Erdoğanizm’in Siyasal Mühendislik Ve de Türkiye’nin Evrimi Üzerine Kişisel Düşüncelerim
Toplumsal Değişim, Tarih ve İdeolojilerin Gölgesinde Bir Yansıma
Bazen pencerenin kenarına oturup hem dünyayı hem de Türkiye’yi izliyorum; akıp giden zamanın, değişen insan ilişkilerinin ve toplumsal dokunun nereye evrildiğini, hangi yöne sürüklendiğimizi sorguluyorum. Son otuz yıl, deyim yerindeyse, bir tarih kitabının sayfaları gibi hızla çevrildi ve arkada bıraktığı izleri bazen umutla, bazen de buruklukla izliyorum.
Bu süreçte doğan çocuklar, yeni bir dünyanın insanları oldu. Onlar, dijital çağın içine doğdular; düşünceleri, umutları ve hayalleri önceki kuşaklardan çok farklı şekillendi. Toplum ise, her yeni nesille birlikte kendini yeniden tanımladı, yeni kalıplar aradı, bazen kimliğini sorguladı. Her devrin kendi rüzgarı oldu; kimi zaman yön bulamayan, kimi zaman ise yıkıcı olabilen bir rüzgar.
Türkiye’deki toplumsal dönüşüm, yalnızca teknolojik ya da ekonomik bir değişimden ibaret değil. Siyasi yapılar, ideolojiler ve liderler, bu evrimin rotasını belirlemede önemli aktörler oldu. Her dönemin kendi tanımları, kendi doğruları, kendi yanlışları vardı. İdeolojiler, bazen bir nesli büyüleyen, bazen de bir başka nesli hayal kırıklığına uğratan kocaman gölgeler gibi topluma sinmişti.
Evrim kelimesi, bilimin soğukluğunda tarafsız ve teknik bir anlam taşır belki; fakat bir toplumun evrimi, bireylerin umutları, korkuları, suskunlukları ve itirazlarıyla anlam kazanır. Son yıllarda pek çok kişinin hissettiği bir yabancılaşma, bir bocalama hali var. Kimi zaman kendi ülkesinde kendini misafir gibi hissetmek; bazen, olup bitenlere karşı kelimeler bulamamak, kalemin ucunun da yetersiz kaldığını düşünmek… Toplumun geçirdiği değişim, çoğu zaman insanın ruhunda ince, derin çatlaklar bırakır.
Türkiye’de, farklı ideolojilerin gölgesinde yaşamanın ağırlığı zaman zaman hissedilir. İnsanlar, kendilerine dayatılan tanımlarla, kalıplarla, sloganlarla karşı karşıya kalır. Bazen, bir kavramın ya da bir liderin adı, toplumsal hafızada bir çağrışımlar zinciri başlatır. Elbette herkesin bu değişime bakışı, yorumu ve duygusu farklıdır; kimileri için umut, kimileri için hayal kırıklığıdır değişimin adı.
Benim penceremden bakınca, bazen bir utancın, bazen bir öfkenin, bazen de bir çaresizliğin gölgesinde buluyorum kendimi. Sorgulamanın, eleştirmenin, farklı düşünmenin zorlaştığı dönemlerde, toplumsal evrimin karanlık tarafı daha da belirginleşiyor. Ancak yine de, bu ülkenin geçmişinde olduğu gibi, geleceğinde de yeniden filizlenecek umutların olduğuna inanıyorum. Çünkü hayat, sürekli bir devinim ve değişimden ibaret; toplumlar, kimi zaman tökezlese de, yeniden kendini bulma gücünü içinde taşır.
Sonuç olarak, Türkiye’nin son otuz yıldaki evrimi, bireylerde karmaşık duygular ve düşünceler bırakmış olabilir. Kimi için bu dönemin adı yenilenme, kimi için ise eksilme ve yabancılaşmadır. Ancak her durumda, bu toprakların insanı olarak, kendi payıma düşen sorumluluğu, eleştiriyi ve umudu taşımaya devam ediyorum.
Erdoğanizm ve Dini Sömürü İdeolojileri: Karşılaştırmalı Bir Analiz
Türkiye’nin son otuz yılına damgasını vuran toplumsal ve siyasal dönüşüm, özellikle “Erdoğanizm” olarak adlandırılan yönetim biçimi ve bununla iç içe geçmiş veya zaman zaman ayrışan dini sömürü ideolojileri aracılığıyla okunabilir. Bu iki yaklaşım, hem toplumsal yaşamda hem de siyasal pratikte farklı sonuçlar doğurmuş, zaman zaman birbirini destekleyip, zaman zaman da çatışmıştır. Analitik bir perspektiften bakıldığında, Erdoğanizm ile dini sömürünün temel farkları, amaçları ve topluma yansımaları dikkatle değerlendirilmelidir.
Erdoğanizm Nedir?
Erdoğanizm, esasen Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde şekillenen ve onun siyasal karizması ile yürütülen bir yönetim tarzıdır. Bu yaklaşımda:
- Kişiselleşmiş İktidar: Karar alma süreçleri büyük ölçüde tek adam iradesine dayanır; kurumların özerkliği azalır, toplumsal değişim liderin şahsi vizyonuna göre yönlendirilir.
- Popülist Retorik ve Mobilizasyon: Halkın değerlerine, özellikle milli ve muhafazakâr temalara sıklıkla vurgu yapılır; kitlelerin desteği, karizmatik liderlik ve “biz ve onlar” ayrımı üzerinden pekiştirilir.
- Seçmene Dayalı Meşruiyet: Demokrasi pratikleri, seçim sandığına indirgenir; çoğunluğun iradesi, evrensel hak ve özgürlüklerin önüne geçebilir.
- İdeolojik Esneklik: Erdoğanizm, gerektiğinde pragmatik bir şekilde ideolojik pozisyon değiştirebilir; dini, milli, hatta kimi zaman seküler referansları araçsallaştırabilir.
Dini Sömürü İdeolojileri Nedir?
Dini sömürü ideolojileri, dinin esasen inanç, ahlak ve toplumsal huzur için var olan yönünü, iktidar ve çıkar elde etmek amacıyla araçsallaştıran yaklaşımlardır. Bu pratiklerde:
- Dinin Araçsallaştırılması: İnanç sembolleri, dini metinler ve ritüeller, siyaseti meşrulaştırmak ya da toplumsal kontrolü sağlamak için kullanılır.
- Ahlaki Baskı ve Kutuplaşma: Kendi yorumunu “hakikat” olarak dayatır, farklı düşünenleri ötekileştirir ve toplumsal kutuplaşmayı derinleştirir.
- Çıkar İlişkileri: Dini vakıf, dernek ve cemaatler üzerinden maddi ve manevi kaynakların kontrolü sağlanır; liyakat yerine aidiyet ön plana çıkar.
- Görünürde Meşruiyet, Gerçekte Sömürü: Dinin kamusal alanda görünürlüğü artarken, işlevi çoğu zaman toplumsal adalet ve etik değerlerden sapar, iktidarın devamlılığına hizmet eder.
- Merkez ve Araçlar: Erdoğanizm’in özü lider kültü ve onun ekseninde dönen popülist söylemken, dini sömürü ideolojilerinin merkezinde ise dinin kutsallığı ve toplumsal aidiyet duygusu vardır. Ancak her ikisi de, araçsallaştırdıkları değerler üzerinden meşruiyet üretir.
- Toplumsal Mobilizasyon: Erdoğanizm, milli birlik ve büyük Türkiye vizyonu üzerinden kitlesel mobilizasyon sağlarken; dini sömürü, inanç üzerinden bireyleri manipüle eder, toplumsal sadakati bu yolla pekiştirir.
- İdeolojik Tutarlılık: Erdoğanizm kısa sürede fikir ve strateji değiştirebilir; dini sömürü ideolojileri ise çoğunlukla doktriner bir katılık sergiler, kutsallığı tartışılmaz bir referans olarak sunar.
- İktidarın Sürdürülüşü: Her iki yöntem de iktidarın elde tutulmasını amaçlar; ancak Erdoğanizm, liderin şahsi inisiyatifine ve pragmatik politika değişikliklerine daha açıktır. Dini sömürü ise, sürekliliği dini yapıların ve geleneklerin devamında görür.
Farklar ve Yaklaşımlar
Yorumlarsam;
Türkiye’de son otuz yılda siyasal ve toplumsal yapı, hem Erdoğanizmin hem de dini sömürüye dayalı ideolojilerin etkisiyle şekillendi. Bu iki yaklaşım zaman zaman birleşerek güçlerini artırdı, zaman zamansa birbirine rakip olarak ortaya çıktı. Toplumun bir bölümünde umut, diğerinde ise yabancılaşma ve hayal kırıklığı yarattı. Neticede, sansüre yer bırakmadan ifade etmek gerekirse, Erdoğanizm ve dini sömürü ideolojileri Türkiye’nin toplumsal dokusunda farklı ama birbiriyle etkileşimli izler bırakarak günümüzdeki siyasi ve toplumsal atmosferin oluşmasında başta rol oynamıştır.
Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun Siyasi Oluşumunda Türkiye’nin Yeri: Analitik Bir Değerlendirme
Geçmişten Günümüze Siyaset, İdeoloji ve Amaç
Türkiye, bulunduğu coğrafyanın tarihi derinliği ve kültürel çeşitliliğiyle hem kendi içinde hem de Ortadoğu bağlamında karmaşık bir siyasi yapılanmayı temsil eder. Türkiye’nin bu denklemdeki yeri, tarihsel tecrübeleri, devlet gelenekleri ve modernleşme süreçleriyle şekillenmiştir. Türkiye’nin siyasi oluşumunun ve pratiklerinin analitik ve mantıklı bir yaklaşımla değerlendirilmesi, mevcut konumunu anlamak ve geleceğe dair sağlıklı projeksiyonlar yapmak için elzemdir.
Osmanlı Döneminde Siyaset ve Sosyo-Politik Ortam
Osmanlı İmparatorluğu’nda siyaset, büyük ölçüde merkeziyetçi ve padişah iradesine dayalıydı. Toplumun katılımı sınırlıydı; dini ve etnik gruplar, millet sistemi sayesinde kendi iç işlerinde özerk sayılırdı. Siyasal iktidarın kaynağı “kut” anlayışına, yani Tanrı’nın padişaha verdiği yönetme hakkına bağlanırdı; bu, Batılı anlamda bir halk egemenliği anlayışından epey uzaktı. Bürokrasi, saray çevresi ve ulema, siyasi karar alma süreçlerinde belirleyici rol oynardı.
- Merkeziyetçilik: Siyasi güç, padişah ve çevresinde toplanmıştı.
- Toplumsal Katılım: Modern anlamda yurttaş katılımı yoktu; toplum hiyerarşik bir düzen içindeydi.
- İdeolojik Yapı: Osmanlı siyasetinde dini ve geleneksel meşruiyet öne çıkıyordu.
Tanzimat ve II. Meşrutiyet: Modernleşmenin Ayak Sesleri
19. yüzyılda Osmanlı, Batı’daki değişimlerden etkilenerek siyasal yapısını dönüştürmeye başladı. Tanzimat Fermanı (1839) ve Islahat Fermanı (1856) ile hukukun üstünlüğü, temel haklar ve merkezi yönetimin modernleştirilmesi öne çıktı. II. Meşrutiyet (1908) ile anayasalı monarşi ve meclisli sistem denemeleri yapıldı. Bu süreçte Batılı anlamda siyasal partiler, basın ve kamuoyu kavramları öne çıktı.
Modern Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu: Atatürk Öncesine ve Sonrasına Bakış
Mustafa Kemâl Atatürk öncesinde Osmanlı son döneminde çok partili denemeler, milliyetçi ve Batıcı akımlar ortaya çıkmaya başladı. Ancak bu girişimler merkezileşmiş otoritenin ve gelenekçi yapıların baskısıyla sınırlı kaldı.
Mustafa Kemâl Atatürk önderliğinde kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti ise siyasal modernleşmeyi, laiklik ve ulus-devlet inşası üzerinden ele aldı. Atatürk’ün getirdiği reformlar, “TBMM’de millet iradesi egemendir” ilkesini temel aldı. Siyaset, artık bir hanedanın veya seçkin bir zümrenin değil, tüm yurttaşların temsil edildiği bir mekanizma olmaya başladı.
- Laiklik: Din ve devlet işleri ayrıldı, kamusal yaşam sekülerleştirildi.
- Hukuk Devleti: Yasalar önünde eşitlik ve hukukun üstünlüğü esas alındı.
- Ulus-Devlet: Türk kimliği ortak payda olarak vurgulandı.
- Modern Eğitim: Bilimsel ve çağdaş eğitim sistemi benimsendi.
Türkiye’nin Ortadoğu’daki Yeri
Türkiye, coğrafi ve jeopolitik olarak Ortadoğu’nun bir parçası olsa da, siyasal ve kültürel kodlarıyla Batı ile de güçlü etkileşim içindedir. Cumhuriyetin ilk yıllarında “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesiyle dış politikada tarafsızlık ve barışçıl ilişkilere önem verilmiştir. Ancak zamanla Ortadoğu’daki gelişmeler, Türkiye’yi bölgesel bir aktör olmaya itmiştir. Laik, demokratik ve çoğulcu bir sistemle yönetilmesi, Türkiye’yi bölgedeki diğer ülkelerden ayıran önemli bir özelliktir.
Analitik Bir Perspektiften Türkiye’nin Konumu
Türkiye, Batı ile Doğu arasında bir köprü olarak hem değerler hem de uygulamalar bakımından hibrit bir model sunar:
- Batı’ya Yakınlık: NATO, AB adaylığı, laiklik ve modern hukuk sistemi.
- Doğu ile Bağ: Tarihi, kültürel ve dini ortak paydalar, göç ve enerji politikaları.
Bu çok boyutlu yapı, Türkiye’nin hem bölgesel denge unsuru hem de kendi kimliğini koruyan özgün bir aktör olmasını sağlar.
Siyasetin Amacı ve Kimin İçin Yapılması Gerektiği Üzerine
Analitik ve mantıklı düşünce, siyasetin amacı ve hedef kitlesi konusunda da rehberlik eder. Siyaset, bireylerin ve toplumun refahını, adaletini ve güvenliğini sağlamak için yapılmalıdır. Siyasi iktidarın amacı, kamu yararını gözetmek, toplumsal barışı tesis etmek ve farklılıkları bir arada yaşatacak yapılar inşa etmektir.
- Toplum İçin Siyaset: Siyaset, dar bir zümrenin çıkarı için değil, toplumun tüm bireylerinin hak ve özgürlüğünü geliştirmek için yapılmalıdır.
- Adalet ve Eşitlik: Siyasal irade, eşitlikçi ve kapsayıcı olmalı; azınlıklar ve dezavantajlı gruplar da sürece katılabilmelidir.
- İdeoloji ve Felsefe: Siyaset bilimi, farklı ideolojilerin (liberalizm, sosyalizm, muhafazakârlık, milliyetçilik vb.) sunduğu çözüm önerilerini ve eleştirilerini baz alır. Her ideoloji, kendine özgü bir toplum ve siyaset vizyonu sunar; analitik düşünce, bu vizyonların gerçekliğe ne kadar uyduğunu sorgular.
Analitik ve Mantıklı Siyaset Arayışı
Siyasi oluşumların sağlıklı işleyebilmesi için analitik ve mantıklı bir yaklaşımla, geçmişten ders çıkararak toplumsal menfaati esas alan bir siyaset anlayışı gereklidir. Türkiye’nin hem kendi içinde hem de Ortadoğu’daki rolü; tarihsel mirası, modernleşme çabaları ve ideolojik çeşitliliğiyle şekillenir. Siyasetin amacı, bireylerin özgür, adil ve refah içinde yaşayacağı bir toplumsal düzen kurmaktır. Bu da ancak analitik yaklaşım ve mantıklı düşünceyle mümkündür.
Türkiye’de Siyasetin Dönüşümü: Atatürk Öncesi ve Sonrası, Analitik ve Felsefi Bir Değerlendirme
Geçmişten Günümüze Siyasi Aklın Evrimi Üzerine Notlar
Türkiye’nin siyasi tarihinde, Mustafa Kemal Atatürk’ten önce ve sonra yaşanan dönüşüm, yalnızca bir rejim değişikliğinden ibaret değildir. Siyasetin amacı, işlevi ve toplum için anlamı da kökten değişmiştir. Bu süreçte ideolojiler, felsefi akımlar ve toplumsal beklentiler iç içe geçerken, analitik düşünceye ve günümüzün dinamiklerine uygun bir değerlendirme yapmak elzemdir.
Atatürk Öncesinde Siyaset: İmparatorluk Kalıplarının Gölgesinde
Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerine kadar siyaset, hanedan merkezli ve merkeziyetçi bir yapıda şekillenmiştir. Egemenliğin kayıtsız şartsız padişaha ait olduğu bir modelde, halkın siyasete katılımı oldukça sınırlıydı. Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde anayasal yönetim arayışları ortaya çıksa da, siyasi düşüncenin odağı yine merkezi otoriteyi korumak ve imparatorluğun çöküşünü geciktirmekti.
- Toplumun siyaset üzerindeki etkisi çok cılızdı.
- İdeolojik çeşitlilikten çok, statükoyu koruma refleksi ön plandaydı.
- Liberal, milliyetçi ve İslamcı fikirler sivil alanda sınırlı tartışılıyordu.
Atatürk Sonrası: Cumhuriyetin İnşası ve Modern Siyaset Anlayışı
Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla siyaset, toplumsal ve bireysel özgürlüklerin, laikliğin, hukuk devleti ilkesinin ve çağdaş değerlere yönelim anlayışının merkezine kondu. Egemenlik kayıtsız şartsız millete ait hale getirildi.
- Toplumun tüm bireylerini kapsayan temsili demokrasi esas alındı.
- Laiklik, eğitimde ve kamu yaşamında merkezi ilke oldu.
- Kadınlara seçme ve seçilme hakkı gibi yenilikçi adımlar atıldı.
- Siyasal partiler, ideolojik tartışmalar ve felsefi arayışlar teşvik edildi.
İdeolojik ve Felsefi Katmanlar
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki siyaset, modernleşme ve ulus-devlet inşası ekseninde şekillendi. Zamanla, liberalizm, sosyalizm, muhafazakârlık ve milliyetçilik gibi akımlar, siyasi arenada yer buldu. Her biri, devletin topluma karşı sorumluluğu, bireyin hakları ve toplumsal adalet gibi temel meseleler üzerinde farklı çözüm önerileri sundu.
Analitik Bakış ve Günümüz Ölçütleriyle Değerlendirme
Bugünün siyasal ortamında, geçmişte öne çıkan tüm ideolojiler ve felsefi yaklaşımlar hâlâ tartışılmakta, ama artık toplumsal çeşitlilik ve küresel etkiler çok daha belirleyici. Siyasetin amacı, artık yalnızca bir grubun ya da zümrenin çıkarı değil; çoğulculuk, katılımcılık, şeffaflık ve insan hakları gibi çağdaş ilkelerle örtüşen bir kamu yararı anlayışıdır.
- Modern Türkiye’de siyaset, çoğunlukla toplumun tüm kesimlerinin taleplerine duyarlı olmak zorundadır.
- Siyasal irade, sadece “suya sabuna dokunmadan” değil, toplumun sorunlarını cesurca irdeleyerek ve şeffaf biçimde çözüm önerileri geliştirerek meşrulaşır.
- İdeolojik angajmanlar, ancak günümüzün çok katmanlı toplumsal yapısını gözeterek anlam kazanır.
Türkiye’de siyaset, Atatürk öncesinde ve sonrasında hem biçim hem de içerik açısından dönüşüme uğramıştır. Bugünün siyasal tartışmalarında, analitik düşüncenin ve felsefi sorgulamanın rehberliğinde, toplumun tüm katmanlarını kapsayan, eşitlikçi ve adil bir yaklaşım zorunludur. Siyaset, artık yalnızca geçmişin kalıplarını tekrarlamak için değil, değişen dünyada toplumun refahını ve özgürlüğünü maksimize etmek için yapılmalıdır.
Günümüz Türkiye’sinde Siyasal Ortam ve Medya Üzerindeki Baskı
Modern Türkiye’de siyaset ve toplumsal analiz yapılırken, bulunduğumuz bağlamı, mevcut güç ilişkilerini ve özellikle de bilgiye erişim yollarını dikkate almak zorunludur. Çünkü siyasal kararların ve toplumsal tartışmaların önemli bir kısmı, kamuoyunu şekillendiren medya ortamında vücut bulur. Medya ve basının özgürlüğü, demokratik bir toplumun temel taşlarından biridir; ancak Türkiye’de bu alanın ciddi baskı altında olduğu sıkça dile getirilmektedir.
- Basın organlarının önemli bir kısmının belli güç merkezlerine yakınlığı, toplumun doğru ve tarafsız bilgiye ulaşmasını zorlaştırmaktadır.
- Gazeteciler ve medya çalışanları üzerinde uygulanan idari ve hukuki baskılar, otosansürü beraberinde getirmekte, haberlerin içeriği çoğu zaman doğrudan veya dolaylı biçimde filtrelenmektedir.
- Basın özgürlüğünün gerilemesi, toplumda eleştirel düşünce ve analitik yaklaşımın da gerilemesine yol açmaktadır. Çoğulcu kamusal tartışmaların yerini, tek sesli ve homojen bir anlatı alabilmektedir.
“Erdoğannizim” İdeolojisi ve Siyasi Yapının Dönüşümü
Türkiye siyaseti son yıllarda, “Erdoğannizim” olarak adlandırılabilecek, belirli bir lider merkezli ve güçlü yürütmeye dayalı bir yönetim biçimine evrilmiştir. Bu ideolojik yaklaşım, yalnızca devletin işleyişini değil, toplumsal yaşam ve birey-devlet ilişkilerini de kökten etkilemiştir.
- Lider odaklı siyaset: Karar alma süreçlerinde merkezi otoritenin ve tek bir liderin ön plana çıkması, klasik demokrasi teorilerinde öngörülen kuvvetler ayrılığı ve denge-denetleme sistemlerini zayıflatmaktadır.
- Kamuoyu oluşturma araçlarının kontrolü: Medya ve iletişim kanallarının büyük oranda iktidar çevrelerince yönlendirilmesi, çoğulculuğa zarar vererek, alternatif bakış açılarını marjinalleştirmektedir.
- Toplumsal kutuplaşma: “Erdoğannizim”in, kendi kimliğini güçlendirmek için toplumsal fay hatlarını belirginleştirdiği ve muhalefeti ötekileştirdiği sıklıkla gözlemlenmektedir. Bu durum, sağlıklı siyasal rekabetin önünde engel teşkil etmektedir.
- Ekonomik ve hukuki alanlarda merkeziyetçi politikalar: Güçlü liderliğin ekonomik ve hukuki alandaki yansımaları, çoğu zaman piyasa bağımsızlığının ve adil yargı süreçlerinin tartışmaya açılmasına sebep olmaktadır.
Nerede Olduğumuzu Analitik Olarak Değerlendirmek
Bugünün Türkiye’sinde, siyasal ortamı ve toplumsal dinamikleri analiz ederken saf teorik kalıplar değil, gerçek yaşanan uygulamalar ana referans noktası olmalıdır. Basın ve medya özgürlüğünün sınırlandığı, eleştirel fikirlerin kamusal alanda rahatça ifade edilemediği bir ortamda, demokratik katılım ve toplumsal denetim mekanizmaları zayıflar. “Erdoğannizim” olarak öne çıkan yeni siyasal ideoloji, hem yönetim yapısı hem de toplumsal ilişkiler açısından ciddi bir dönüşümü beraberinde getirmiştir.
Analitik düşünmek, mevcut gerçekliğin üzerini örtmeden, eleştiriden kaçınmadan, topluma ait bütün hassasiyetleri ve değişen dinamikleri hesaba katmayı gerektirir. Suyun ve sabunun içine girmek; yani meselelerin özüne dokunmak, gerçekleri bütün çıplaklığıyla analiz etmek demokrasi kültürünün olmazsa olmazıdır.
Sonuç: Siyasetin ve Medyanın Amacı
Bugünkü siyasal düzenin ve medya ortamının, kamusal yararı gözeten, çoğulcu, şeffaf ve katılımcı bir yapıya evrilmesi gereklidir. Toplumun her bireyinin, korkmadan ve baskı hissetmeden düşüncesini dile getirebildiği, medyanın ise özgürce bilgi üretebildiği bir ortam; gerçek demokrasinin ve sağlıklı kamusal tartışmanın temelidir. Analitik düşünce ve eleştirel yaklaşım, “suya sabuna dokunan” bir siyaset anlayışı için vazgeçilmezdir.
Mantıklı ve Analiti olarak düşünmemiz gerekir, zaten bular analitik düşünme ve mantık düşünme terim olarak kardeştir… bu kardeşlerin bir olmada biri ile analiz yamak imasızdır… Bu çerçevede siyaset kimin için yapılmalı veya amacı ne olmalı? Bunu da analitik yönden analiz etmemiz gerekir?
Erdoğanizm ve Çıkar Odaklı Siyaset: Analitik Bir Yaklaşım
Günümüzde, “Erdoğanizm” olarak adlandırılan ve merkezinde karizmatik liderlik, merkeziyetçilik ve toplumsal kutuplaşma gibi unsurları barındıran ideolojik yaklaşım, siyasal alanı biçimlendirmekte ve siyasetin temel motivasyonunu giderek çıkar odaklı hale getirmektedir. Özellikle medya ve kamuoyu araçlarının güçlü bir şekilde kontrol edilmesi, siyaseti bir fikirler yarışından ziyade çıkarların çatıştığı bir arenaya dönüştürme eğilimini artırmıştır.
Çok Partili Sistem: Erosion mu, Dönüşüm mü?
Türkiye’de çok partili seçim sisteminin işlevselliği üzerine sorulan “bitiyor mu?” biçimindeki soru, son dönemdeki uygulamalar ve toplumsal algı ile doğrudan ilişkilidir. İktidar odaklı tek seslilik eğilimiyle birleşen baskıcı ortam, alternatif siyasal kimliklerin ve partilerin görünürlüğünü azaltmaktadır. Ancak bu ortam, çok partili sistemin tamamen ortadan kalktığı anlamına gelmez; daha çok, sistemin işlevini yerine getirme kapasitesinin, yani gerçek katılımcılığın ve temsilin ciddi biçimde daraldığını gösterir. Yani, biçimsel olarak çok partili yaşam devam ederken, işlevsel olarak rekabetin ve çoğulculuğun sınırlandığı bir tablo ortaya çıkmaktadır.
Siyasetin Amacı: Para mı, Toplumsal Yararı mı?
Çıkarların siyasete egemen olduğu bir iklimde, siyaset kurumu toplumsal yarar üretmekten uzaklaşıp, kişisel ya da gruplara ait çıkarların maksimizasyonuna indirgenmektedir. Medyanın fikirlerden arındırılıp, sadece belirli bir ideolojik hattın destekçisi ya da ekonomik çıkarların savunucusu haline gelmesi, siyasetin “parasal motivasyon” ile yapılması gerektiği algısını pekiştiriyor. Oysa analitik bir bakış açısıyla değerlendirildiğinde, siyasetin asli amacının toplumsal faydayı öncelemek, adil rekabet ve eşit katılımı sağlamak olduğu açıktır.
Analitik ve Eleştirel Düşüncenin Rolü
Tarafsız bir değerlendirme için, siyasal sistemdeki tüm gelişmeler, kavramlar ve uygulamalar sansürsüz biçimde incelenmelidir. “Erdoğanizm”, “çıkar siyaseti”, “çok partili sistemin işlevsizleşmesi” gibi terimler, toplumsal gerçekliği anlamada önemli araçlardır. Analitik düşünce, bu kavramların içini boşaltmadan, neden-sonuç ilişkilerini ve toplumsal etkilerini net biçimde ortaya koymayı gerektirir. Çünkü gerçekler, tartışılmadıkça ve analiz edilmedikçe, demokratik toplumsal yapının inşası mümkün değildir.
Tartışma, Katılım ve Düşünce Fırtınası
Fazla düşünmek zaman zaman yıpratıcı olabilir; ancak düşünceleri yazıya dökmek ve fikirleri belirli bir fırtınada toplamak, toplumsal ilerleme için gereklidir. Düşünce ve fikirlerin özgürce paylaşılabildiği, terimlerin sansürlenmediği bir kamusal alan, güçlü demokrasinin ve sağlıklı siyasal rekabetin temelidir. Bugün Türkiye’de asıl ihtiyaç duyulan, tarafsız, analitik ve eleştirel bir siyasal tartışma kültürüdür.
Din Sömürüsü, Erdoğanizm ve Medyanın Rolü
Türkiye’de siyasal alanın dönüşümünde dinin araçsallaştırılması ve çıkar merkezli yönetim anlayışı, özellikle “Erdoğanizm” kavramı etrafında yeniden şekillenmektedir. Din sömürüsüne dayalı düzen, siyasal iktidarın meşruiyetini pekiştirmek için dini değerleri sıkça öne çıkarırken, medya kontrolüyle de toplumsal algı yönetilmektedir. Basına yansıyan haberlerde, dini referansların ve lider odaklı siyasal tarzın, kamuoyunu yönlendirmek ve alternatif düşünceyi sınırlamak için sıklıkla kullanıldığı görülmektedir. Bu süreçte medya, çoğulcu tartışma ortamı sunmak yerine, belirli bir ideolojik hattın savunucusu olarak işlev görmektedir.
Kayyum Kararı ve Uzman Görüşleri
Son dönemde İstanbul gibi büyükşehirlerde tartışılan kayyum kararları, uzmanlara göre Türkiye’nin çok partili seçim sistemi açısından kritik bir tehdit oluşturmaktadır. Seçilmiş yöneticilerin merkezi otorite kararıyla görevden alınması, seçmen iradesinin gölgelenmesine ve demokratik meşruiyetin yara almasına neden olmaktadır. Uzmanlar, bu uygulamanın siyasal çoğulculuk ve rekabet için ciddi bir tehlike yarattığını, siyasi sistemin otoriterleşme eğilimi gösterdiğini belirtmektedir. Kayyum gibi uygulamalar, anayasal düzende var olan denge ve denetleme mekanizmalarını zayıflatırken, toplumsal kutuplaşmayı derinleştirmektedir.
Ara Rejim ve Siyasi Dönüşüm
Türkiye’nin mevcut siyasal durumu, birçok analist tarafından bir “ara rejim” olarak tanımlanmaktadır. Bu kavram, demokratik kurumların biçimsel olarak varlığını sürdürdüğü ancak işlevsel olarak zayıfladığı, denetim ve denge sistemlerinin devre dışı bırakıldığı bir geçiş sürecini ifade eder. Bu tür ara rejimlerde, iktidarın yetkileri genişlerken, toplumsal katılım ve seçmen iradesi geri plana itilmekte; siyasal alan, lider merkezli ve tek sesli bir yapıya evrilmektedir. Türkiye’de çok partili yaşam biçimsel olarak devam etse de, gerçek anlamıyla bir rekabet ve alternatif siyasetin olanaklılığı ciddi biçimde daralmaktadır.
Çok Partili Seçim Sisteminin Geleceği
Çok partili seçim sistemi, Türkiye’nin modernleşme ve demokratikleşme sürecinin temel taşlarından biridir. Ancak gelinen noktada, siyasal kararların merkeziyetçiliği ve kayyum uygulamaları, sistemin işlevsel ömrüne dair kaygıları artırmaktadır. Uzmanlara göre, seçimlerin serbest ve adil biçimde yapılabilmesi, alternatif partilerin ve aktörlerin siyasal arenada var olabilmesi, demokrasinin asgari koşullarındandır. Aksi halde, biçimsel çoğulculuk altında tek parti ve lider odaklı bir yönetim pratiği, çok partili sistemi içi boş bir kabuğa dönüştürebilir.
Tarafsız Analitik Değerlendirme ve Sonuç
Erdoğanizm, din sömürüsü, kayyum uygulamaları ve ara rejim gibi terimler, mevcut siyasal iklimi anlamak için kritik önemdedir ve sansürlenmeden tartışılmalıdır. Analitik bir yaklaşımla, bu kavramların tarihsel kökenleri, güncel etkileri ve toplumsal sonuçları ele alınmalıdır. Türkiye, demokratik toplumsal yapısını güçlendirmek için, siyasal katılımı, adil rekabeti ve fikirlerin serbestçe ifade edildiği bir ortamı yeniden inşa etmek zorundadır. Gelecekte çok partili sistemin kaderi, bu analitik ve eleştirel tartışma kültürünün gelişip gelişmemesine bağlı olacaktır.
CHP İstanbul İl Kongresi'nin İptali ve Erdoğanizminin Siyasal Dinamikleri
Yargı Müdahalesi, Çok Partili Sistem ve Siyasi Dönüşüm
Yargı Kararı ve Siyasi Art Alanı
8 Ekim 2023 tarihinde gerçekleştirilen CHP İstanbul İl Kongresi'nin, İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından iptal edilmesi ve mevcut yönetimin görevden alınarak kayyum atanması, Türkiye’de siyasal alanın şekillenmesinde yargının rolünü ve çok partili sistemin geleceğini yeniden tartışmaya açmıştır. Özellikle "Erdoğanizm" kavramı çerçevesinde bu karar, siyasi iktidarın yargı üzerindeki etkisi ve muhalefet partilerinin kurumsal bütünlüğü bağlamında analitik olarak ele alınmalıdır.
Erdoğanizm Bağlamında Yargı ve Siyasi Alana Müdahale
Erdoğanizm ve Yargı Aktörlüğü
Erdoğanizm; lider merkezli otoriterleşme, siyasal alanın tek merkezden yönetimi ve devletin çeşitli aygıtlarının, siyasi hedefler doğrultusunda araçsallaştırılmasıyla karakterize edilir. Bu bağlamda, yargı kararlarının, özellikle muhalefet partilerinin iç işleyişine müdahale eder yönde tecelli etmesi, Türkiye'nin çok partili siyasal sisteminin işlevselliği üzerinde ciddi soru işaretlerine yol açmaktadır. Mahkeme kararıyla seçilmiş bir il yönetiminin görevden alınarak kayyum atanması, iktidarın, yargı vasıtasıyla muhalefet üzerinde denetim kurduğu ve siyasal çoğulculuğu sınırlandırdığı yönündeki eleştirileri güçlendirmektedir.
CHP İstanbul İl Kongresi'nin İptali: Bir Emare mi, Bir Dönüm Noktası mı?
İl kongresinin iptali ve kayyum atanması, yalnızca bir parti içi mesele değil; aynı zamanda Türkiye’de yargının siyasal alanı yeniden dizayn etme kapasitesinin bir göstergesi olarak da değerlendirilmektedir. Bu karar, muhalefet partilerinin kendi kaderini belirleme hakkının zedelendiği, demokratik teamüllerin ve seçmen iradesinin risk altına girdiği yeni bir dönemi işaret edebilir. Ayrıca, kayyum uygulamaları ve benzeri yargı kararları, "ara rejim" ve "yeni otoriterlik" tartışmalarına zemin hazırlamakta, çok partili sistemin biçimsel varlığının ötesinde, işlevsel anlamda nitelik kaybına uğradığı eleştirilerini beraberinde getirmektedir.
Çok Partili Seçim Sisteminin Yargı Yoluyla Dönüşümü
Mahkemenin CHP İstanbul İl Kongresi’ni iptal etmesi ve kayyum ataması, iktidarın çok partili sistemi yargı eliyle fiilen sona erdirip erdirmediği sorusunu gündeme taşımaktadır. Bir yandan demokratik kurumlar ve seçim süreçleri biçimsel olarak varlığını korurken, öte yandan merkeziyetçi kararlar ve yargı müdahaleleri pratikte siyasal rekabeti ve alternatif siyasetin alanını daraltmaktadır. Bu durum, Türkiye’de demokrasinin ve çoğulculuğun geleceğine dair kaygıların artmasına neden olmaktadır.
Yargı Bağımsızlığı ve Siyasal İktidar İlişkisi
Yargı kararlarının siyasal süreçlere etkisi, liberal demokrasinin asgari koşullarına dair tartışmaları derinleştirmektedir. Yargının, siyasi iktidarın meşruiyet üretiminde bir araç olarak kullanılması; muhalefet partilerinin iç işleyişine doğrudan müdahale edilmesi, çoğulculuk ilkesinin zedelenmesine ve demokratik yarışın adil koşullarda yapılmasının olanaksız hale gelmesine neden olabilir. Bu çerçevede, çok partili seçim sisteminin sürdürülebilirliği, yargı bağımsızlığının reel düzlemde güvence altına alınmasına bağlıdır.
Muhalefet ve Toplumsal Tepkiler: CHP Örneği
Son mahkeme kararının ardından CHP Genel Başkanı ve İstanbul İl Başkanı’nın mücadeleye devam etme çağrısı, siyasal alanda meşruiyet arayışının ve toplumsal direncin sürdüğünü göstermektedir. Parti binasında gece boyunca bekleyiş, kitlesel miting hazırlıkları ve hukuki yolların sonuna kadar zorlanacağı mesajı, muhalefetin pasif bir kabullenme yerine aktif bir mücadele stratejisi benimsediğine işaret etmektedir.
Geleceğe Yönelik Senaryolar
15 Eylül’deki ana kurultay davasında çıkacak karar, Türkiye’de muhalefetin geleceği ve çok partili sistemin işleyişi açısından kritik bir dönemeç olacaktır. Ana kurultayın iptal edilmesi veya CHP yönetiminin değişmesi gibi olasılıklar, hem parti içi hem de genel siyasal sistemde yeni kırılmalar yaratabilir. Parti içindeki ayrışmalar, bölünme senaryoları ve kayyum atamasına karşı geliştirilecek stratejiler, yakın dönemde Türkiye’de siyasal alanın şekillenmesinde belirleyici olacak unsurlar arasında yer alacaktır.
Erdoğanizm, Yargı ve Demokratik Gelecek
Erdoğanizm çerçevesinde yargının siyasal alanı yeniden biçimlendirme rolü, çok partili sistemin sürdürülebilirliği ve demokratik geleceği açısından tarafsız, analitik ve sansürsüz olarak tartışılmalıdır. Yargı müdahalelerinin ve kayyum uygulamalarının, Türkiye’nin siyasal çoğulculuğunu ve demokratik rekabetini zayıflatan unsurlar olduğu eleştirileri, mevcut siyasal iklimin daha açık ve eleştirel biçimde değerlendirilmesini gerektiriyor. Gelecekte, çok partili sistemin işlevsel olarak sürüp sürmeyeceği; yargının bağımsızlığı, siyasal katılımın genişliği ve muhalefetin varlık mücadelesinin etkinliğiyle doğrudan ilişkili olmaya devam edecektir.
Erdoğanizm ve Sessizliğin Toplumsal Anatomisi
Erdoğanizm’in Kitleler Üzerindeki Etkisi
Erdoğanizm, sadece bir yönetim biçimi ya da siyasal program olmanın ötesinde, toplumsal davranış kalıpları üzerinde belirleyici bir hegemonya üretmektedir. Bu hegemonik yapı, yönetici iradenin toplumsal yaşamın her alanına nüfuz etmesini sağlarken, “suskunluk” ve “kabullenme”yi çoğu zaman korunaklı ve güvenli bir sığınak haline getiriyor. Medya, yargı ve kamusal alanın tek sesli bir yapıya evrilmesiyle birlikte, farklı düşüncelerin ve muhalif seslerin kamusal alanda etkili biçimde var olmasının önünde ciddi engeller oluşmakta.
Toplumsal Sessizlik: Nedenleri ve Sonuçları
Halkın geniş bir kesiminin yaşanan hukuki ve siyasi dönüşümlere aktif bir tepki vermemesi, yüzeyde bir “kabulleniş” izlenimi doğursa da, bu durumun altında çok katmanlı toplumsal dinamikler yatmakta. Siyasal baskı, ekonomik kırılganlık, sivil alanın daralması ve alternatif kanalların kapatılması, toplumsal tepkisizliğin temel nedenleri arasında gösterilebilir. Ayrıca geçmişte yaşanan siyasi dalgalanmaların yol açtığı yorgunluk ve yılgınlık hali, toplumsal mobilizasyonun önündeki engellerden biri olarak öne çıkıyor.
Geleceğe Dair Beklentiler ve Muhtemel Senaryolar
Beklenenler: Statükonun Korunması mı, Sessiz Patlama mı?
Mevcut koşullarda, toplumsal sessizliğin kısa vadede radikal bir kırılmaya evrilmesi beklenmemektedir. Siyasal alanın yargı ve yürütme eliyle daha da sınırlandığı bir ortamda, muhalefetin hareket kapasitesi de görece daralmış durumda. Yargı kararlarının muhalefet partilerine yönelik doğrudan müdahaleye dönüşmesi, geniş kitlelerde sandığa dönük umudun azalmasına, bireysel ya da kolektif tepkilerin ise çoğunlukla görünmez kalmasına neden oluyor.
Diğer yandan, toplumsal suskunluğun hiçbir zaman mutlak bir boyun eğiş anlamına gelmediği ve zaman zaman “gizli bir birikim” işlevi gördüğü unutulmamalıdır. Ana akım kanallarda dile getirilmeyen tepkiler, yerel inisiyatifler, sosyal medya etkinlikleri ya da gündelik hayatın pratiklerinde mikro direnç biçiminde kendini gösterebilir.
Alternatif Siyaset ve Yurttaşlık Hallerinin Geleceği
Siyasal sistemin baskıcı araçlar ve yargı müdahaleleriyle katılaştığı bir konjonktürde, alternatif siyaset alanlarının ve yurttaşlık pratiklerinin geleceği, yeni direnç kanallarının açılıp açılmayacağına bağlıdır. Bu anlamda örgütlü muhalefetin attığı her adım, toplumsal aktörlerin yeniden siyasal alana dâhil olabilmesi açısından önemlidir.
Yurttaşların aktif katılımının artması ve “suskun çoğunluk” olarak tanımlanan kitlenin siyasal süreçlere daha doğrudan müdahil olması, mevcut dengeyi dönüştürecek temel unsur olabilir. Ancak kısa vadede, toplumsal tepkinin biçimsel ve dolaylı yollarla ortaya çıkması, sistemin sınırlarının bir süre daha korunduğu bir tabloyu işaret etmektedir.
Toplumsal Suskunluk ve Olası Dönüşümler
Sonuç olarak, Erdoğanizm’in ve yargı müdahalelerinin baskın olduğu bir toplumsal ve siyasal ortamda, halkın sessizliği geçici ya da kalıcı bir uyumun göstergesi olabilir. Ancak tarihin farklı dönemlerinde olduğu gibi, derinleşen sessizlik aniden beklenmedik bir toplumsal hareketliliğin de önünü açabilir. Kısa vadede yapısal bir değişim öngörülmese de, toplumsal hafıza ve birikimin ilerleyen süreçte siyasal alandaki yeni dinamikleri beslemesi olasılıklar dâhilindedir.
CHP’de Yargı Süreci ve Olası Siyasi Dönüşümler
Mahkeme Kararlarının Hukuki Çerçevesi
Mahkemenin ana kurultaya ilişkin verdiği ara karar, Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) 389-394. maddeleri kapsamında ihtiyati tedbir niteliği taşıyor. İtiraz ve istinaf yollarının açık olması, kararın kesinliğe ulaşması sürecini uzatıyor. Esas duruşma için belirlenen 21 Eylül 2025 tarihi, hem parti içi dinamikler hem de Türkiye genelindeki siyasi atmosfer açısından kritik bir eşik oluşturuyor.
Ara Kararın Siyasi Yansımaları
CHP Genel Başkanı Özgür Özel ve İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik’in “mücadeleyi sürdürme” mesajları, parti tabanında motivasyonu canlı tutma amacı güderken, hukuki zeminde İstanbul İl seçimleri için alternatif başvuruların da yapılacağına işaret ediyor. Hukukun öngördüğü sürecin hem parti yönetimi hem de kamuoyunda belirsizlik ve gerilim yaratma potansiyeli yüksek.
Ana Kurultay Davasının Kritik Tarihi
15 Eylül’de ana kurultay davasında çıkabilecek karar, CHP’nin geleceği ve Türkiye’deki muhalefet dengeleri açısından belirleyici olacak. Parti yetkililerinin karara dair belirsiz ve temkinli ifadeler kullanması, hukuki süreçlerin öngörülemezliğine ve siyasi müdahalelere dair endişelerin altını çiziyor.
Olası Sonuçlar ve Partide Bölünme Senaryoları
Kurultayın iptali ve parti yönetiminin eski Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’na devredilmesi durumunda, CHP’de iç karışıklık, kutuplaşma ve bölünme ihtimalleri kamuoyunda tartışılıyor. Kılıçdaroğlu’nun kamuoyuna karşı sessizliği korumasına karşın, yakın çevresinden edinilen bilgiler eski genel başkanın kayyum görevlendirmesi için hazırlık yaptığına işaret ediyor. Bu gelişmeler partide yönetim krizi ve örgüt yapısında radikal değişimleri tetikleyebilir.
Yargı Maratonu ve Siyasi Belirsizlik
Eylül ve Ekim aylarının CHP için yoğun bir yargı süreciyle geçeceği öngörülüyor. Farklı davalar ve başvurular, parti içi dengeleri ve kamuoyu algısını şekillendirecek. Hukuk kurallarının siyasi mücadeleye yön verdiği bir atmosferde, kararların tarafsızlığı ve adil uygulanışı tartışma konusu olmayı sürdürüyor.
Toplumsal ve Siyasi Yansımalar
Halkın geniş kesiminin hukuki ve siyasi değişimlere doğrudan tepki vermemesi, yüzeyde bir “kabulleniş” izlenimi yaratsa da, derinlerde çeşitli toplumsal dinamikler varlığını sürdürüyor. CHP’de yaşanan gelişmeler, siyasal alandaki mobilizasyon kapasitesini ve muhalefetin gelecekteki hareket alanını doğrudan etkileyebilir. Alternatif siyaset ve yurttaşlık pratiklerinin şekillenmesi, partinin ve muhalefetin yeni direnç kanalları bulmasına bağlı.
Uzun Vadeli Senaryolar ve Beklentiler
Kısa vadede radikal bir siyasal kırılma beklenmese de, toplumsal hafıza ve birikimin ilerleyen süreçte yeni dinamikler beslemesi muhtemel. Yargı müdahaleleri ve siyasi baskı süreçlerinde, hem parti içinde hem de toplumsal düzeyde mikro direnç biçimleri ve alternatif katılım yolları kendini göstermeye devam edebilir.
Türkiye’de Erdoğanizm ve “Ara Rejim” Tartışmaları: Analitik Bir Değerlendirme
Ara Rejim Kavramı ve Erdoğanizm
Türkiye’nin son yıllardaki siyasal gelişmeleri, özellikle Erdoğanizm olarak anılan ideolojik yaklaşımın etkisiyle, “ara rejim” kavramının sıkça tartışıldığı bir dönem yaratmıştır. Erdoğanizm, kendine özgü Din sömürüsü altında bir liderlik kültürü, merkeziyetçi yönetim tarzı, popülist söylem ve devlet-toplum ilişkilerinde otoriterleşme eğilimiyle tanımlanabilir. Bu çerçevede, Türkiye’nin klasik anlamdaki parlamenter demokrasi ile açık otoriter rejim arasında, geçişken ve belirsizliklerle dolu bir “ara rejim” içinde olduğu iddia edilmektedir.
Ara Rejim Özellikleri
- Siyasal Sistem: Yarı-başkanlık veya başkanlık adı altında çok güçlü yürütme, zayıflamış yasama ve yargı organları.
- Kurumlar ve Hukuk: Hukuk devletinin ve kurumların bağımsızlığında gerileme, kuvvetler ayrılığının fiili olarak ortadan kalkması.
- Toplumsal Dinamikler: Sivil toplumun baskı altında tutulması, medya ve ifade özgürlüğüne yönelik sistematik sınırlandırmalar.
- Seçimler ve Meşruiyet: Seçimler yapılmakla birlikte, adil ve serbest ortamın tam anlamıyla sağlanamadığı hibrit bir yapı.
Gelecek Senaryoları: Şeriat, Kaos ya da Alternatif Yollar?
Şeriat Temelli Bir Rejim İhtimali
Türkiye’de laiklik ilkesinin hukuki olarak devam etmesine rağmen, dini referansların yönetim ve toplum hayatında artan ağırlığı, şeriat temelli bir rejim ihtimalini kamuoyunda tartışılır hale getirmiştir. Ancak, anayasal düzende köklü değişimlerin ve toplumsal konsensüsün sağlanamadığı koşullarda, klasik anlamda bir şeriat rejimine geçişin kısa vadede olası olmadığı analitik olarak değerlendirilebilir. Toplumun heterojen yapısı, seküler geleneklerin güçlü olduğu büyük kentler ve sosyal mobilizasyon kapasitesi, bu tür radikal dönüşümlere ciddi direnç gösterme potansiyeli taşır.
Kaos ve Güvenlik Krizi Senaryosu
Alternatif olarak, demokrasi ve hukuk devleti ilkelerinden sapmanın, özellikle siyasal ve ekonomik krizlerle birleştiği bir ortamda, yönetilemeyen bir kaos ve şiddet döngüsü riski de değerlendirilmektedir. Siyasal kutuplaşmanın derinleşmesi, kurumların erozyona uğraması ve toplumsal huzursuzluğun artması durumunda, otorite boşlukları ve öngörülemez güvenlik sorunları gündeme gelebilir. Bu tür bir süreçte, devletin meşruiyet krizi yaşaması ve kamu düzeninin zayıflaması, yaygın güvensizlik ve ölümlerin yaşanabileceği bir ortam oluşturabilir.
Mevcut Ara Rejim Dinamiklerinin Sürmesi
Pragmatik bakıldığında, kısa vadede radikal kopuşlardan ziyade, mevcut “hibrit” rejim dinamiklerinin devam etmesi daha muhtemel görünmektedir. Yani, otoriter eğilimlerin güçlenmesiyle birlikte seçimlerin ve sivil siyasetin asgari düzeyde sürdüğü, toplumsal tabanın büyük oranda sessizliğini koruduğu, ancak mikro düzeyde alternatif siyaset ve direnç biçimlerinin filizlendiği bir yapı öngörülebilir.
Toplumsal ve Siyasal Sonuçlar
Türkiye’nin hangi yöne evrileceğini belirleyecek temel faktörler arasında; toplumsal mobilizasyon kapasitesi, muhalefetin direnç ve örgütlenme gücü, kurumların içsel direnci ve uluslararası dinamikler öne çıkmaktadır. Şayet “dur” denmezse, sistemin ya kontrollü otoriterleşme ya da toplumsal gerilimlerin kaotik şekilde patlak verdiği bir model arasında salınması mümkündür. Her iki durumda da, toplumun geniş kesimlerinin demokratikleşme talebini ve alternatif katılım yollarını canlı tutması, geleceğin şekillenmesinde kritik bir rol oynayacaktır.
İyi niyetle
Türkiye’nin gerçekçi bir bakışla karşı karşıya olduğu risk, ne tam anlamıyla şeriat temelli bir rejime, ne de yalnızca kaosun egemen olduğu bir düzene evrilecek kadar tek boyutlu değildir. İlerleyen süreçte, siyasal ve toplumsal aktörlerin tercihleri, toplumsal hafıza ve uluslararası gelişmeler ülkenin yönünü belirleyecektir. Bu bağlamda, “ara rejim”den çıkış için toplumsal farkındalık, kurumsal direnç ve demokratik taleplerin yükselmesi belirleyici olacaktır.
Erdoğanizmin İdeolojik Çerçevesinde Son CHP Kararının İç Siyasetteki Dengeler Açısından Önemi
İktidarın Muhalefet Üzerindeki Baskı Stratejisi
Erdoğanizm olarak adlandırılan siyasi yaklaşım, iktidarın merkeziyetçi ve hegemonik bir yapı oluşturmasını, muhalefet partileri üzerinde ise sistematik baskı kurmasını temel özelliklerinden biri olarak sunar. Son dönemde yaşanan gelişmeler, özellikle CHP'nin bazı kilit isimlerinden ve örgütlerinden uzaklaştırılması çabaları, bu stratejinin somut bir yansıması olarak değerlendiriliyor. Siyaset Bilimci Berk Esen’in de belirttiği gibi, iktidar bloğu, CHP'yi özellikle İstanbul gibi sembolik önemi yüksek yerlerde zayıflatmak ve kontrollü bir muhalefet partisine dönüştürmek amacıyla adımlar atıyor. Burada hedeflenen, muhalefetin hareket alanını daraltmak ve seçimlere gidilirken iktidarın karşısında etkisiz bir rakip bırakmak.
CHP’nin Direniş Kararı ve Sistemdeki Dönüşüm
Bu baskı ortamı içinde, CHP yönetimi ve tabanı ise kendi pozisyonlarını korumak ve geri adım atmamak konusunda kararlı bir tutum sergiliyor. İl yönetimlerinin görevden alınması ihtimali, sadece partinin iç dinamikleri için değil, aynı zamanda muhalefetin toplumsal algıdaki meşruiyeti açısından da kritik bir dönemece işaret ediyor. Özellikle Esen’in dikkat çektiği üzere, olası bir kayyum atama veya partinin üst yönetiminde yapılacak radikal değişiklikler, iktidarın siyasi mühendislik girişimlerinin en ileri aşamasını temsil edebilir. Bu ise, muhalefetin elindeki kurumsal ve toplumsal mevzileri daha da zayıflatacak bir gelişme olarak öne çıkıyor.
Otoriterleşme ve “Ara Rejim” Dinamikleri
Türkiye'nin siyasal rejiminde yaşanan bu dönüşüm, klasik anlamda bir otoriterleşmenin ötesinde, seçimlerin biçimsel olarak sürdüğü; ancak sandık yoluyla iktidarın değişmesinin neredeyse imkansız hale geldiği bir “ara rejim” dinamiğine işaret ediyor. Esen’in analizinde vurguladığı gibi, CHP’nin 31 Mart yerel seçimlerinde birinci parti olması, sistemin henüz tam anlamıyla kapalı ve otoriter bir rejime dönüşmediğini gösterse de, sandığın etkisizleştiği, muhalefetin ise yalnızca kağıt üzerinde varlık gösterebildiği bir yapının inşası hedefleniyor. Bu süreçte, iktidar bloğunun hakimiyetinin pekiştirilmesi ve muhalefetin marjinalleştirilmesi, Erdoğanizmin siyasal mühendislik kapasitesinin sınırlarını da ortaya koyuyor.
Uluslararası ve Toplumsal Faktörler
Uluslararası konjonktür açısından ise, Esen’in belirttiği gibi, Türkiye’deki otoriterleşmeye karşı ciddi bir dış tepki veya baskı mekanizması bulunmamakta. İçeride ise CHP büyük oranda yalnız bir mücadele vermekte. Bu yalnızlık, muhalefetin hareket kabiliyetini ve toplumsal mobilizasyon kapasitesini sınırlamakla birlikte, tabanda direnişin ve alternatif siyaset arayışlarının filizlenmesini de engellemiyor. CHP'nin ve tabanının mevcut statükoyu kabullenmemesi, kararlılıkla mitingler ve kitlesel eylemler düzenlemesi, “ara rejim”in kalıcılığına ve yönüne ilişkin önemli göstergeler sunmakta.
Geleceğe Yönelik Olasılıklar
Sonuç olarak, CHP’ye yönelik son müdahale, Erdoğanizm çerçevesinde iktidarın muhalefeti dizayn etme kapasitesinin ulaştığı noktayı açıkça ortaya koymaktadır. İç siyasetteki dengeler açısından bu karar, yalnızca CHP’nin değil, Türkiye’de demokrasinin geleceği açısından da belirleyici bir eşik anlamı taşır. Muhalefetin savunma pozisyonunda kalması, ara rejimin sürekliliğini sağlarken; toplumsal direnişin sürekliliği ise otoriterleşmenin önünde bir bariyer oluşturabilir. Nihai olarak, Türkiye’nin siyasal rejiminin alacağı şekil, hem iktidarın mühendislik kapasitesine hem de muhalefetin direncine ve toplumsal dinamiklerin seyrine bağlı olarak netleşecektir.
Erdoğanizm ve Türkiye’de Hukuk Sistemi
Erdoğanizm kavramsallaştırması, Türkiye’de yasa ve hukuk işleyişinin klasik liberal demokrasilerden farklı biçimlerde şekillendiğini öne sürer. Bu çerçevede, hukuk sistemi çoğunlukla iktidarın siyasal iradesinin bir uzantısı olarak konumlandırılır ve yasaların uygulanışı, merkeziyetçi ve yürütmenin üstünlüğüne dayalı bir mantık üzerine oturur. Yasama, yürütme ve yargı arasındaki güçler ayrılığı teorik olarak sürdürülmekle birlikte, uygulamada yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı sıkça tartışma konusu olmaktadır. Bu durum, özellikle siyasal partiler ve seçimlere yönelik düzenlemelerde iktidarın tasarruf alanını genişletir.
Parti Seçimlerinin İptali ve Hukuk
Türkiye’de siyasi parti seçimlerinin iptali, 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu ve 1982 Anayasası çerçevesinde düzenlenmiştir. Genel olarak parti içi seçimlerin iptali için mahkemeye başvurma hakkı tanınmakta ve bu süreçler yargı denetimine tabi tutulmaktadır. Ancak, Erdoğanist pratikte, hukuki süreçlerin işleyişi çoğu zaman siyasal müdahalelere açık bir hal almıştır. Yargı organlarının verdiği kararların, iktidarın politik hedefleriyle uyumlu olduğu yönündeki algı, parti seçimlerinin iptalinin salt hukuki argümanlarla mı, yoksa siyasal gerekçelerle mi yapıldığına dair soru işaretleri doğurur.
Erdoğanizm'de Parti Seçimlerinin İptalinin Hukukiliği
Erdoğanist ideoloji çerçevesinde, parti içi süreçlere yönelik müdahaleler, “düzenin korunması”, “istikrarın sağlanması” veya “güvenliğin tesisi” gibi gerekçelerle meşrulaştırılabilmektedir. Parti seçimlerinin iptaline dair hukuki kararlar alınırken, çoğu zaman usulden ziyade esasa dair değerlendirmeler öne çıkar; ilgili mevzuatın geniş ve muğlak yorumları, iktidarın tercihine uygun sonuçlar doğurma potansiyeline sahiptir. Bu bağlamda, iptal kararlarının “hukuki” görünüme sahip olsa dahi, genel kabul görmüş evrensel hukuk normları ve adil yargılanma standartları açısından tartışmalı olduğu söylenebilir.
Tarafsız Analitik Değerlendirme
Özetle, Erdoğanizm’in egemen olduğu bir siyasal düzlemde, hukuki süreçlerin siyasal mühendisliğe hizmet eden araçlar olarak işlev gördüğü sıkça gözlemlenir. Parti seçimlerinin iptali hukuken mümkün olmakla beraber, bu imkânın siyasal saiklerle suistimal edilmesi, hukuk devletinin asgari standartlarıyla çelişmektedir. İptal süreçlerinin gerçekten hukuki mi, yoksa siyasal mı olduğu sorusu ise, yalnızca yasal dayanağa değil, aynı zamanda uygulamadaki bağımsızlık ve tarafsızlık ölçütlerine bakılarak yanıtlanabilir. Erdoğanizm bağlamında, bu ölçütlerin zayıfladığına dair saptamalar, parti seçimlerinin iptali gibi kritik kararlarda hukukun araçsallaştırılma riskini artırmaktadır.
Mahkemenin Müdahalesi ve Türk Hukuku Açısından Değerlendirme
Türkiye’de siyasi partilerin iç işleyişine yargı organlarının müdahalesi, hukuk literatüründe oldukça istisnai bir uygulama olarak ele alınır. Son gelişmeler ışığında, İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin CHP İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik’in görevden alınarak yerine Gürsel Tekin’in kayyum olarak atanmasına ilişkin kararı, hukuk çevrelerinde “yok hükmünde” olarak nitelendirilmiştir. Barolar, bu kararın Siyasi Partiler Kanunu’na ve Anayasa’daki demokratik siyasi hayat ilkelerine aykırı olduğunu açıklamışlardır.
Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Şule Özsoy Boyunsuz’un değerlendirmesine göre ise, mahkemenin böyle bir karar verme yetkisi yasal olarak bulunmamaktadır. Özellikle Siyasi Partiler Kanunu’nun 21. maddesi, il ve ilçe örgütleri dahil tüm parti organlarının seçimlerinin yargı gözetiminde ve gizli oy, açık tasnif esasına göre yapılmasını şart koşar; bu süreçte usulsüzlük tespiti halinde ancak seçimi gözeten hâkimin iptal veya yenileme kararı verebileceği ve bu kararların kesin olduğu hükme bağlanmıştır. Mahkemenin mevcut müdahalesinin bu çerçevede hukuki temelden yoksun olduğu, bariz şekilde işaret edilmektedir.
Siyasal Mühendislik ve Hukukun Araçsallaştırılması
Boyunsuz’un da ifade ettiği üzere, devletin herhangi bir siyasi partiye “şu kişi yönetecek” biçiminde bir müdahalede bulunması, demokratik çok partili siyasi hayatın sonunu işaret eder. Siyasi partiler, devletin organları değil, toplumsal tabana dayalı, millet iradesinin temsilcileri olarak varlık gösterir. Yöneticilerinin yargı veya idare eliyle atanması, siyasal partilerin doğasına aykırıdır. Burada dikkat çekici olan, mahkeme kararının yalnızca bir hukuki mesele olmaktan çıkıp, siyasal mühendisliğin aracı haline gelmesi ve kamuoyunda rıza üretme amacıyla kullanılmasıdır.
Bu noktada, CHP’ye yapılan müdahalenin, Erdoğanizm’in siyasal mühendislik kapasitesiyle doğrudan bağlantılı olduğu görülmektedir. Mevcut rejimde, hukuki süreçlerin siyasal amaçlara hizmet edecek biçimde esnetilebilmesi ve yargı organlarının iktidarın politik ajandasına paralel hareket edebilmesi, hukuk devletinin en temel normlarıyla çelişmektedir.
Neopartimonyal Rejim ve Demokratik Gerileme
Prof. Boyunsuz, Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu “kamu kaynaklarıyla sadakat satın alınan neopartimonyal bir rejim” şeklinde tanımlamaktadır. Bu rejimde, devletin ve iktidarın kaynaklarını kullanan bir yapı, toplumsal rıza üretiminde yetersiz kaldıkça, siyasal baskı ve müdahaleleri artırma eğilimine girer. Siyasi partilerin iç işleyişine yapılan müdahaleler de bu eğilimin bir sonucudur; partilerin taban iradesine dayalı yapısı zayıflatılır, merkeziyetçi otoriter bir siyasal atmosfer oluşur.
Türkiye’nin otoriterleşme sürecinin, toplumsal dinamiklerin ve muhalefetin direnciyle şekilleneceği; bu noktada halkın demokratik değerler uğruna göstereceği kararlığın, hukukun araçsallaştırıldığı konjonktürlerde bile demokrasinin yeniden inşasında anahtar rol oynayacağı düşünülmektedir.
Tarafsız Analitik Değerlendirme
Tüm bu gelişmeler, siyasi partilerin ve seçim süreçlerinin hukuki ve siyasal bağlamda nasıl bir kırılmaya uğradığını açıkça göstermektedir. Hukukun evrensel normları ve yargı bağımsızlığı, demokratik bir siyasi düzenin vazgeçilmez ön koşullarıdır. Mahkeme kararlarının, açık yasal dayanaklar olmaksızın siyasi parti iç işleyişine müdahale aracı olarak kullanılması, Türkiye’de hukuk devletinin ve demokrasinin geleceği açısından ciddi riskler barındırmaktadır. Son müdahalenin, yalnızca CHP için değil, tüm siyasal partiler ve hatta toplumsal çoğulculuğun teminatı açısından kritik bir eşik oluşturduğu değerlendirilmelidir.
CHP İstanbul İl Başkanlığı Seçimi ve Yargı Müdahalesi: Erdoğanizm’in Siyasal Mühendislik Kapsamında Ne Yaşandı?
38. Olağan İstanbul İl Kongresi ve Değişim Kanadı
8 Ekim 2023’te gerçekleştirilen CHP’nin 38. Olağan İstanbul İl Kongresi, partinin iç dinamikleri açısından dönüm noktası niteliği taşımıştır. Bahçelievler İlçe Başkanı Özgür Çelik’in, rakibi Cemal Canpolat’ı 342 oyla geride bırakarak İstanbul İl Başkanı seçilmesi, Ekrem İmamoğlu’nun desteklediği “değişimci” kanadın zaferi olarak değerlendirilmiştir. Bu sonuç, parti içi güç dengelerinde değişim talebinin ivme kazanmasına yol açmış, genel kurultay sürecini de doğrudan etkilemiştir.
Yargı Süreci ve İddialar: Seçim Usulsüzlüğü ve Hukuki Soruşturma
Kongre sonrası, seçimde “hile yapıldığı” ve “Siyasi Partiler Kanunu’na aykırı davranıldığı” iddialarıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 4 Mart 2025’te soruşturma başlatılmıştır. Bu iddialar, parti içi demokrasinin ve seçimlerin meşruiyetine gölge düşürmüş, sürecin hukuki boyut kazanmasına neden olmuştur.
Mahkeme Kararı: Kongrenin İptali ve Kayyum Atanması
İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesi, 2025 yılının Eylül ayında verdiği ara kararla; 38. olağan kongreyi iptal etmiş, Özgür Çelik ve mevcut yönetimi görevden uzaklaştırmıştır. Mahkeme ayrıca, toplamda 196 delegeyi görevden alarak, CHP’nin 14 Temmuz 2025’te başlattığı 39. Olağan Kurultay sürecinde İstanbul ilçe kongreleri ile il kongresi seçimlerini durdurmuştur. Tüm bu süreçlerin sonunda, eski CHP Genel Sekreteri ve İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin kayyum olarak atanmıştır.
Siyasal Mühendislik ve Erdoğanizm Perspektifi
Bu müdahale, siyasal mühendislik kavramı kapsamında ele alındığında, Erdoğanizm’in temel stratejilerinden birinin hukuku siyasal araç olarak kullanmak olduğu görülmektedir. Siyasi partilerin iç işleyişine yargı yoluyla yapılan müdahale, demokratik temsiliyet ve toplumsal taban iradesine yönelik bir baskı aracı haline getirilmiştir. Hukuk mekanizmalarının, iktidarın politik ajandasına paralel biçimde esnetilmesi, Türkiye’de siyasal çoğulculuk ve parti içi demokrasi açısından kritik bir kırılma noktası yaratmaktadır.
Demokratik Normların Zedelenmesi ve Hukukun Araçsallaştırılması
Mahkeme kararının, Siyasi Partiler Kanunu ve Anayasa’daki demokratik ilkelerle çeliştiği yönündeki değerlendirmeler, hukukun araçsallaştırılması ve yargı bağımsızlığı konularını yeniden gündeme taşımıştır. Barolar ve anayasa hukukçuları, yargının parti yönetimi üzerinde yetkisiz biçimde tasarrufta bulunmasını “yok hükmünde” olarak nitelendirmiştir. Bu gelişmeler, hukuk devletinin temel normlarının zedelenmesine ve otoriterleşme eğiliminin güçlenmesine işaret etmektedir.
Neopartimonyal Rejim ve Siyasal Baskı Dinamikleri
Türkiye’de siyasal mühendislik kapasitesinin, kamu kaynaklarıyla sadakat satın alınan neopartimonyal bir rejim çerçevesinde işlediği ileri sürülmektedir. Siyasi partilere ve seçim süreçlerine yapılan müdahaleler, merkeziyetçi ve otoriter bir atmosferin kurulmasına hizmet ederken, demokratik değerlerin savunulması için toplumsal direnç ve muhalefetin önemi daha da artmaktadır.
Toplumsal Direncin Önemi ve Demokratik Yeniden İnşa
Son müdahale, CHP özelinde partinin demokratik tabanına yönelik bir zayıflatma girişimi olarak değerlendirilirken, tüm siyasi partiler ve toplumsal çoğulculuğun teminatı açısından da kritik bir eşik oluşturmaktadır. Hukukun araçsallaştırıldığı bu konjonktürde, demokrasiye sahip çıkma iradesi, demokratik yeniden inşanın anahtarı olarak öne çıkmaktadır.
Not: Yukarıda kullanılan kavramlar, mevcut siyasi literatürdeki tanımlamalara dayanmaktadır ve değerlendirmeler tarafsızlık ilkesi gözetilerek yapılmıştır.
Saygılar…
Cessur Demirali GÜRSU