama sadece fikir yürütmez — aynı zamanda bir edebiyat eseri gibi yaşatır. Okur, her bölümde sadece düşünmeye değil, hissetmeye ve hatta görselleştirmeye de davet edilir. Bu estetik yaklaşım, onu sıradan deneme kitaplarından ayırır; sanatsal bir okuma deneyimi sunar.
Yazarın dili çoğu zaman bir müzikalite taşır. Yani, cümlelerin ritmi, duyguların iniş-çıkışıyla senkronize çalışır. Bu, metni okurken zihinsel değil, duygusal bir tempo hissetmemizi sağlar. Sanatta müzik gibi bir yapı varsa, burada da cümlelerin akışıyla duygular arasında bir ahenk kurulmuştur.
Hayatın Tefekkürü, bireyin hayat hikâyesi üzerinden toplumun, kültürün ve değişimin izlerini taşıyan bir metindir. Bireysel gibi görünen her duygu ve düşüncenin ardında, toplumsal yapının şekillendirdiği değerler, beklentiler ve çatışmalar yatmaktadır. Bu anlamda da okunup üzerinde düşünülmesi gereken bir eser olarak çıkar karşımıza. İzan Yayıncılıktan çıkan bu eser okuyucusunu bekliyor.
Arzu Kök