“KALDIRALIM SINIFLARI”
Toplumsal yaşayışımızda pek çok olumsuzluklar yaşıyoruz ve bunların düzeltilmesi için herkes kendi meşrebince bir şeyler yapıyor. Yazı yazıyor, toplu imza metinleri yayımlıyor, miting yapıyor. Canına tak der ve zamanı geldiğine inanırsa ihtilal bile yapanlar var.
İstanbul ilçeleri ve Anadolu kentlerinde aylardır düzenlenmekte olan kalabalık mitingler ülkemizde sınıf mücadelesinin barışçı bir biçimde devam ettiğini gösteriyor. Aydınları, emekçilerin çoğunu ardına takmış orta sınıf, “demokrasi” adına “muhafazakâr burjuvazi”den iktidarı teslim almak istediğini haykırıyor. Bu durum Türkiye toplumunu siyasi baskımdan diri tutmaya yarıyor. CHP, “Kurtuluş yok tek başına” sloganını sosyalistlerden ödünç almış görünüyor ve “yiğidim Aslanım burada yattığı” şiirini içerdekilere uyarlıyor. Bu mitingler, geleceğin sınıfsız toplum mücadelelerine de miras bırakacak
İNSANLIĞIN KAYBOLAN CENNETİ
İnsanlık tarihi boyunca en köklü düşünce akımlarından biri sınıfsız toplum hâlinde yaşamaktır. İlk insan toplulukları da zaten sınıfsızdılar. Kabileler haline yaşıyorlardı ve mülkiyet nedir bilmiyorlardı.
Nedendir bilinmez ve veya bilenler vardır, insanlık zaman içinde sınıflara ayrıldı. İlk sınıflaşma köleler ve onların sahipleri olarak ortaya çıktı. Kentleşme ile başlayan bu süreçte insanlığın çoğunluğu köleler sınıfına kaydedilerek dünyada cehennemi yaşamaya başladılar. Eski Atina’da yaşayan insanların dörtte üçü köle idi!
Kölelik, o günkü hâkim sınıfın aklına uygundu. Zeytin veya incir ağaçlarının gölgesinde felsefe yapanlar da o düzeni meşru görüyorlardı. Fakat ekonomik verimliliği azalınca, köleler de bugün hâlâ ezilenlere ilham kaynağı olan Spartaküs gibi birçok yerde isyan edince bu köleci “uygarlık” feodalizme evrildi. En şaşaalı kent olan Roma’nın caddelerinde ot bitti. İnsanlar köylere çekildiler. Kölelerin adı artık “serf” idi. Yılın tümünde değil, belli bir süresinde toprak ağaları için çalışırlardı. Yüzyıllar öncesinden bugüne de seslenen Şeyh Bedreddin gibi “yârin yanağından başka her şeyde ortaklık” öngören insanalar bu topraklarda da yetişti.
“Büyük insanlık” kaybettiği sınıfsız toplum “cenneti”ne kavuşabilmek için çok ter ve kan döktü. Dinler, bu dünyada cenneti kuramadılar ve onu “iyi insanlar” için ölümden sonraya erteleme yolunu seçtiler.
Kentleşmeyle birlikte burjuvazi ve kapitalizm gelişti. Bu sefer de toplum işçiler ve patronlar olarak iki ana sınıfa ayrıldı. İkisi arasında başka sınıflar da oluştu.
İnsan aklı da toplumsal çelişkilere göre sürekli geliştiğinden kapitalizm zamanla akıl ve ahlak dışı görüldü. İnsanların bir kısmının işçi ve bir kısmının patron olması, üretim araçlarının (toprak, fabrikalar) belirli ellerde toplanması, diğerlerinin işgüçlerinden başka bir şeye sahip olamamaları akıl dışı görüldü. Sınıfsız toplum isteyen Marks yol göstericiler felsefeye damgalarını vurdular. Enternasyonaller kurdular.
Bütün suç mülkiyet kavramındaydı. İşçi sınıfı, patronların iktidarını devirerek iktidara gelmeli ve üretim araçlarındaki mülkiyeti ortadan kaldırmalıydı. Ancak bunun pek kolay olmadığını tarih gösterdi. Mal canın yongasıydı ve üretim araçların sahiplerinin “eşitlik” kavramını duyunca tüyleri diken diken oluyordu. Bugünkü iktidarımızı korkutan da ülkemizin muazzam servetlerine hükmetmekten uzaklaşması ihtimalidir.
SINIF MÜCADELELERİ TARİHİNDEN
1871 Paris Komünü sınıfsız toplum kurmayı denedi. İhtilal başarılı olamadıysa da insanlığın içine “sınıfsız toplum için mücadele” kurdunu düşürmeyi başardı. İdeoloji kozasının içinde bekledi ve 1917’de Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkıntılar içinde dipdiri ortaya çıktı. Bütün ülkelerin işçi sınıfının aklını başına getirmekle kalmadı, sömürge halklara ve köylülere de cesaret verdi. Avusturya İşçi Marşı “Kaldıralım sınıfları” diyordu. Aman Allah’ım burjuvazi ve toprak ağaları için ne korkunç şey!
Sınıfsız topluma ulaşma düşüncesi Mehmet Akif’in ifadesiyle Avrupa başkentlerini bir yanardağın külleri gibi yaladı. Bu fırtına sıcak bir yaz rüzgârı gibi 1920’de Türkiye üzerinde de esti. 1922’de hâlâ şurada burada sınıfsız düzenin hayalini kuran insanlar varsa da Büyük Zafer’in ardından emperyalizmle mücadelede işçi sınıfına ihtiyacı kalmadığını düşünen burjuvazi, sınıfsız topluma ulaşma görüşünü ve bunun için örgütlenmeyi şiddetle yasakladı. Sınıfsız toplum isteyenlerin “kökü dışarda” olduğunu ve bunların “vatan haini” olduklarını ilan etti. Bunları zindanlara attı. Halkla temaslarını kesmeye çalıştı. Türkiye burjuvaları ve toprak ağaları artık bütün zenginliklerin başına sorunsuz olarak konabilirlerdi. Emperyalizme karşı askerî ve siyasi zafer ne kadar gurur verici ise, zenginlerin yararına bir düzen kurulması olumsuzdu.
Günümüze dönersek, ülkede beklenen bir iktidar değişikliği ile toplumun sınıflara ayrılmaktan doğan sorunlarını çözmeyeceği de açık. 1960’tan sonraki devrim rüzgârlarının etkisiyle Türk aydınlarının umut bağladığı sınıfsız topluma ulaşma umudu dış ve iç gelişmelerin etkisiyle nerdeyse tarihe karıştı. Onun yerini ehlileşmiş bir kapitalizm (sosyal demokrasi) aldı.
Bu da hiç yoktan iyidir. İnsanlık ancak önündeki sorunları çözebilir. Toplumun önüne sınıflı toplumu sınıfsız hâle getirmek için mücadelenin gelmeyeceğini kim söyleyebilir?
Merdiven basak basak demişler… Sınıfsız topluma ulaşabilmek için daha birçok basamak çıkmamız gerekecek.
Zeki SARIHAN