Nedenlerin İzinde (19)
YAZIK OLUYOR ÜLKEME, YAZIK OLUYOR EVLATLARIMIZA!
Yıl 2025… Sözde çağ atlıyoruz, teknoloji devriminden bahsediyoruz, Cumhuriyet’in 2. Yüzyılı, diyoruz. Her alanda ilerlediğimizi öne sürüyoruz. Ama gerçekler öyle mi?
Buyurun size üzerinde düşünülmesi gereken en büyük gerçek: 21-22 Haziran’da yapılan Yükseköğretim Kurumları Sınavı'nın sonuçları elimizi, yüreğimizi, vicdanımızı bir defa daha yaktı. Resmî verilere göre sınava başvuran 2 milyon 560 bin gencin 209 bini daha sınav salonuna dahi girmedi. 2024’te sınava girenlerin sayısında 300 bin eksilme görüldü. Sınava katılanların ise çok büyük bir bölümü, üzülerek belirteyim ki döküldü. Üstelik dökülen yalnız onlar değildi; hayaller döküldü, umutlar kırıldı, gelecekler karardı!
Rakamlar soğuk ama gerçek… TYT’de fen bilimlerinde 20 sorudan 4’ü; temel matematikte 40 sorudan yalnızca 6’sı doğru cevaplanmış. AYT’de matematikten 6,7 net, fizikten 2, kimyadan 1,7, biyolojiden 2,5 net! Edebiyatta 6,6; tarih, coğrafya, felsefe grubu yine yerlerde... Her yıl olduğu gibi bu yıl da 40 bin evladımız sıfır çekmiş. Sıfır… Bu toprakların çocukları eğitim sisteminden sıfır alıyor, biz hâlâ susuyoruz! Peki, bu sessizlik niye, bu sessizlik neden? Bu vurdumduymazlık nereye kadar?
Devlet, evladına kol kanat germekle, onu zekâ ve yeteneğine göre şekillendirmekle yükümlüdür. Ama bizde çocuk 6 yaşında okula giriyor, 12 yıl boyunca sistemin dişlileri arasında döndürülüyor. Sonra ne oluyor? “Hadi evladım sokağa, başaramadın ya! Git, ekmeğini kendin ara!” Evet, 12 yıl boyunca geleceğin kucaklayacak olan evlatlarının; zekâsını, yeteneğini değerlendirmeyen devlet, onları sokağa buyur ediyor.
Eğitim, laf olsun diye yapılan bir hizmet değildir. Eğitim, bir milletin bekâ meselesidir. Eğitim, refahın da huzurun da temel taşıdır. Eğitim, kültürün, kalkınmanın, ahlakın omurgasıdır. Eğitim, günübirlik politikalarla kurban edilecek bir alan değildir! Bakınız dünyaya... Nerede insanı önceleyen, bilimi rehber edinen ve kalkınan, halkı refah içerisinde yaşayan bir ülke varsa orada eğitim baş tacıdır. Çünkü onlar bilirler ki gerçek kalkınma, fabrikada değil sınıfta başlar!
Peki, biz ne yapıyoruz?1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nda diyor ki: “Türk milletinin bütün fertlerinin ilgi, istidat ve kabiliyetlerini geliştirerek gerekli bilgi, beceri ve birlikte iş görme alışkanlığı kazandırmak suretiyle hayata hazırlar.” Peki, gerçek öyle mi? Hayır! Evlatlarımız, zekâlarına, becerilerine göre değil; ezberci eğitimin sınav kalıplarına göre şekillendiriliyor. Sınavın adı değişiyor ama sistem aynı sakatlıkla devam ettiriliyor. Liselere geçiş sınav adlarına bakın: OKS, SBS, TEOG, LGS… Farklı kelimeler, renkli ambalajlar, ama içinde aynı yanık kokusu! Adına "yenilik" denilen akıllı tahta, tablet, Fatih projeleri ise gösterişten ibaret balonlu bayram havası…
2000 yılından bu yana tam 11 Milli Eğitim Bakanı görev yaptı. Ortalama her iki yılda bir bakan değişti. Bu ne demektir? Her gelen bakanın kendi aklına göre sistem değiştirme demektir. Çocuklarımızın denek olarak kullanılması demektir. Devlet politikasında istikrar ve süreklilik temeldir. Eğitimde süreklilik yoksa başarı da olmaz, olamaz! Dahası var: Kadrolu, sözleşmeli, ücretli diye ayrılan öğretmenler... İmam Hatip liseleri açma sevdasıyla boğulan meslek liseleri... Ezberci, itaatkâr, sorgulamayan bireyler yetiştirmeye yönelik ısrarlı politikalar… Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun ruhuna ters düşen uygulamalar… Öğretmenliğin itibar kaybı, okulların disiplinsizlikle boğuşması, üniversitelerin işsizliğe hazırlayan devasa kurumlara dönüşmesi…
Şimdi soruyorum: Bu ülkenin çocukları bu kadar mı değersiz? Bu milletin geleceği bu kadar mı kıymetsiz? Kimse inkâr etmesin: Biz, bir nesli değil geleceğimizi kaybediyoruz! Sadece sınavdan değil, hayatın her alanında sınıfta kalıyoruz. Peki, neden? Ve bu gaflet devam ederse yalnız çocuklarımız değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin kendisi de geleceğini kaybedecek.
Eğer hâlâ susuyorsak, bilinmeli ki bu suskunluk; ihmalin, vebalin, hatta ihanetin ortaklığıdır! Bu tabloyu değiştirmek için kâhin olmaya gerek yok, vicdan yeter! Çocuklarımıza yazık ediyoruz… Evlatlarımıza yazık ediyoruz… Bu ülkeye yazık ediyoruz! Yarın, çok geç olabilir ve biz, bugün sustuklarımız için yarın evlatlarımızın, torunlarımızın yüzlerine, gözlerinin içine bakamayabiliriz.
Hadi Önal/ 20 Temmuz 2025/ Elazığ