Düşünürler Türkiye Halkına Neler Söylerdi? Bölüm 12
Carl Gustav Jung Konuşuyor
Carl Gustav Jung (1875–1961), İsviçreli bir psikiyatr ve psikanalisttir. Modern psikolojinin en etkili figürlerinden biridir ve analitik psikolojinin kurucusudur. Sigmund Freud'un öğrencisi ve bir dönem yakın çalışma arkadaşı olan Jung, daha sonra Freud'dan ayrılarak kendi özgün psikoloji kuramını geliştirmiştir. Bakalım Carl Gustav Jung günümüz Türkiye’sinde yaşasaydı bize neler söylerdi:
Sevgili Türkiye halkı,
Zor zamanlardan geçiyorsunuz. Zihniniz yorgun, kalbiniz gergin, ruhunuz suskun. Biliyorum. Bu yalnızca sizin değil, bütün insanlığın krizi.
Ama şunu da biliyorum: Her kriz bir uyanış fırsatıdır. Tıpkı birey gibi toplumlar da karanlık dönemlerden geçerek kendi ruhlarına uyanırlar.
Kadim Anadolu’nun evlatları, buraya size öğüt vermeye gelmedim. Siz zaten her şeyi duydunuz. Din adamlarından, politikacılardan, ideologlardan, akademisyenlerden…
Ama bu seslerin çoğu size ne söyledi biliyor musunuz? Ne olmanız gerektiğini.
Ben ise size kim olduğunuzu hatırlatmaya geldim.
Bir ulusun ruhu, sadece bayrakla, marşla, anayasa ile oluşmaz. Bir ulusun ruhu, rüyalarında, masallarında, toprağıyla kurduğu ilişkide, ölülerini gömme biçiminde, annelerinin çocuklarına anlattığı ninnilerde yaşar.
Senin içinde bastırılmış birçok ses var. Tarihinin susturulmuş yanları, görmezden gelinmiş duyguların, inkâr edilmiş kimliklerin, bastırılmış kadınların ve unutturulmuş mitlerinin sesi…
Ve siz, bu ruhu yitirmek üzeresiniz. Çünkü çok uzun süredir yalnızca akıl ile ilerlemeye çalıştınız. Ama ruh, akılla yönetilmez.
Ruh, yalnızca anlam ile beslenir. Ve siz anlamı kaybettiniz.
Kendi gölgenizden korktunuz. Tarihinizdeki karanlık sayfalara bakmamayı tercih ettiniz.
Ailelerinizde konuşulmayan acılara sessiz kaldınız. Kadınlarınızın çektiği derin ruhsal yaralara kulaklarınızı tıkadınız. Doğayı tahrip ettiniz, toprağı unuttunuz. Sonra da neden huzursuz olduğunuzu sordunuz.
İnsan, bastırdığı şey hâline gelir. Bastırdığınız her şey, hem bireyde hem toplumda daha karanlık bir biçimde geri döner. Toplum da öyle.
Siz bir "kimlik krizi" içindesiniz.
Doğulu musunuz, Batılı mı?
Modern misiniz, geleneksel mi?
Muhafazakâr mı, seküler mi?
İnkâr ettiğiniz etnik kimlikler, bastırdığınız cinsiyetler, alaya aldığınız inançlar... Hepsi bir gün öfke, kutuplaşma ve delilik olarak geri döner.
Bunun ilacı, entegrasyondur. Yani içimizdeki parçalanmış yönleri kabul edip bütünlemektir.
Ben buna bireyleşme süreci diyorum. Ama unutmayın: Bu sadece bireyler için geçerli değil. Toplumların da bireyleşmesi gerekir.
Ve siz…
Siz hâlâ kendiniz olamadınız. Çünkü kendinize bakmak yerine hep dışarıya baktınız.
Batı’ya bakıp eksik hissettiniz. Doğu’ya bakıp utandınız. Modernliğe sarıldınız ama anlamı unuttunuz. Oysa anlam, dışarıdan gelmez. Anlam, ruhun içinden doğar. Ve anlamı arayan her halk, önce kendi rüyasını hatırlamak zorundadır.
Soruyorum size:
En son ne zaman rüyanıza kulak verdiniz?
Ne zaman kendinize şu soruyu sordunuz:
"Beni ben yapan nedir?"
"Atalarımın suskunluğu içimde nasıl yankılanıyor?"
"Ben bu toprağa gerçekten ait miyim, yoksa üstünde sadece yürümeyi mi biliyorum?"
Sizin bilinçdışınızda hâlâ Sümerlerin, Hititlerin, Şamanların, Dervişlerin, Bektaşilerin ve Halk Ozanlarının sesi var. Ama siz, bu sesleri duymamayı seçtiniz.
Kendinize yabancılaştınız. Kendinizden korktunuz.
Fakat size şunu söylemek isterim: Kendinize yabancı olanı tanımadan, kendiniz olamazsınız.
Türkiye'nin en büyük hastalığı ne ekonomik krizdir ne siyasi çalkantıdır.
En büyük kriziniz, anlam kaybıdır. Kim olduğunuzu unutmanızdır. Ve bu unutkanlık, sizi içten içe parçalamaktadır. Ama hâlâ geç değil.
Eğer geçmişinizi inkâr etmek yerine onunla yaşamanın yollarını bulursanız…
Eğer kadınlarınızın, çocuklarınızın, azınlıklarınızın sesini bastırmak yerine duymayı seçerseniz…
Eğer doğayı sadece kaynak değil, yaşayan bir ruh olarak görmeye başlarsanız…
Eğer gençlerinize sadece başarı değil, anlamlı bir varoluş öğretmeyi seçerseniz…
İşte o zaman yeniden bütün olabilirsiniz.
Sizler çok katmanlı bir halksınız: Sümer’in düşleri, Orta Asya’nın göçebe bilgeliği, Selçuklu’nun taş işçiliği, Osmanlı’nın çok dilliliği, Cumhuriyet’in yaralı ilerleyişi… Hepsi sizsiniz.
Birini inkâr ettiğinizde, kendinizden bir parça koparırsınız. Ruhsal bütünlük, iç çatışmayı kabul ederek sağlanır. Ve bu yolculuk kolay değildir. Ama değerli olan hiçbir şey kolay değildir.
Ve sevgili gençler...
Sizden en çok umutluyum. Çünkü eski kalıplara boyun eğmeyen sizsiniz.
Ama ruhunuzu kaybetmeyin. Kim olduğunuzu unutmadan, kim olmak istediğinizi seçin.
Kendi kültürünüzün sembollerini yeniden keşfedin: Simurg’u, Hızır’ı, Kara Kule’yi, Ana Tanrıça’yı, Nasreddin Hoca’yı, Leyla ile Mecnun’u yeniden okuyun. Bunlar sadece masal değil; ruhunuzun haritasıdır.
Sevgili dostlar, size şunu söylemek isterim: Kendinizi tanıyın. Köklerinizi bilin. Ama gökyüzüne de bakmaktan vazgeçmeyin. Birey olarak sağlıklı olan, toplum olarak da iyileştirici olur. Ruhsal bütünlük, sizin geleceğinizin anahtarıdır.
Unutmayın: Dışarıda aradığınız barışı, içeride inşa etmediğiniz sürece bulamazsınız.
Rüyanızı hatırlayın. Halk türkülerinizi yeniden dinleyin. Ninnilerinizi anlamaya çalışın. Çocuklarınızla konuşun. Kendinizle yüzleşin.
Ve en önemlisi: Gölgenizi sevin. Çünkü gölgesini tanıyan bir insan, artık özgürdür. Ve gölgesiyle barışan bir halk, artık iyileşmeye başlar.
Teşekkür ederim.
Arzu Kök
















