KOMİSYON, SÜREÇ VE ATATÜRK’ÜN YOL GÖSTERİSİ
Türkiye Cumhuriyeti, son yıllarda değişik isimler altında bir takım sorunlu günler yaşadı. Başlangıçta bunların adı “Çözüm Süreci, Açılım Süreci, Demokratik Açılım” gibi bir takım isimlerle adlandırıldı.
Daha sonra “Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun” adı altında çıkarılan yasal süreçler başladı.
Bunu “Akil Adamlar Heyeti” ve “Seyyar Sınır Mahkemeleri” izledi
Son günlerin önemli sorun ve konularının başında ise “komisyon” çalışmaları geliyor.
Komisyon’un en eski ve en çok kullanılan anlamı “Yatırımcının, aracı kurum ve finansal sağlayıcısına ödediği ücret miktarı’dır.”
Günümüzde; komisyon sözcüğünün toplumda kullanılan karşılığı ise “Yeni çözüm süreci kapsamında, terörün sonlandırılması için ön çalışmalar yapmak üzere TBMM’de kurulan bir kuruldur.” Eski çözüm sürecinden nasıl bir yarar sağlanmış ve sonuç alınmıştır ki, yenileri kurulmaktadır.
Komisyonun kendisi gibi ismi de uzun ve ilginç : “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu”
Bu komisyonun çalışma konusunu özetleyen “kardeşlik, dayanışma ve demokrasi’nin” kimi kasdettiği ve neyi amaçladığı ise belirsiz. Çünkü temel olarak ve Anayasamıza göre Türkiye Cumhuriyeti; dili Türkçe olan, demokratik, laik, Atatürk İlke ve İdeallerine bağlı, ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür.
Bu bütünü; yöresel yerleşim alanlarında aldıkları isimlere ve düşünsel inançlara göre bir takım guruplara bölmenin ve sonra bunları kardeş adı altında birleştirir gibi yapmanın hiçbir anlamı, yararı ve iyi yönü yoktur. Abaza, gürcü, Çerkez, laz, kürt, alevi, Sünni gibi bölünmeler yersizdir ve bunlar bir bütünün parçalarıdır.
Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.
Bunu en güzel ve en net şekli ile Atatürk şöyle ifade etmiştir:
"Bugünkü Türk milleti siyasî ve sosyal toplumu içinde kendilerine; Kürtlük fikri, Çerkeslik fikri ve hatta Lâzlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve millettaşlarımız vardır. Fakat geçmiş zamanın zorba ve baskı devirleri mahsulü olan bu yanlış adlandırmalar, birkaç, düşman âleti gerici, beyinsizden başka hiçbir millet ferdi üzerinde üzüntüden başka bir tesir yapmamıştır. Çünkü bu millet fertleri de umum Türk toplumu gibi aynı ortak geçmişe, tarihe, ahlâka, hukuka sahip bulunuyorlar.” (Ek.1)
Atatürk; yerel ve yöresel isimlerden doğan farklılıklara ilişkin bu değerlendirmesinin devamında, dünyanın temel dini inançlarına sahip vatandaşlarımız için de, gene muhteşem bir değerlendirme yapmaktadır:
“Bugün içimizde bulunan Hristiyan, Musevî vatandaşlar, mukadderat ve talihlerini Türk milletine vicdanî arzularıyla bağladıktan sonra kendilerine yan gözle, yabancı gözüyle bakılmak, Medeni Türk milletinin asil ahlâkından beklenebilir mi.?” (Ek.2)
Türkiye’deki değişik ve yöresel lehçe ve dillerin, basın yayın organlarında ve hatta eğitim kurumlarında, yasal organ ve kuruluşlarda kullanılması yolundaki söylemlere de tanık olmaktayız. Bir toplumu; millet ve devlet yapan konuştuğu dil’dir. Atatürk’ün bu konudaki ifade ve uyarısını da unutmamalıyız:
“Türk Milleti’nin dili Türkçe’dir. Türk dili, dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk dilini çok sever ve onu yükseltmek için çalışır.”(Ek.3)
Başta da söylediğimiz üzere; Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını ve Türk halkını, yöresel yerleşim alanlarında aldıkları isimlere ve düşünsel inanışlarına göre adlandırmanın ve bir takım guruplara bölmenin ve sonra bunları kardeş adı altında birleştirir gibi yapmanın hiçbir anlamı, yararı ve iyi yönü yoktur.
Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür. Dili Türkçedir.
Avukat Ahmet Erdem AKYÜZ
Hukukun Egemenliği Derneği
Kurucu ve Onursal Genel Başkanı
(Ek.1-2-3. Prof. Dr. A.Afet inan, Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk'ün El Yazıları,
Türk Tarih Kurumu Yayını, 1930, Ankara.)