TÜRK TEFEKKÜR TARİHİ ÜZERİNE
§ Çünkü dile dökmek ‘ne olduğunu’ ortaya koymak değil, özel kültürel bir çevrede anlaşabilirliği öne çıkararak katılımda bulunmak, Kavramlar, söylemler, zihinsel süreçler dışarıdaki dünyanın yansımasından daha çok kültürel olarak belirginleşen bir dilsel yapının bileşenleridir. Evrensel mekanizmalarla kurulan yapılar dahi, durumun ‘öyle olduğunu’ vermez. Bu nedenle “hakikat” varsayımı ya da şeffaf bir yapıda doğru olduğuna iman edilenler, cemaatlerin inşâ ettiği gerçekliğin yan ürünüdürler. Hakikatten söz edilecekse, dile bağlı inançların dışında bir ‘hakikat’ yoktur.
Türk tarihi ve tefekkürü zengin ve etkin olmakla beraber maalesef öksüzdür. Lakin hayıflanmanın anlamı yoktur. Acilen harekete geçilmelidir. Bireysel olarak yapılabilecek olanlar devede kulak mesabesinde de kalsa, elden gelenin arda konulmaması gerekir. Niçin mi? Çünkü yol önümüzde değil ardımızdadır. Kıymet bilinse de bilinmese de yürüdüğümüz kadarıyla var olup ayakta kalacağız. Yürüdüğümüzle var olmak, önümüze bakmamak anlamında yorumlanmamalıdır. Tabi ki önümüze bakacağız. Bu anlamda önümüzde de yolların olduğu dile getirilebilir. Yaşanmışlık açısından bu bakış gayet doğaldır. Nihayette an ve an belirlediğimiz bir gelecekten daha ziyade belirlenmiş geçmişler içinde yürümek daha kolay görünür. Ancak unutulmamalıdır ki, günün birinde hakkımızda bir hüküm verilecek olursa, o hükmün temel dayanağı büyük ihtimalle yapacağımız değil, yaptığımız olacaktır.
Türk felsefe tarihine giriş, gelecek kurmaktan daha ziyade geçmişi okumakla alakalıdır. Zira ‘geçmişi olmayanların geleceğinin de olmayacağı’ tecrübelerle sabittir. Ayrıca olun arkada olması da bizi zorunlu olarak geleceği geçmiş üzerinden kurmaya yönlendirmektedir. Bu durumda işe nereden başlamak gerekmektedir? Çok geniş bir coğrafyayı ve uzun bir zaman dilimini içine alan Türk tefekkür tarihi ve felsefesi, bakirdir. Zaman ve zemin bakımından genişlik, işi hem kolaylaştırmakta hem de zorlaştırmaktadır. Kolaylık, tutulan her bir dalın yüzebilme imkânı sunmasında; zorluk ise dalları fışkırdığı gövdeye, gövdeyi de köke bağlayabilmenin giriftliğindedir. Türk tefekkür tarihi devranî ve devasa bir ağaçsa gövdesi dallı budaklıdır. Kökü de toprağın derinliklerindedir. Modern epistemik okumalar, sadece ağacın parçalanmış görüntüsünü vermektedir. Ağacı ontolojik düzlemde bir bütün olarak görmek ve onto-epistemik bir okumaya tabi tutmak ise büyük dikkat, emek ve sabır istemektedir.
Sonuç yerine
Prof. Dr. Hilmi Ziya Ülken, bir yazısında Eski Yunan felsefesinin bir “miras yedi”11 olduğunu ifade eder. Gerçekten de biz bugün çok daha iyi fark etmekteyiz ki, hiçbir düşünce ve felsefe gökten zembille inmemektedir. Geçmişten beslenmekte ve etkileşimlerle yol almaktadır. Mesele, tarih olmuş varolanın öncelikle fark edilmesi ve kavranmasıdır. İkinci adım ise, aktüel olan yaklaşımları dikkate alarak keşfedilenin inşâ edilmesidir. Bu tavra bir isim bulmak gerekirse, bizim önerimiz inşâî keşif kavramıdır. Keşfedilenin inşâsı, yapılanın mutlak olmadığını gösterir. Geçmişin farklı tarzlarda okunabileceğine işaret eder. Bu okumaları birbirini desteklemesi ve düzeltmesi ise felsefeleri oluşturacaktır.
Biz Hocamız Süleyman Hayri Bolay’ın yaptığı çalışmalardan Türk tefekkürü ve felsefesini yeni yeni keşfetmeye başladık. Yapılması gereken hocamızın önderliğinde büyük bir dinamizme sahip olan, Türk düşünce tarihini önerdiğimiz bakış açısından keşfetmeye ve keşfederken de inşâ etmeye devam etmektir. Bu, felsefenin eski Yunanla başlayan bir aktivite olmadığını, her dönemin, her milletin az ya da çok felsefî bir birikime sahip olduğunu bizlere gösterecektir.
Sözü Süleyman Hayri Bolay Hocamızın bir tespitiyle bitirelim: “Türk düşüncesinin tarihi ufku çok geniştir. Tarihi seyri devletlere yaygınlığı itibariyle Batı düşünce hayatında daha geniş bir tarihe, coğrafyaya sahiptir. Muhteva itibariyle de en az Batı düşünce hayatı kadar zengindir.”12 Bizlere düşen bu zenginlikten gereğince nasipdâr olmak için zihnimizi ve gönlümüzü açık tutmak ve gayretli olmaktır.
(TÜRK TEFEKKÜR TARİHİNİ VE FELSEFESİNİ OKUMAYA METODOLOJİK BİR ÖNERİ- Doç. Dr. Süleyman DÖNMEZ)
Kaynaklar:
H. Ziya Ülken: Şeytan’la Konuşmalar, Ülken Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2003.
Hüsamettin Arslan: Epistemik Cemaat, Paradigma yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2007.
J. K. Gergen: “Sosyal İnşa: Batının Psikolojisinde Kendi Kendine Konuşmasından Karşılıklı Küresel Konuşmaya”, Doğunun ve Batının Yerelliği: Bireylik Bilgisine Dair, ed. Sibel A. Erkonaç, Alfa Yayınları, İstanbul 2004.
P. Hadot: Wittgenstein ve Dilin Sınırları, çev. M. Erşen, Doğubatı yayınları, İstanbul, 2009.
S. Hayri Bolay: Türk Düşüncesinde Gezintiler, Nobel Yayınları, İstanbul 2007.
S. Hayri Bolay: Osmanlı Düşünce Dünyası, Akçağ Yayınları 2. Baskı, Ankara 2011.
11
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
11 H. Ziya Ülken: Şeytan’la Konuşmalar, Ülken Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2003, s. 19.
12 S. Hayri Bolay: Türk Düşüncesinde Gezintiler, Nobel Yayınları, İstanbul 2007, önsöz.
Yukarıdaki alıntı, öz kimliklerinin henüz bilincinde olmayanlara belki kılavuz olabilir. Ne ki, ülkemizde durum öyle bir noktaya geldi ki, Erdoğan’ın bundan sonra artık eline alacağı, ancak pimi çekilmiş bir bomba olabilir. Esasen durum bu olduysa, ‘bir gece ansızın gidebilirim’ sözü de artık yeni menkulü olacaktır. İyi de giderken son opsiyonu Çerçioğlu’nu nereye koyacaktır. Yalnız gideceği yer, o da kabul görürse tabi, muhtemelen Trump’ın aşağı mahallesi olabilir.
Bakarsınız, Çerçioğlu (pardon Çerçi Kızı’nı) da beraberinde götürür belki. Çünkü onu suç ortağı da yaptığı için, hani yakışırlar birbirlerine. Ne ki, şayet Erdoğan seçim tarihini beklerse, bir daha aday olamayacağı için de bir gece ansızın yola çıkabilir. Ama erken seçime karar verip son şansını denemeye kalkarsa da seçim sonuçları alınınca derhal kaybolabilir. Çünkü ülkede kalması, kendisi için katastrofal olacaktır.
Konu Erdoğan’sa, sakın olmaz demeyin. Birileri şekerciden bonbon alır gibi iftiracı pazarlıyor ve mağdurların hali de saklanamıyor. Burada ise soru şu olabilir. Adamlar hala bu kafayla, İktidarda kalmayı mı düşünüyorlar? Ey AKP, CHP mitinglerini gözünle değil beyninle izle ve anla artık hal i pür melalini. Bir zamanlar sağdan, soldan para ödenerek toplanan taşıma topluluklarla miting yaparken, artık bütün millet CHP mitinglerinde hak yolunu terennüm ettiği için de bakın size toplayacak taşıma aday bile kalmadı.
Hele bu duruma bir de Cumhur tokadı inerse, bilmem nasıl bitecektir son sahneniz. Çünkü DEVRAN saati çalacak diyorduk; ama Erdoğan’a siyasi top çevirmeyi de öğreten Bahçeli, top çevirmeye hala kendisi devam ediyor. Ne ki buna hiç gerek yoktur, zira MİLLET isterse, sandığı hemen önüne koyabilir. Yalnız Bahçeli top çevirmeyi uzatır ve cumhur ittifakından kurtulamazsa, süreçten beklediği sonucu asla göremez ve artık siyaseti de unutması gerekecektir.
Bir adama suç örgütü lideri diyorlar ve bütün şaibeli işlerde parmağı olduğunu söyledikleri ve ev hapsi verdikleri bu insanı, sinyal vermeyen kelepçeyle, dışarıda tutup, her istediğini yapıyorlar. Diğer yanda ise suçsuz CHP’li Belediyecileri, bırakın ev hapsini, aylardır zindanlarda tutup, kendilerini IQ sahibi gösterirken, MİLLET’i de keriz mi sanıyorlar? Korktuklarını zindana atmakla İktidarlarını koruyacaklarını mı sanıyorlar? Hadi canım, güldürmeyin insanı.
Bu arada tarihin ilk çağlarında bile yapılmayan, özellikle de en vicdansız çocuk kıyamını, 21.yüzyılda Gazze de halen engelsiz yapmakta olan Trump destekli Netanyahu çetesine, bakalım yakın günler neler hazırlıyor. Zira bir şeyler olacağı da kesindir, en iyisi, bekleyip görmek. Yoksa, vatandaşların köylüsünden, beyaz yakalısına kadar, gırtlaklarından taşan AKP bezgini hezeyanlarını, hala yorumlayamıyorlar mı?
Ayrıca, memurlar Sendikasının Beştepe yürüyüşüne, polisle barikat oluşturan AKP İktidarının, kendi eliyle daha da eksiye taşıdığı mevcudiyetini, yoksa hala uzatmalara yeterli mi sanıyorlar? Aslında bu kadar adaletsizliğe ihtiyaç hisseden adamların, mutlaka geçmişleri de bir şekilde adaletsizdir. İşte bu noktadan yola çıkılırsa, kendilerine karşı da birçok iftiracı kolayca bulunabilir. Bir misalle de vurgulayalım. Mesela bir adam, diğerine silahını doğrultuyor.
İki adam arasında bir mücadele olurken, silah patlıyor ve silahı ilk doğrultan, kendi silahıyla vurulup ölüyor. Ne oldu şimdi, acaba sonuç taammüden cinayet mi yoksa nefsi müdafaa mı? Şayet ölen AKP’liyse, bu İktidarla sonucun, tek celsede taammü cinayeti olarak karara bağlanacağı kesindir. İşte toplumu ayrıştırmak da böyle bir şeydir anlaşıldığı üzere. Hani ülke şahlanacaktı, diyenlere de bir anımsatma yapalım. Ülke gerçekten Şahlandı ve Şahın önüne gelen her harici misafire serdiği kırmızı halılardan, kime hizmet ettiği de anlaşılmıyor artık.
Kendisini sevmenin bir ibadet olduğu sevgili Atatürk’ü, en yüce Bayram günümüz olan 30 Ağustos da coşkuyla ve 103 yılında bir kere daha kutlayarak, minnetle bağrımıza bastık. Ey gençler, çok iyi bilin ve belleyin ki, Atanın Gençliğe Hitabesinin son 3 cümlesi, bilhassa sizlerin bugünkü günlerinize ithaf edilmiştir. O nedenle de milli müktesebatınızı, bugünü yarınla katlayarak iki defa düşünün…
Serendip Altındal