Arzu Kök - Şair ve Yazar
Kadir Dağhan, 1953 doğumlu Adıyaman/Samsatlı bir yazar ve Gıda Mühendisidir. 1982 yılında Hacettepe Üniversitesi Gıda Mühendisliği’nden mezun olmuş, Tarım Bakanlığı’nda çalıştıktan sonra 2018’de emekli olmuştur.
Zelal Yaşamlar (roman), Kimliksiz Çığlıklar (deneme), Doğumun Ölümü (roman), Ben de Bilmiyorum (deneme/anı), Aşk Nedir Ki… (roman) isimli eserlerin yazarıdır. Biz bugün son eseri “Aşk Nedir ki…” isimli eserini incelemeye, tanıtmaya çalışacağız.
Kadir Dağhan kitabında aşkı sadece bireysel bir duygu değil, aynı zamanda toplumsal direnç, kırılganlık ve dayanışma biçimi olarak yeniden yorumladığını görüyoruz. Kitabın içerdiği metaforlar ve felsefi yaklaşım, aşkı bireyin içsel yolculuğundan çıkarıp, toplumun travmaları ve dönüşümleriyle ilişkilendirmeye olanak tanıyor.
Kitaptaki şu cümle üzerinden başlayabiliriz: “Hiçbir fırtına kökleri derinde olan güçlü ağaca diş geçiremez…” Bu ifade, sadece bireysel sevgiyi değil, toplumsal dayanışmayı ve ortak belleği temsil ediyor sanki. Toplumların kriz dönemlerinde – savaş, göç, deprem, ekonomik çöküş – bireyler arasındaki duygusal bağlar hayatta kalmanın anahtarıdır. Kitapta bu tür bağlar aşkın metaforu olarak da yorumlanabilir. Örnek: 2023 Türkiye depremleri sonrasında ortaya çıkan yardım zincirleri, insanların birbirine duyduğu şefkat ve destek duygusu, kitapta betimlenen “ölüm karşısında sevginin tazeliği” temasıyla örtüşür. Derin toplumsal bağlar ve dayanışma, bireyleri kadar toplumları da ayakta tutan “köklerin” gücüdür. Şöyle düşünebiliriz: Toplumsal dayanışma ruhu, afet sonrası birlikte mücadele etmeyi mümkün kılar. Bu “derin kökler” sayesinde toplumsal yara sarılabilir; kırılan dallar – bireysel ve kolektif kayıplar – zamanla tekrar filizlenebilir. Bu benzetme ise aşkı sadece duygusal bir olay olarak değil, evrenin temel ilkeleriyle ilişkili bir güç olarak yorumlar. Bu durumda aşk: Zamanın ötesine taşar (ölümle kesilmez), mekânla sınırlı değildir (fiziksel uzaklık anlamı değiştirmez), Bireysel değil, evrensel bir bağ kurar. Platon’un Şölen diyaloğunda aşkın (Eros) idealar dünyasına açılan bir kapı olduğu fikrine benzer: “Aşk, ruhu daha yüce bir hakikate taşır.”
“Ölüm kokusu uzun sürer. Ölmeden önce başlar, ölümden sonra devam eder…” sözü de dillendirilmeye değer doğrusu. Bu cümle, toplumsal travmaların (katliamlar, baskılar, zorla kaybetmeler) bireysel hafızalarda nasıl iz bıraktığını ve sevgi yoluyla nasıl iyileşebileceğini ima eder. Özellikle otoriter rejimler altındaki toplumlarda, aşk bir başkaldırı biçimi olabilir: unutmaya karşı sevmenin ısrarı. Toplumsal örnek: Türkiye’de 90’lı yıllarda kaybolan çocukları için yıllarca meydanlarda bekleyen Cumartesi Anneleri’nin ısrarlı sevgisi, kitabın ruhuyla paralellik taşır. Aşk, burada politik bir eylemdir. Örneğin: Mülteciler veya göç etmiş toplumlar, yeni bir yere yerleşirken geçmişin “ölüm kokusu” etkisiyle yaşar. Tarihi travmalar (Srebrenica, 6‑7 Eylül Pogromu, 2023 depremi gibi…) toplumun belleğinde uzun süre hissedilir; iyileşme aşk–sevgi bağları sayesinde olur. Burada aşk, unutmaya karşı ısrarlı bir direniş haline gelir—toplumsal bellek, unutulmayan sevgiyle korunur.
Kadir Dağhan’ın dilinde doğrudan cinsiyet odaklı analizler olmasa da aşkı “ölüme, krize ve değişime rağmen ayakta kalan bir direniş” olarak ele alması, toplumsal cinsiyet rollerinin sorgulanmasına da açık kapı bırakır. Kadının yalnızca sevilen değil, aynı zamanda hayatta tutan ve direnen özne olduğunu düşündüğümüzde; aşkın bu kitapta edilgen bir duygu değil, aktif bir mücadele biçimi olarak ele alındığı görülür.
Bu perspektiften baktığımızda; Aşk, kadınların toplumsal bedeni ve emeği üstünde direngen duruşları üzerinden ele alınabilir. Evsiz kalan, şiddet gören bireyleri destekleyen kadın aktivistlerin dayanışma biçimleri burada aşk temasıyla yeniden yorumlanabilir.
Kitap boyunca, aşk bir “ben-sen” meselesinden çok, “biz”in inşası olarak sunuluyor. Bu, aşkın kamusal bir olgu haline geldiğini gösterir: Aşk, toplumun her bireyini etkileyen bir bağ kurma biçimi olabilir. Bu bağlamda, aşk kitapta toplumsal barışın ve birlikte yaşama kültürünün zeminlerinden biri olarak okunabilir. Kitabın kapsamı, bireysel mutlaklığına dayanmaz; kolektif bir “biz” inşası içerir. Bu da: Aşkı bir toplumsal birliktelik ve paylaşım aracı haline getirir. Eğitim, sağlık, çevre gibi alanlarda toplumsal iyileşme süreçlerinin aşk ile desteklendiği vurgulanabilir. Örneğin: Pandemi dönemindeki sağlık çalışanlarına yönelik toplumsal saygı, dayanışma, aşkın toplumsal versiyonudur. Topluluk temelli mücadeleler (LGBTQ+ hakları, engelliler...) aşkın “biz” bilinciyle eyleme dönüşmesidir. Kitap, aşkı bir bilme yolu olarak sunar. Bu da onu klasik rasyonalist düşünceden ayırır. Çünkü: Aşk, aklın değil sezginin alanıdır. Bilgi, deneyimle ve kalple ortaya çıkar. Aşık olan kişi, önce kendini çözümler, sonra evreni. Bu bağlamda kitap, duygusal zekâ ve sezgisel bilgiye dayalı bir ontoloji önerir.
Kitabın yapısında bir de dikkat çeken bir karşıtlık da vardır: Kriz ve umut, ölüm ve yaşam, yokluk ve varlık… gibi. Bu diyalektik yapı Hegelci anlamda bir sentez arayışıdır. Aşk, bu karşıtlıklar içinde gelişir ve güçlenir. Bu aynı zamanda dönüşüm felsefesidir: Sevgi, sabit değildir; gelişir, kırılır ve yeniden kurulur. Aşk, değişimin kendisidir; durağan değil, akışkandır.
Kadir Dağhan’ın anlatısı, aşkı sadece hissetmek değil; sorumluluk almak, özen göstermek ve dayanmak biçiminde tanımlar. Bu da Emmanuel Levinas’ın etik felsefesiyle benzeşir: 1Gerçek aşk, “öteki”ni tanımaktır.” Diğerini “kendim gibi” değil, “kendisi gibi” sevebilmektir. Bu sevgi karşılıklı değilse bile, var olmak için yeterlidir. “Sen varsın diye ben varım” — bu anlayış, aşkı bir varoluşsal sorumluluğa dönüştürür.
Kitabın sonlarına doğru, ölüm ya da kaybın ardından gelen yaşama tutunma vurgusu, birçok okurda küçük bir umut penceresi açar: “Her şeye rağmen sevgi varsa, hayat da vardır.” Aşk bitmiş olabilir ama sevgi hâlâ bizde yaşıyordur. Bu da okuru, yeniden kurmaya, yeniden bağlanmaya çağırır.
Kitabın dili çok gösterişli ya da dramatik değildir; sade, içsel ve metaforlarla örülüdür. Bu da okuru sessizleştirir. Okuma sonrasında birçok kişi kitabı kapatıp bir süre susmak, düşünmek ister.
Edebiyat-akademik yelpaze arasında konumlanan kitap; "aşkı tanımlamak" yerine "aşkın ne olduğuna dair bir bakış" sunuyor. Bu anlamda, duygusal derinliği, şiirsel dili ve felsefi anlatımıyla okuru hem duygusal hem düşünsel anlamda sarsmayı hedefliyor. Eğer aşkı insan ruhunun sınandığı bir zorluk ve direniş biçimi olarak okumak istiyorsan, Kadir Dağhan’ın bu eseri sana geniş bir alan sunabilir.
Bu eser İzan Yayıncılıktan çıktı ve toplamda 570 sayfadan oluşuyor. Aşkı merak edenlerin mutlaka okuması gereken değerli bir eser olarak siz okuyucularını bekliyor.