Dost Kazığı!!
Dost kazığı, Türkçede sıkça kullanılan bir deyimdir. Bir kişinin çok yakınında gördüğü, güvendiği bir arkadaşı tarafından beklenmedik biçimde zarar görmesini, ihanete uğramasını veya haksızlığa maruz kalmasını anlatır. Kısacası, dost gibi görünen birinden beklenmedik, acı verici bir davranışla karşılaşmak bu deyimle ifade edilir.
Dost kazığı, genellikle iki kişi arasında derin bir güven ilişkisi varken, bir tarafın bu güveni suistimal etmesi ve diğer kişiyi zor durumda bırakması halinde kullanılır. Bu zarar; maddi bir kayıp, verilen bir sözün tutulmaması, sırrın ifşa edilmesi ya da arka planda yapılan olumsuz bir hareket şeklinde olabilir.
Güven İhlali?
- Genellikle maddi ya da manevi güvenin kırılması anlamına gelir.
Beklenmedik İhanet?
- Kişinin hiç ummadığı bir anda, çok güvendiği dostu tarafından haksızlığa uğramasını ifade eder.
Deyimin Duygusal Yönü?
- Dost kazığı deyimi, yalnızca maddi değil, manevi olarak da kişiyi derinden sarsan bir tecrübeyi anlatır.
Dost kazığı ifadesi, insan ilişkilerinin karmaşıklığını ve güvenin ne kadar değerli olduğunu vurgular. Bu deyimle, insanlar genellikle yaşadıkları hayal kırıklıklarını ya da dostluklarındaki acı tecrübeleri özetlerler.
Örnek: "En çok güvendiğim kişi bana dost kazığı attı; şimdi kime inanacağımı bilmiyorum."
Dost kazığı, gündelik dilde güvenin suistimal edildiği durumları anlatan, çoğunlukla hayal kırıklığı barındıran bir deyimdir. Dostluk gibi sağlam bir ilişkinin bozulması karşısında hissedilen acıyı ve şaşkınlığı kısa ama etkili bir biçimde yansıtır.
Devletler Arası “Dostluk” ve Çıkar İlişkileri: Bir Gümrük Vergisi Örneği
Uluslararası İlişkilerde Samimiyetin Sınırları
Ülkeler ve liderler düzeyinde kurulan ilişkiler, dışarıdan bakıldığında çoğu zaman dostça temaslar, sıcak el sıkışmalar ve ortak basın açıklamalarıyla süslenir. Fakat işin özünde, uluslararası ilişkilerde “dostluk” kavramı, bireyler arası ilişkilerdeki samimi güven bağından çok farklıdır. Hiçbir ülke, başka bir ülkeyle saf bir dostluk bağı kurmaz; her hamle, her diplomatik temas, ardında ekonomik, siyasi ya da güvenlik temelli bir çıkar taşır.
Devletler Arası İlişkilerde Çıkarın Yeri
Tarih boyunca ülkeler, anlaşmalar ve sözleşmelerle birbirleriyle yakınlaşmış veya uzaklaşmıştır. Ancak bu süreçlerin temel itici gücü, ortak veya çatışan çıkarlardır. Bir ülkenin başka bir ülkeye yaklaşımı, genellikle kendi ulusal menfaatleriyle örtüştüğü sürece “dostça” bir görünüme bürünür. Aksi durumda, en yakın görünen müttefikler bile hızla karşı cephelere savrulabilir.
Bu gerçeklik, bireysel yaşamlarımızdaki “dost kazığı” kavramına benzer bir şekilde, ülkeler düzeyinde de yaşanabilir. Bir ülkenin, kendi menfaati uğruna bir başka ülkeyi zor durumda bırakacak bir adım atması, ilişkilerde ciddi hayal kırıklıklarına ve güven bunalımlarına yol açabilir.
Trump ve Türkiye: Gümrük Vergisinin Yükseltilmesi
Bu bağlamda, Amerika Birleşik Devletleri’nin başkanı Donald Trump’ın Türkiye’ye uyguladığı gümrük vergisini yüzde 15'e yükseltmesi oldukça anlamlı bir örnektir. Yıllardır NATO müttefiki olan, zaman zaman stratejik iş birliğine giden iki ülke arasındaki bu ani ekonomik yaptırım kararı, ülkeler arası ilişkilerde “dostluk”tan ziyade çıkarların belirleyici olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir.
Trump’ın bu kararı almasında, ticaret dengesizliği, bölgesel politik anlaşmazlıklar ya da Amerikan iç siyasetinin beklentileri gibi birçok faktör rol oynamış olabilir. Ama hangi sebep ağır basarsa bassın, burada görülen şey, iki “dost” ülke arasındaki ilişkide çıkarların yol haritası çizdiğidir.
Kişisel Dostluk ve Devlet Yönetimi: Birbirinden Ayrı Dünyalar
Kişiler arasındaki dostluklar, karşılıklı güven, sadakat ve bazen fedakârlık üzerine kuruluyken, devletler arasındaki ilişkilerde hiçbir zaman bu saflık ve karşılıksız iyilik yoktur. Devlet liderleri arasındaki iyi ilişkiler bile, ülkelerinin çıkarlarıyla çeliştiği noktada bir anda geri plana atılabilir. Bu nedenle, kişisel dostluk kavramını devlet yönetimine taşımak yanıltıcı olur.
Ülkeler arasındaki ilişkilerde, güven kırıklığı ya da “dost kazığı” gibi duygusal tepkiler zaman zaman kamuoyunda dillendirilse de, uluslararası ilişkilerde duyguların değil çıkarların belirleyici olduğu unutulmamalıdır.
Dünya siyasetinde kalıcı dostluklar yoktur; kalıcı olan, menfaatlerdir. Bir ülkenin, başka bir ülkeyle olan ilişkisini belirleyen temel unsur, karşılıklı çıkarların dengesidir. Trump’ın Türkiye’ye uyguladığı gümrük vergisi artışı da, bu gerçeğin güncel ve somut bir örneğidir. Günün sonunda devletler arası ilişkiler, tıpkı “dost kazığı” deyiminde olduğu gibi, çoğu zaman beklenmedik hayal kırıklıklarına ve stratejik yalnızlıklara gebedir.
Fikri takip, basın ve medya dünyasında bir haberin sadece ilk duyurulmasıyla yetinilmeyip, gelişmelerinin ve yansımalarının izlenmesi anlamına gelir. Gazeteciler için bu kavram, bir olayın, kararın veya iddianın gündeme geldikten sonra unutulmasına izin vermemek, olayın sonuçlarını, arka planını ve topluma etkilerini titizlikle gözlemlemektir. Fikri takip yapan medya kuruluşları, bir haberi kamuoyuna duyurmakla kalmaz, o haberin etkilerini, verilen sözlerin tutulup tutulmadığını, hayata geçen veya havada kalan vaatleri takip ederek topluma hesap verebilirlik sunar. Bu yaklaşım, gazeteciliğin güvenilir ve toplumsal sorumluluk taşıyan bir bilgi kaynağı olmasını sağlar.
Peki, tüm bu güç dengesi ve çıkar mücadeleleri arka kapılarda nasıl şekilleniyor? Dünkü yayınımızı izleyenler, Genel Yayın Yönetmenimizin Bor madenleriyle ilgili yaptığı haberi hatırlayacaktır. Bugünkü gelişmeleri de o haberin bir uzantısı ve tamamlayıcısı olarak görmek mümkün. Zira uluslararası arenada sadece açıkça ilan edilen kararlar değil, kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıklar, sessizce yürütülen temaslar ve kamuoyuna yansımayan görüşmeler de ilişkilerin gidişatında belirleyici oluyor.
Bor madenleri gibi stratejik öneme sahip kaynaklar, ülkeler arasında gizli görüşmelere, yoğun çıkar çatışmalarına ve çeşitli diplomatik manevralara zemin hazırlıyor. Son günlerde perde arkasında dönen pazarlıklar, bazen resmi açıklamalara yansımadan, devletlerin uzun vadeli stratejik pozisyonlarını şekillendiriyor. Dün ele alınan haberin yankılarını ve bugün yaşanan gelişmeleri takip etmek, işte bu nedenle sadece haberin yüzeyinde kalanları değil, arka plandaki büyük resmi de görmeyi gerektiriyor.
Fikri takibin önemine vurgu yaparken, medya dünyasında bir haberin ömrünün onu ilk duyurmakla sınırlı olmadığını hatırlatmakta fayda var. Bor madenleriyle ilgili gelişmelerin ve perde arkasındaki görüşmelerin izini sürmek, kamuoyunun bilgilendirilmesi ve karar alıcıların şeffaflığı açısından kritik rol oynuyor. Böylece arka kapılarda ne konuşuluyorsa, toplumun da bundan haberdar olması sağlanıyor; gazeteciliğin temel işlevi olan hesap verebilirlik ve toplumsal sorumluluk da güçleniyor.
Devlet yönetiminde “alkış”, “tehdit” ve “şantaj”ın birer araç olarak kullanılması ise, liderlerin karar alma süreçlerini ve ülkeler arası ilişkilerin seyrini doğrudan etkiler. Trump’ın Türkiye’ye yönelik gümrük tarifesini yüzde 10’dan yüzde 15’e çıkarması, sadece ekonomik bir yaptırım değil, aynı zamanda politik bir mesajdır: Taraflar arasındaki dostluk, alkışa değer jestlerle değil, çoğu zaman tehdit ve pazarlık masasında şekillenen sert çıkar çatışmalarıyla sınanır. Liderler, bir yandan kamuoyunda dostluk görüntüsü verirken diğer yandan arka kapılarda baskı, tehdit veya şantaj dilini kullanabilirler. Burada devlet yönetimi ile kişisel dostluk arasındaki sınır, çıkarlar söz konusu olduğunda kolayca silikleşir.
Trump’ın attığı bu adım, uluslararası ilişkilerde alkışın, uzlaşının ve jestlerin bir yere kadar anlam taşıdığını; asıl belirleyici olanın ise gücün ve çıkarların diline hâkim olmak olduğunu gözler önüne seriyor. Böylece devletler arasında dostluk; alkışın sıcaklığı, tehdidin soğukluğu ve şantajın gölgesiyle her daim yeniden tarif ediliyor.
“Manzara Koyduk mu?”: ABD Gümrük Tarifeleri, Derin Devlet ve Zamanlamanın Anatomisi
Küresel Güç Oyunlarında Bir Kararnamenin Ardındaki Analitik Katmanlar
ABD’nin 31 Temmuz tarihli gümrük tarifesi kararnamesinin zamanlaması, “derin devlet” tartışmaları ve 3. Dünya Savaşı söylentileri ekseninde ele alındığında, uluslararası ilişkilerdeki “manzara”nın gerçekten de “tam yerine” gelip gelmediğini sorgulamak kaçınılmaz hale geliyor. Elbette, bir sanatçımızın unutulmaz repliğiyle sorduğu gibi: “Tam yerine denk geldi, manzara koyduk mu?” Cevap, devletler arası ilişkilerde “manzara”nın asla salt bir güzellikten ibaret olmadığını; ardında çok daha karmaşık çıkar hesaplarının, güç mücadelelerinin ve stratejik hamlelerin yattığını gösteriyor.
Amerikan Derin Devleti ve Kararların Görünmeyen Aktörleri
ABD’de “derin devlet” söylemi, resmi hükümetin ötesinde, kurumsal çıkarların ve çeşitli iç güç odaklarının karar alma süreçlerinde oynadığı rolü anlatmak için kullanılır. Başkan Trump’ın imzasını taşıyan gümrük tarifesi kararnamesi de, pekâlâ bu türden çok katmanlı, kolektif çıkar mekanizmalarının bir ürünü olarak görülebilir. ABD’nin ekonomik ve jeopolitik çıkarları, başkanların kişisel ajandalarından çok daha uzun vadeli ve kurumsal dinamiklerle belirlenir.
Kararnamenin zamanlamasına baktığımızda, sadece Trump’ın siyasi manevraları değil; ABD’deki sanayi lobileri, güvenlik kurumları ve uluslararası rekabeti dizayn eden stratejik akıllar da tabloya dâhil olur. Kısacası, derin devlet olgusu, böylesi önemli uluslararası kararlar söz konusu olduğunda perde arkasında görünmez bir el gibi işlemeye devam eder.
Zamanlamanın Tesadüflerle Açıklanamayacak Mantığı
Trump’ın, gümrük vergilerini artıran kararı tam da “küresel gerilimlerin zirve yaptığı”, yeni bir soğuk savaş atmosferinin ve enerji-jeopolitik krizlerin gündemde olduğu bir döneme denk getirildi. Bu karar, sadece ABD ekonomisini koruma refleksiyle değil, aynı zamanda küresel dengeleri yeniden şekillendirme arzusuyla da bağlantılı. ABD, bu tür ekonomik hamleleriyle hem Avrupa Birliği’ne hem de yükselen aktörlere karşı “gücün diliyle” konuşuyor; dostluklardan ziyade çıkarların ve baskının ön plana çıktığını gösteriyor.
Üçüncü Dünya Savaşı gibi büyük bir jeopolitik kriz ihtimalinin konuşulduğu bir atmosferde, ABD’nin ihracatçı ülkelere yönelik vergi kararının da bir tesadüf olmadığını düşünmek gerekir. Bu noktada, karar aslında bir “manzara” değil, bir “satranç hamlesi” gibi okunmalı: Her taşın yeri, her hamlenin zamanı önceden hesaplanmış, stratejik bir aklın ürünü.
Türkiye ve “Manzaranın” İçindeki Aktörler
Türkiye; AB, İngiltere gibi diğer ülkelerle birlikte yeni vergi listesinin %15’lik dilimine girmiş durumda. Daha önce %10’luk alt sınırda yer alan Türkiye’nin, ABD ile yürüttüğü müzakereler ve “kötünün iyisi” olarak yorumlanan ilk karar sonrası, şimdi daha sert bir tabloyla karşı karşıya kalması, jeopolitik gerçeklerin net bir göstergesi. Ticaret Bakanı’nın ABD lehine verilen ticaret açığına dikkat çekmesi ve müzakere vurgusu, bu “manzara”nın sadece dışardan izlenen bir tablo olmadığını; her ülkenin kendi satranç taşını oynadığını gösteriyor.
Analitik Bir Bakış: “Manzara Koymak” mı, Satranç Oynamak mı?
Kimi zaman toplumlar, “manzara koyduk mu?” diyerek olup biteni ironik bir rahatlıkla izlemeyi seçerken, uluslararası ilişkilerin aktörleri için bu “manzara”, çok daha ince hesapların, risklerin ve dengelerin buluştuğu bir satranç tahtasına dönüşür. ABD’nin kararının tam bu döneme denk gelmesi, bir rastlantının ötesinde, küresel dengeleri ve güç mücadelelerini yeniden tanımlayan, stratejik bir hesaplamayı yansıtıyor. “Ayıp mı olur” analitik düşünürsek? Aksine, uluslararası ilişkilerde ayıp olan, yüzeydeki manzaraya bakıp derinlerdeki satrancı görememektir.
Sonuç olarak, Trump’ın imzaladığı yeni gümrük tarifesi, ABD’nin ekonomik çıkarları kadar, derin devlet dinamiklerinin ve küresel güç oyununun da bir yansıması. Zamanlama ise manzara değil, bilinçli bir stratejinin ürünü. Her ülke, bu satrançta kendi taşını oynarken, bizler de “manzara koyduk mu?” demenin ötesine geçip, arka plandaki gerçek oyunu görmeye çalışmalıyız.
Gri Alan: Güven, Güvensizlik ve Güçsüzlüğün Ekseninde ABD Gümrük Vergileri
Küresel Ekonomide Çıkar, Baskı ve Sonuçlar Üzerine Bir Analiz
Güven, Güvensizlik ve Güçsüzlük Arasındaki Gri Alan
Güven ve güvensizlik, uluslararası ilişkilerde daima birbiriyle iç içe geçmiş, keskin sınırları olmayan kavramlardır. Modern devletlerin aldığı ekonomik kararlar, özellikle de gümrük vergileri gibi doğrudan ticari ilişkileri etkileyen uygulamalar, bu iki kavram arasındaki gri alanda şekillenir. Güçsüzlük ise genellikle çıkar ilişkilerinde söz sahibi olamayan, masadaki asıl karar vericilerin gölgesinde kalan aktörlerin hissettiği bir duygu olarak ortaya çıkar.
ABD’nin son gümrük tarifesi kararnamesi, toplu halde 68 ülkeyi ve 27 üyeli Avrupa Birliği’ni hedef alırken, uygulanan vergi oranlarının %15 ila %41 arasında değişmesi, sadece ekonomik değil, aynı zamanda psikolojik ve stratejik bir mesaj da içerir. Listede yer almayan ülkelere %10 vergi uygulanması, “sistemde olmak” ve “dışarıda kalmak” arasındaki farkı, bir tür eşik olarak belirler. Burada gri alan, ülkelerin ABD’ye ne derece güvenebileceğiyle, ABD'nin ise hangi ülkeye ne kadar güven duyduğuyla örtüşür. Vergi oranlarının çeşitliliği, aslında bir güven skalasını, risk ve çıkar ölçüsünü gösterir.
Vergi Oranlarındaki Farklılığın Mantığı: Neden %10, Neden %41?
Her ülkenin ABD ile ticaretindeki pozisyonu, stratejik önemi ve pazarlık gücü farklıdır. Yüzde 15’lik vergi dilimine alınan Türkiye gibi ülkeler, artık “orta düzeyde riskli ve pazarlık yapılabilir” kategorisindedir. Yüzde 41 gibi daha yüksek oranlar ise, açıkça daha sert bir mesaj içerir: “ABD’ye yaklaşmazsan, bedelini ödersin.” Oysa listede olmayanlara uygulanan %10’luk vergi, “Varsın, ama beklentilerimizi henüz tam karşılamıyorsun” anlamına gelir. Bu yaklaşımla ABD, bir yandan sistemin çekici merkezi olarak kalmak, diğer yandan dengeyi kendi lehine bozacak girişimlere karşı önlem almak ister.
Çıkarın Tanımı ve Ekonomik Baskının Kıyısında
Çıkar, devletler düzeyinde çıkar, bir ülkenin kendi refahını, güvenliğini ve küresel pozisyonunu artırma isteğiyle somutlaşır. ABD’nin uyguladığı ekonomik baskı, sadece kendi iç piyasasını koruma refleksiyle açıklanamaz. Asıl amaç, karşı ülkenin pazarlık pozisyonunu zayıflatmak, bağımlılık yaratarak gelecekteki stratejik talepler için uygun zemin hazırlamaktır. Her ülkenin kendi çıkar tanımı; hem ekonomik kazanç hem de uluslararası arenadaki güç dengesine göre şekillenir.
Gizli Kapılar Ardında Neler Oluyor?
Ekonomik baskı uygulayan devletler, çoğu zaman kamuoyuna açık olmayan, “arka odalarda” pazarlık yürütür. Burada gündeme gelen talepler, çoğunlukla ticari anlaşmaların ötesinde, siyasi, askeri ya da teknoloji transferi gibi hassas alanlara uzanır. “Gümrük vergisini indiririm ama şu savunma sistemlerinde bize öncelik tanı”, “pazarını bize aç, karşılığında daha az vergi uygularım” gibi talepler, diplomasinin isimsiz kahramanları tarafından gündeme getirilir. Güçsüzlüğün gri alanında kalan ülkeler ise, bu masada en fazla ödün veren, en az kazanan taraf olma riskiyle karşı karşıyadır.
Şimdi bu Çıkarımdaki Sonuç Ne Olacak?
Yakın vadede, ABD’nin bu yeni gümrük tarifesi politikası, uluslararası ticarette belirsizlik ve tedirginlik yaratacaktır. Türkiye ve benzeri ülkeler, kısa süreli kayıplar yaşamamak için müzakere yolunu zorlayacak; bazıları “kötünün iyisi” bir çözümü kabullenmek zorunda kalacaktır. Ancak uzun vadede, her ülke, çıkarların ön plana çıktığı, dostlukların ikinci planda tutulduğu bu yeni dünyada kendi satranç taşını ileri sürecektir.
Sonuç olarak, güven, güvensizlik ve güçsüzlük arasında salınan gri alan; hem ABD’nin ekonomik baskı araçlarında, hem de bu baskıya maruz kalan ülkelerin tercihlerinde kendini gösterir. Arka planda dönen pazarlıklar, her ülkenin çıkar tanımını yeniden şekillendirirken; asıl oyunun, görünenden çok daha derinlerde ve daha karmaşık dengeler üzerinde oynandığı unutulmamalıdır.;
Bu yeni kararnamede Türkiye’nin yüzde 15’lik dilime alınarak artık “alt sınırdaki” ülkelerden biri olmaktan çıkması, sadece teknik bir güncellemeye değil, ilişkilerdeki değişen dengelere de işaret ediyor. Bir zamanlar sistemin kenarında, düşük riskli ve potansiyel ortak olarak görülen Türkiye, şimdi pazarlık masasında daha zorlu koşullarla karşı karşıya. Aslında bu tablo, devletlerarası dostlukların geçiciliğini, ekonomik çıkarların ise ne kadar hızlı öncelik değiştirdiğini gösteriyor.
Buradaki ana tema, dostlukların, yalnızca ortak çıkarlar sürdüğü müddetçe varlığını koruduğu gerçeğidir. Türkiye’nin bir önceki listede yüzde 10’luk alt sınırda yer alırken şimdi yüzde 15’lik dilime yükseltilmesi, “dostluğun” vergi oranlarıyla ölçülebildiği; çıkarların ise değişkenliğe ne kadar açık olduğu bir döneme işaret ediyor. Her ülke, ABD ile ilişkilerinde kısa vadeli kayıpları göğüsleyip uzun vadede daha iyi bir pozisyon elde etmeye çalışırken; dostluklar artık salt retorik bir unsurdan ibaret kalıyor. Diplomatik masalarda çıkarlar yeniden tanımlanırken, ülkelerin birbirine duyduğu güven de, uygulanan vergi oranlarıyla adeta gözler önüne seriliyor.
Görünen o ki, yeni ekonomik düzenin gri alanında, “dostluk” kavramı yerini stratejik işbirliklerine bırakıyor ve ülkeler, her hamlede satranç tahtasında yeni bir pozisyon arayışına giriyor.
“Aradan Çok Sular Geçti, Bentler Yıkıldı”
Bu ifadeler Türkçede, zamanın ilerlemesiyle birlikte çok şeyin değiştiğini ve eski dengelerin, ilişkilerin veya şartların artık geçerliliğini yitirdiğini belirtmek için kullanılır.
- Aradan çok sular geçti: Bu deyim, bir olayın ya da durumun üzerinden uzun zaman geçtiğini, bu süreçte önemli gelişmelerin, değişimlerin yaşandığını vurgulamak amacıyla söylenir. Geçen zamanla birlikte ortamın, şartların ya da ilişkilerin eskisi gibi olmadığını belirtir.
- Bentler yıkıldı: “Bent”, suyun yolunu kesen set anlamına gelir. Deyim olarak kullanıldığında ise, zamanla bütün engellerin, sınırların, kuralların ya da önceki düzenin ortadan kalktığını, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını, kontrolün veya düzenin kaybolduğunu anlatır.
Sonuç olarak; bu tür deyimler, anlatılan konu bağlamında, geçmişteki ilişkilerin veya uzlaşmaların artık geçerliliğini yitirdiğini, arada geçen zamanda pek çok şeyin değiştiğini ve eski engellerin, dengelerin ortadan kalktığını vurgulamak için kullanılır.
Hani “benim en yakın dostum” diyen ülkeler vardı ya… Zamana ve değişen çıkarlara yenik düşen bu sözler, diplomatik ilişkilerin ne kadar hızla evrildiğini bir kez daha gösteriyor. Aradan çok sular geçti, bentler çoktan yıkıldı; eski dostlukların yerini, çıkarlar üzerinden ölçülen ve her an yeniden tanımlanan ilişkiler aldı. Türkiye dahil pek çok ülke, 2 Nisan'da açıklanan gümrük vergilerinin kaldırılması ya da en azından düşürülmesi için o tarihten bu yana ABD ile müzakere hâlinde. Geçen zaman içinde dengeler defalarca değişti; masadaki kartlar yeniden dağıtıldı ve ülkeler, her hamlede daha avantajlı bir pozisyon elde etmek için strateji geliştirmek zorunda kaldı.
Bu noktada “Derdini Marko Paşa’ya anlat” deyimi de tam bu tür durumlar için birebir uygun bir metafor olarak öne çıkıyor. Türkçede sıkça kullanılan bu deyim, bir kişinin yaşadığı sıkıntı ya da sorunları ilgili makamlara ya da yetkili olduğunu düşündüğü kimselere anlatmasına rağmen bir türlü karşılık bulamamasını, derdine çare ararken hep aynı noktada kalmasını anlatır. Marko Paşa, Osmanlı döneminde hem hekim hem de devlet adamı olarak tanınan, sabırla herkesi dinlemesiyle ün salmış bir isimdir. Fakat halk arasında, ona derdini anlatmanın bir sonuca ulaşmadığı, hep aynı cevabın alındığı inancıyla deyimleşmiştir. Yani, şikâyetini ya da sıkıntını dile getirsen de değişen bir şey olmayacaktır; mesele, karşı tarafın ilgisizliği ve çaresizliğidir.
"Kimse takmaz" ifadesi, bir durumun, kişinin ya da olayın toplum veya muhatapları tarafından önemsenmediğini, dikkate alınmadığını ya da ciddiye alınmadığını belirtmek için kullanılır. Bu ise, birinin fikirlerinin, uyarılarının veya çabalarının karşılık bulmadığı, kimse tarafından değer verilmediği anlamını taşır.
- Bir yetkilinin yaptığı açıklamanın toplumda veya karar mercilerinde hiçbir etki yaratmaması durumunda "Kimse takmaz" denir.
- Bir kişinin haklı olduğu bir konuda bile sesine kulak verilmediğinde bu deyimle ifade edilir.
- Genellikle umursamazlık, ilgisizlik veya küçümseme duygularını vurgular.
Gündelik Türkçede, göz ardı edilmek, yok sayılmak ve ciddiye alınmamak gibi durumlar için sıkça başvurulan kısa ve özlü bir ifadedir.
Türkiye’nin 2024’te, ABD ile ticaret açığının 2,4 milyar doları bulduğu bir dönemde, Nisan ayında uygulanan alt sınır vergisine ilişkin yapılan “kötünün iyisi” yorumu ve Ticaret sekreteri Ömer Bolat’ın Washington ile müzakere çağrısı, uluslararası sahnedeki görünürlüğün ve ağırlığın giderek azaldığına işaret ediyor. Zira böyle bir tabloda, ne kadar çok dile getirilirse getirilsin, muhatapların ilgisizliği karşısında “Derdini Marko Paşa’ya anlat” deyimi bütün gerçekliğiyle öne çıkıyor. Art arda yapılan açıklamalar, verilen demeçler, geliştirilen formüller sonuçsuz kalırken, “Kimse takmaz” ifadesinin soğuk gerçekliğiyle yüzleşiliyor. Türk tarafının ısrarına rağmen, uluslararası aktörler çıkarları ve stratejik öncelikleri doğrultusunda hareket ediyor; günübirlik politikalarla şekillenen talepler ise küresel satrançta kolayca arka planda kalıyor. Sonuçta, çözüm arayışlarının havada asılı kalması, ilgisizlik ve kayıtsızlık girdabında kaybolması, deyimlerin gündelik hayatta olduğu kadar diplomatik arenada da ne kadar anlamlı ve yerinde olduğunun kanıtı oluyor.
Bu noktada, tehdit ve şantaj unsurlarının uluslararası siyaset dilinde nasıl araçsallaştırıldığına da ayrıca değinmek gerekir. Sorular çok; “Amerikan derin devleti”nin yeni yönetim üzerinde artan gölgesi, küresel dengelerde söz sahibi olma çabası ve en nihayetinde, 3. Dünya Savaşı olasılığı gibi iddiaların gölgesinde atılan adımlar, sadece ticari değil jeopolitik mesajlar da içermektedir. Trump’ın 31 Temmuz tarihli kararnamesiyle ilan edilen yeni vergi tarifelerinin bir hafta sonra yürürlüğe girecek olması, ilk bakışta ticari bir düzenleme gibi görünse de, arka planında çok daha kapsamlı bir strateji barındırıyor olabilir.
Neden ve niçin bu olguya dikkat çekiliyor? Çünkü söz konusu kararname, sadece ekonomik değil aynı zamanda diplomatik baskı unsuru olarak da devreye sokuluyor. Yeni Trump yönetiminin, müzakere kapısını aralık bırakmak adına öncelikle tehdit ve yaptırım araçlarını masaya sürmesi, karşı tarafların taviz vermeye daha istekli olmasını sağlamak amacıyla kullanılan klasik bir yöntem. Yani, bir hafta gibi kısa bir süreyle ilan edilen yeni tarifeler, muhataplara “ya anlaşmaya varırız ya da bedel ödersiniz” mesajı iletiyor. Bu süreçte, ABD tarafı masaya elini güçlendiren bir koz koyarken, karşı taraflara zaman baskısı uygulayarak hızlı ve avantajlı uzlaşılar elde etme niyetini de açıkça ortaya koyuyor.
Dolayısıyla, Trump yönetiminin ve perde arkasındaki derin devletin, ticari düzenlemeleri bir pazarlık aracı olarak kullanması; hem iç siyasette güçlü görünmek hem de dış aktörler üzerinde baskı oluşturmak için tercih ediliyor. Bu yaklaşımla, yeni müzakerelerin kapısı ardına kadar açık tutuluyor; ancak bu açıklığın ardında sürekli değişen ve sertleşen koşulların dayatılması söz konusu.
Tam da bu nedenle, İngiltere dâhil bazı ülkeler ve AB ise Trump'ın daha önce son gün olarak belirlediği 1 Ağustos'tan önce ABD ile ticaret anlaşmasına varmıştı.
ABD ile Ticaret Anlaşmasına Varan Ülkeler…
1 Ağustos Öncesi Yoğun Diplomasi ve Stratejik Hesaplar
ABD'nin özellikle Trump döneminde ticari ve diplomatik ilişkilerini şekillendirmede tehdit, şantaj ve zaman baskısı gibi klasik yöntemlere başvurduğu, yukarıdaki açıklamalarda da detaylı şekilde aktarılmıştır. 31 Temmuz tarihli kararnameyle ilan edilen yeni gümrük vergilerinin bir hafta sonra yürürlüğe gireceği duyurulmuş ve bu süreçte ABD, muhataplarına adeta "ya anlaşmaya varırız ya da bedel ödersiniz" mesajını iletmiştir.
İngiltere, AB ve Diğer Ülkelerin Perspektifinden
Bu tür durumlarda ülkeler ve uluslararası topluluklar öncelikle kendi ekonomik çıkarlarını, stratejik önceliklerini ve dış politika hedeflerini koruma refleksiyle hareket ederler. İngiltere, bazı Avrupa ülkeleri ve AB'nin ABD ile 1 Ağustos'tan önce ticaret anlaşmasına varmalarındaki temel nedenleri ve amaçları şu şekilde irdeleyebiliriz:
Yaptırımlardan ve Yeni Tarifelerden Kaçınmak mı?
- ABD'nin ilan ettiği yeni vergi tarifeleri, ticarette ek maliyetler ve belirsizlikler yaratıyordu. Bu nedenle, İngiltere ve AB gibi büyük ekonomik aktörler, kendi ekonomilerini korumak ve zarar riskini minimize etmek için hızlı biçimde anlaşmaya varmayı tercih ettiler.
Pazarlık Gücünü Kaybetmemek mi?
- ABD'nin zaman baskısı altında müzakereleri yürütmesi, karşı taraflara anlaşma için dar bir pencere bırakıyordu. AB ve İngiltere, son gün gelmeden önce masada kalabilmek ve kendi lehlerine koşullar elde etmek amacıyla proaktif davrandılar.
Ekonomik ve Politik İstikrarı Sürdürmek mi?
- Ticaret hacmi yüksek olan ülkeler için ABD ile istikrarlı ticari ilişkiler, iç piyasada güven ve siyasi istikrar açısından önemlidir. Anlaşma ile birlikte istikrarsızlık ve piyasa dalgalanmalarından kaçınılmış olur.
İlerleyen Süreçte Daha Kötü Şartları Önlemek mi?
- Eğer anlaşma sağlanmazsa, ilerleyen günlerde ABD'nin daha sert ve tek taraflı koşullar dayatması ihtimali yüksekti. Bu riski göze almak istemeyen ülkeler, ellerindeki mevcut fırsatı değerlendirmişlerdir.
Küresel Satrançta Geri Planda Kalmamak mı?
- Küresel ticaretin büyük aktörleri arasında yer almak, söz hakkı elde etmek ve uluslararası arenada pozisyonunu güçlendirmek isteyen ülkeler, ABD ile anlaşmayı bir fırsat olarak değerlendirmiştir.
Stratejik Zamanlama ve Mesajın Anlamı
Trump yönetimi, müzakereleri hızlandırmak ve karşı tarafı köşeye sıkıştırmak amacıyla son tarih belirleyerek klasik bir pazarlık yöntemi uygulamıştır. İngiltere ve AB'nin bu tarihten önce anlaşmaya varması, hem mevcut kayıpların önüne geçmek hem de ileride doğacak daha ağır sonuçlardan korunmak içindir. Aynı zamanda bu, ABD'nin masaya koyduğu tehdit ve baskı unsurlarının karşı taraf üzerinde ne kadar etkili olabileceğinin de bir göstergesidir.
İngiltere, AB ve diğer ülkeler, 1 Ağustos'tan önce ABD ile ticaret anlaşmasına vararak, stratejik ve ekonomik çıkarlarını koruma yoluna gitmiştir. Bu adım, hem kısa vadeli risklerden kaçınmak hem de küresel ticarette güçlü bir pozisyon elde etmek amacıyla atılmıştır. Bu örnek, uluslararası ilişkilerde tehdit ve zaman baskısının ne kadar etkili pazarlık unsurları olabileceğini, ülkelerin ise çıkarları doğrultusunda hızlı ve pragmatik kararlar alabileceğini bir kez daha gözler önüne sermektedir.
Suriye'ye En Yüksek Verginin Nedenleri
Uluslararası Ticaret, Siyasi Baskı ve Enerji Politikasının Kesişiminde Bir Analiz
Suriye’ye uygulanan yüksek vergiler ve ekonomik yaptırımlar, yalnızca ticari gerekçelere dayanmamakta; aynı zamanda bölgesel güç dengelerinin ve jeopolitik hamlelerin bir uzantısı olarak ortaya çıkmaktadır. Özellikle ABD'nin son yıllarda uyguladığı politikalarda, enerji kaynaklarının ve dağıtım yollarının kontrolü ile siyasi baskı araçlarının iç içe geçtiği görülür.
Uluslararası Ticarette Vergi Politikaları ve Siyasi Mesaj
ABD’nin Suriye’ye uyguladığı yüksek vergi oranları, klasik bir ekonomik koruma önlemi olmanın ötesinde, siyasi baskı ve izole etme stratejisinin bir parçasıdır. Bu tür vergiler, doğrudan Suriye ekonomisini zayıflatmayı ve ülkenin uluslararası ticaret ağlarından dışlanmasını hedefler. Yüksek vergi oranları:
- Suriye’den yapılan ihracatın cazibesini azaltır, ülkenin gelir kaynaklarını daraltır.
- Yabancı yatırımın önünü kapatır, ekonomik büyüme ve kalkınmayı sekteye uğratır.
- Siyasi olarak da, Suriye hükümetinin manevra alanını daraltır ve ABD politikalarına göre yeni pozisyonlar almasını zorunlu kılar.
Enerji Politikası ve Petrol Dağıtım Yolları
Bölgedeki enerji kaynaklarının ve özellikle petrol boru hatlarının kontrolü, küresel aktörler için stratejik bir öneme sahiptir. Suriye, Ortadoğu’nun petrol ve doğal gaz yolları açısından kritik bir noktada yer almaktadır:
- Suriye’ye yönelik ekonomik baskı ve yüksek vergiler, ülkenin petrol altyapısını ve enerji ticaretini doğrudan hedef alır.
- Bölgedeki boru hattı projelerine dahil olmasını önler ve alternatif enerji güzergahlarının geliştirilmesini teşvik eder.
- Bu baskı, aynı zamanda Suriye’yi enerji gelirlerinden mahrum bırakmayı ve böylece ülkenin siyasi direncini kırmayı amaçlar.
Terör Unsurları ve Politik Manipülasyon
ABD’nin bölgedeki müdahalesi, zaman zaman farklı terör unsurlarının veya bölgesel aktörlerin kullanımıyla şekillenmiştir. Suriye’ye uygulanan yüksek vergiler de, askeri ve siyasi manevralarla senkronize şekilde yürütülmektedir:
- Vergiler, hem ekonomik hem psikolojik bir baskı unsuru olarak devreye girer.
- ABD, Suriye’nin kaynaklarını zayıflatırken bölgedeki diğer müttefiklerini güçlendirmeyi amaçlar.
- Bu şekilde Suriye, dış politikada daha izole bir aktör haline getirilir.
Bölgesel Güç Dengeleri ve Mesajın Anlamı
ABD'nin Suriye'ye en yüksek vergiyi koyması, aynı zamanda diğer bölgesel ve küresel aktörlere de bir mesaj niteliği taşır:
- ABD, bu tür ekonomik araçlarla rakiplerini cezalandırabileceğini ve küresel ticaret sisteminin kurallarını belirleyebileceğini göstermek ister.
- Suriye örneği, benzer şekilde hareket etmeyi düşünen diğer ülkelere yönelik caydırıcı bir mesajdır.
Suriye’ye uygulanan en yüksek vergi oranları, basit bir ticari düzenleme olmanın çok ötesindedir. Bu adım; enerji politikası, siyasi baskı, terör unsurlarının manipülasyonu ve küresel güç oyunlarıyla doğrudan bağlantılıdır. Nihai hedef, Suriye’nin ekonomik ve siyasi manevra alanını daraltmak, bölgesel dengeleri ABD lehine şekillendirmek ve uluslararası arenada kontrolü elde tutmaktır.
Beyaz Ev yetkilileri, Trump’ın imzaladığı bu kararnameyle belirlenen vergi oranlarının ABD aleyhine olan ve “adaletsiz” olarak tanımlanan ticaret uygulamalarını değiştirmek amacıyla kurgulandığını öne sürmektedir. Vergiler, yalnızca ticari bir düzenleme değil; aynı zamanda söz konusu ülkelerin ekonomik profilleri, mevcut ticaret dengesizlikleri ve bölgesel politikalar dikkate alınarak belirlenmiştir. Bu yaklaşım, ABD’nin kendi ekonomik çıkarlarını koruma ve global ticaret sisteminde yeni bir denge yaratma hedefiyle uyumludur.
Kararnameye göre Suriye, yüzde 41 ile en yüksek gümrük vergisine tabi tutulan ülke oldu. Avrupa Birliği’ne (AB) ise, geçtiğimiz Pazar günü varılan anlaşmaya uygun şekilde yüzde 15 vergi oranı uygulanacağı açıklandı. Ancak Trump yönetimi, bir uzlaşma sağlanamazsa 1 Ağustos’tan itibaren AB’den ithal edilen ürünlere yüzde 30 oranında gümrük vergisi getirilmesi tehdidini de masada tuttu.
Belirtilen düzenlemelerde, bazı ülkelere yönelik gümrük vergisi oranları yükseltilirken, bazı ülkeler içinse oranlarda düşüşe gidildi. Bu değişiklikler, ABD'nin ticaret politikalarında esnek ve hedefe odaklı bir yaklaşım benimsediğini gösteriyor; yani, 2 Nisan’a kıyasla farklı ülkeler için uygulanan oranlarda hem artış hem de azalma söz konusu oldu.
Bu kapsamda, vergi oranlarının artırıldığı ülkelerin başında İsviçre yer almaktadır. İsviçre için daha önce yüzde 31 seviyesinde uygulanan gümrük vergisi, yeni düzenlemeyle birlikte yüzde 39'a yükseltilmiştir. Bu artış, ABD'nin ticaret politikalarında kararlılıkla ilerlediğini ve belirli ülkelere yönelik ekonomik baskıyı artırmak istediğini gösteriyor.
İlgili ülkeler (Tayvan, Tayland, Hindistan ve İsrail) için belirtilen gümrük vergisi oranları 'te yer almamaktadır.
Metinde Tayvan, Tayland, Hindistan ve İsrail’e uygulanacak gümrük vergisi oranlarına ilişkin herhangi bir bilgi veya açıklama bulunmamaktadır. Sadece Suriye, Avrupa Birliği ve İsviçre için belirlenen oranlardan bahsedilmiştir. Bu nedenle, Tayvan’a yüzde 20, Tayland’a yüzde 19, Hindistan’a yüzde 25 ve İsrail’e yüzde 15 oranında bir gümrük vergisi uygulanıp uygulanmadığına dair açıklama metinde yer almamaktadır.
Brezilya ve Kanada gibi ülkelere ayrı tarife uygulanmasının ardında, ABD’nin küresel ticaret stratejisinin çok katmanlı bir yaklaşım sergileme amacı yatmaktadır. Bir yandan bu ülkelerle olan ekonomik ilişkilerin hassas dengesi gözetilirken, diğer yandan sektör bazlı çıkarlar ön plana çıkarılmaktadır. Özellikle Brezilya tarım ve hammadde alanında ABD’nin rakibi konumunda olup, bu sektörlerde uygulanan özel tarifelerle ABD kendi üreticisini korumak istemektedir. Kanada ise, NAFTA/USMCA gibi çok taraflı ticaret anlaşmaları çerçevesinde ABD’nin hem iş birliği yaptığı hem de zaman zaman ticari çekişmeler yaşadığı bir ortak olarak, özel düzenlemelere tabi tutulmaktadır.
Ayrı tarife belirlenmesi; küresel pazarda rekabet avantajı yaratmak, müzakere süreçlerinde pazarlık gücünü artırmak ve gerektiğinde politik mesajlar vermek gibi çok boyutlu hedeflere hizmet eder. ABD, bu yolla, hem kendi iç piyasasını korumayı hem de seçici olarak baskı kurduğu ülkelerden taviz koparmayı amaçlamakta; ticaret politikalarında esnekliğini ve kararlılığını tüm aktörlere göstermek istemektedir.
ABD’nin Brezilya ve Kanada’ya Yönelik Artan Gümrük Vergileri ve Politik Yansımaları
Trump Yönetiminin Ticaret Politikası ve Uluslararası Dinamikler
Gümrük Vergilerinde Son Düzenlemeler
Brezilya ve Kanada, ABD’nin ticaret politikasında özel bir yere sahip olup, son dönemde bu ülkelere uygulanan gümrük vergilerinde kayda değer artışlar yaşanmıştır. Brezilya için uygulanan gümrük vergisi, önceden listede yüzde 10 oranında yer alırken, Trump yönetiminin “ABD'nin ulusal güvenliği, dış politikası ve ekonomisi açısından tehdit” olarak tanımladığı Brezilya’ya Çarşamba günü açıklanan yüzde 40’lık yeni bir vergi oranı daha eklendi. Böylece Brezilya’dan ithal edilen ürünlerde toplam gümrük vergisi yüzde 50’yi buldu. Bu yüksek oran, ekonomik baskının yanı sıra siyasi bir mesaj niteliği de taşımaktadır.
Kanada için ise Trump, ayrı bir kararname ile gümrük vergisi oranını yüzde 25’ten yüzde 35’e çıkardı. Bu yeni tarifenin 1 Ağustos’tan itibaren yürürlüğe gireceği belirtildi. Kanada ile ilgili bu düzenlemede, son dönemde Başbakan Mark Carney’in Filistin’i devlet olarak tanıyabileceklerini duyurması ile ortaya çıkan siyasi gerilimin de etkisi dikkat çekmektedir.
Siyasi ve Ekonomik Arka Plan
ABD yönetimi, Brezilya özelinde sadece ticari değil, aynı zamanda siyasi anlamda da baskı kurma amacı gütmektedir. Trump’ın, darbe girişimi suçlamasıyla yargılanan eski Devlet Başkanı Jair Bolsonaro ile olan yakın ilişkisi, yüksek gümrük tarifelerinin Brezilya’daki yargı sürecine dolaylı müdahale ve Bolsonaro lehine siyasi baskı aracı olarak kullanıldığı yorumlarını beraberinde getirmektedir.
Kanada için uygulanan artan tarife ise, ikili ticaret anlaşmalarında pazarlık gücünün artırılması ve siyasi mesaj verilmesine yöneliktir. Kanada Başbakanı’nın Filistin’i tanıyabileceği yönündeki açıklaması ise Trump’ın bu ülkeye karşı tutumunu sertleştirmesine neden olmuştur. Buna karşılık, benzer bir açıklamada bulunan İngiltere’ye karşı herhangi bir gümrük tehdidi oluşturulmaması, ABD’nin ticari yaptırımlarında seçici ve stratejik davrandığını göstermektedir.
Bölgesel ve Küresel Etkiler
- Brezilya: ABD'nin tarım ve hammadde alanında güçlü rakibi olan Brezilya’ya uygulanan yüksek vergilerle, Amerikan üreticisinin korunması ve Brezilya üzerindeki ekonomik baskının artırılması amaçlanmaktadır. Ayrıca siyasi mesaj niteliği taşıyan bu adım, Brezilya’daki iç politika dengelerine de etki etmektedir.
- Kanada: NAFTA/USMCA gibi çok taraflı anlaşmalar çerçevesinde, ABD’nin hem iş birliği yaptığı hem de zaman zaman çekişme yaşadığı Kanada’ya uygulanan yeni tarife, ticari ve diplomatik ilişkilerde baskı unsuru olarak kullanılmaktadır.
Sonuç ve Değerlendirme
ABD’nin Brezilya ve Kanada’ya karşı attığı son gümrük vergisi adımları, ticari çıkarların ötesinde doğrudan siyasi ve diplomatik mesajlar içeriyor. Seçici ve çok katmanlı bir yaklaşım sergileyen ABD yönetimi, hem kendi iç pazarını korumayı hem de dış politikada elini güçlendirmeyi hedefliyor. Bu politikaların, bölgesel dengeler ve küresel ticaret sistemi üzerinde uzun vadeli etkiler yaratması beklenmektedir.
Saygılar…
Rogg & Nok Analiz Merkezi