Düşünürler Türkiye Halkına Neler Söylerdi? 14. Bölüm
İbn-i Sina Konuşuyor
İbn-i Sînâ (tam adıyla Ebu Ali el-Hüseyin ibn Abdullah ibn Sînâ, Latince adıyla Avicenna), 980 yılında bugünkü Özbekistan sınırları içindeki Buhara yakınlarında Afşana köyünde doğmuş, 1037 yılında Hemedan’da (İran) vefat etmiş olan ünlü bir İslam filozofu, hekim, bilim insanı ve yazardır. İbn-i Sînâ, özellikle tıp alanında yaptığı çalışmalarla tanınır. En meşhur eseri "el-Kânûn fi’t-Tıbb" (Tıbbın Kanunu) adlı tıp ansiklopedisidir. Bakalım günümüzde Türkiye’de yaşasaydı bizlere neler söylerdi:
Ey insan...
Ben, bin yıl evvel göğüs ağrısıyla gelen bir hastada sadece ciğeri değil, kalbindeki kırıklığı da dinlemeye çalışan bir hekimin torunuyum.
Ben, bir öğrencinin kafasında dolaşan bilgi tohumunun yeşermesi için sadece kitap değil, anlayışla sulanması gerektiğine inanan bir mürebbi idim.
Ben İbn-i Sina’yım.
Bin yıl önce, sizin deyiminizle “Bilim insanı”, “filozof” ve “tabip” idim. Bugün, zamanlar değişmiş olsa da insanın ruhu hâlâ aynı sancıları taşımakta.
O yüzden karşınıza çıkmak istedim.
Bugün buradayım çünkü kalabalıklar çoğaldı ama derinlik azaldı.
Bilgi arttı ama bilgelik azaldı.
İnanç yaygınlaştı ama imanın vakarına rastlamak zorlaştı.
Ey halkım, siz önce kim olduğunuzu unuttunuz.
Kendinize “Türk” diyorsunuz, “Müslüman” diyorsunuz, “modern”, “milliyetçi”, “muhafazakâr”, “çağdaş” diyorsunuz…
Lâkin ben soruyorum: Bu kelimelerin arkasında gerçekten kim varsınız?
Benim zamanımda bir söz vardı: “Kendini bilen, Rabbini bilir.”
Ama siz bugün kendinizi tanımadan din konuşuyorsunuz.
Kendinize ayna tutmadan başkasını yargılıyorsunuz.
Oysa insan, kendine en uzak olandır.
Kendi nefsine dokunmadan, başkasına hiçbir nasihat tutmaz.
Bugünün Türkiye’sinde, hakikat daima bir başkasından bekleniyor.
Herkes düzeltmek istiyor; ama kimse kendini düzeltmeye yanaşmıyor.
Ey kardeşim...
Benim çağımda kitaplar elde yoktu; bilgi çölden taşınırdı.
Bugün her şey elinizin altında. Fakat siz bilgiyi aramıyorsunuz, onaylanmayı arıyorsunuz.
Sosyal medya bir aynaya döndü; ama bu ayna, kendini gösteren değil, kendini unutturan bir ayna.
Göstermek için yaşıyorsunuz.
Bilmek için değil, görünmek için konuşuyorsunuz.
Doğru olanı değil, beğeni getiren fikri savunuyorsunuz.
Benim zamanımda bilginin kıymeti onunla kurulan derin ilişkideydi.
Bugün ise, en hızlı konuşan en doğru zannediliyor.
Oysa hakikat; çığlıkla değil, sükûtla iner kalbe.
“Bilgi gürültüyle değil, tevazu ile öğrenilir.”
“Bilgelik, az konuşup çok düşünenin lisanıdır.”
Ey halkım,
Siz dini çok konuştunuz, çok şekillendirdiniz ama az yaşadınız.
Siz dindarlığı dışarıda inşa ettiniz ama içeride boşluk bıraktınız.
Camiler dolu ama vicdanlar suskun.
Dualar yüksek ama komşuya selam eksik.
Kur’an hanelerde var ama kalplerde tercümesi yok.
İman bir eylemdir; yalnızca secdede değil, hayatın her yerinde tezahür eder.
Adalet, rızık, tevazu, hakkaniyet... İşte bunlar imanın uzuvlarıdır.
Benim çağımda din; akılla barışmış, kalple kök salmıştı.
Bugün din ya siyasetin esiri ya da cehaletin oyuncusu olmuş.
Siz “takva”yı kıyafetle karıştırdınız.
Siz “iman”ı ezberle sınadınız.
Benim Rabbim, insanın ne dediğine değil, neyi yaşadığına bakar.
Ey devlet büyükleri, ey yöneticiler…
Adalet, sadece mahkemede değil; bir annenin evladına, bir öğretmenin öğrencisine, bir hekimin hastasına olan muamelesinde yaşar.
Bugün Türkiye’de insanlar devletinden korkuyor ama güvenmiyor.
Bu korku, sessizliği getirir.
Ve bilin ki: Sessizliğin büyüdüğü yerde zalimlik konuşur.
Benim çağımda adalet; padişahı bile diz çöktürürdü.
Bugünse insanlar, adaleti ancak sosyal medyada arıyor.
Bu bir çöküştür.
Ey devlet, senin gücün silahın değil, halkının sana olan duasıdır.
Bu dua, hakkıyla yaşanmazsa, yığınla bina inşa edilse de toplum ruhen yıkılır.
Ey anneler, babalar, öğretmenler...
Bugün çocuklarınıza “oku” diyorsunuz, ama “düşünme” demiyorsunuz.
Sistemin içinde gençler yarış atına dönmüş; sınavdan sınava koşarken hayatın anlamını unutmuş.
Ezber var, sorgu yok. Not var, erdem yok.
Oysa ben derim ki:
“Bir insan, yalnızca bilgiyle değil; o bilgiyi ne için kullandığıyla değer kazanır.”
Bugün Türkiye’de nice diplomalı cahil var; çünkü eğitim bilgi verir, ama kültür, karakter ve irade vermez.
İşte bu yüzden eğitim, sadece okulda değil; evde, sokakta, medyada da inşa edilmelidir.
Ey gençler,
Siz ekranın karşısında büyüdünüz, hızın içinde kayboldunuz.
Hayatın anlamı; “takipçi sayısı”, “trend listesi”, “başarı” oldu.
Ama kalbiniz hâlâ boş.
Çünkü insan, sadece hızla değil, anlamla yaşar.
Ben size "kitap okuyun" demeyeceğim.
Ben size önce kendi hayatınıza anlam yükleyin diyeceğim.
Sadece meslek edinmeyin, kendinizi inşa edin.
Sadece başkası için çalışmayın, içinizdeki hakikati arayın.
Başarı değil, derinlik peşinde olun.
Bugünün gençliği sadece fırsat değil, çıkış yolu olabilir.
Ama bu yol, ekranlardan değil; içsel uyanıştan geçer.
Sevgili kardeşlerim,
Ben bir hekimdim. Hastalıkları sadece ilaçla değil, insanın bütün haliyle tedavi etmeye çalıştım.
Bugün Türkiye’de doktorlar yorgun, hastalar öfkeli, sistem hasta.
Şifa paraya bağlanmış,
Hekime güven azalmış,
Alternatif tıp adıyla hurafe pazarlanır olmuş.
Ey halkım, ben bin yıl önce dahi diyordum:
“İlim, deneyle ve akılla sabit değilse, o sadece zan ve hayaldir.”
Sağlık, sadece hastane değil, beslenmeden zihinsel sağlığa, toplumdan çevreye kadar bir bütündür.
Bugün fabrika gibi işleyen hastanelerde insan değil, vaka sayılıyor.
Bu böyle gitmez.
Ey halkım...
Ben size çözüm satmam.
Ben size ezber veremem.
Ama size kendinizi işaret ederim.
Kendi kalbinizi okuyun.
Kendi niyetlerinizi tartın.
Kendi vicdanınıza karşı samimi olun.
Çünkü toplum, tek tek bireylerin aynasıdır.
Siz düzelmeden, sokak düzelmez.
Siz arınmadan, sistem düzelmez.
“Bir milletin kurtuluşu, önce kendi içindeki körlükleri tanımasıyla başlar.”
Kurtuluş; ne batıdadır ne doğuda.
Kurtuluş: İçtedir. İçinizdeki hakikatledir.
Ben İbn-i Sina olarak size şunu bırakıyorum:
“Ne bedenin gücü ne servetin çokluğu; bir milleti yaşatan, irfan ve adalettir.”
Selam olsun bu yolda yürüyenlere.
Selam olsun hakikatin peşinde koşanlara.
Selam olsun kendini bilenlere.
Arzu Kök













