BEN SİZİN BABANIZIM: BEN NE DERSEM DOĞRUDUR, NE DERSEM O OLUR!
Türkçede bir söz vardır, “bir şeyi kırk defa söylersen gerçek olur”, diye. Biz ne yaptık? Gözümüzü açtık açalı devlete hep “baba”, dedik. Dedelerimiz; devlete baba, demişler. Babalarımız; devlete baba, dedi. Eh, biz de onlardan aldığımız mirasla devleti “baba” görme ve devlete “baba” deme öğretisini sürdürdük.
“Devlet Baba” Öylesine inandırdık ki devletin babalığına. Artık devlet, bizim yerimize düşünen, bizim yerimize karar veren ve uygulayan gerçek bir baba gibi görmeye başladı kendisini. Şimdi bana: “Kardeşim devlet mücerret ve kutsal bir kavram lütfen!” diyeceksiniz. Eh o kadarını ben de biliyorum! Elbette ki devlet kutsaldır. Elbette devlet olmadan insanın pek çok değeri yok olur. Elbette ki bu mücerret ve yüce kavram, babalık dâhil her şeyimizdir. Devlet, milletin; varlığı, birliği, dirliği ve diriliği için olmak zorundadır. Elbette ki devlet, vatandaşının huzuru, mutluluğu için vardır ve devlet vatandaşının olmazsa olmazıdır... Allah, bu milleti devletsiz bırakmasın. Benim sözüm gerçek anlamda devlet için değildir; olamaz da. Benim sözüm kendisini devlet yerine koyan kişiler içindir. Devletin devamlılığı noktasında bugün için devlet erkini ellerinde tutan devlet görevlileri içindir. Bu insanlar daha doğrusu “insancıklar” öylesine inandırmışlar ki kendilerini devlet olduklarına. Yaptıkları devlet görevi ile devleti öylesine özleştirmişler ki… Sonunda devleti-bu kutsal ve mücerret kavramı-müşahhas kavrama indirgemiş ve insan boyutuna indirmişler. Tarihte nice devletim diyen böylesi aklı evvellerin yerle yeksan olduğunu görmezden gelen bu muhteremler(!), cüsselerine ve çaplarına bakmadan vatandaşın iradesine ipotek koymak, düşüncelerine yön vermeye çalışmak gibi bir gaflete düşmüşler. İşin en acı tarafı da bütün bunları geçici bir zaman diliminde başarmışlar da. Ancak, kendilerini devlet yerine koymaya çalışan bu zevat, “baba” olarak “endam-ı hal” olup da ortalarda görünmeleri ile birlikte ne devlette düzen kalmış ne de vatandaşta huzur. Sonuç mu? Sonucu merak eden tarihe baksın.
Biz yine dönelim konumuza. Ne demiştik; Devlet baba, daha doğrusu kendini devlet yerine koyan baba(!); otoriter, dediğim dedik baba ne yapar? Her baskıcı babanın yaptığını vatandaşlarının pardon çocuklarının düşüncelerine müdahale eder, hayallerini kurşunlar, davranışlarına kota uygular. Yaşama biçimine, yürüyeceği yola, eğitimine, inancına, giyimine, zevkine karışır. Mankurtlaştırmaya çalıştığı evlatlarının, kendisi gibi düşünmesini, belirlediği ölçülerin dışına çıkılmamasını ister.
“Eh! Ne var bunda? Babamız ya! Yani bizim için, yani halkı için kötü düşünmesi mümkün mü? Bizim, yani halkın, yani evlatlarının iyiliklerle, güzelliklerle donanması için çırpınıp duran bu babanın(!) yaptıklarına alkış tutmak dururken gocunmak niye? Kaldı ki bütün bu yaptıklarının karşılığı olarak tek isteği ne? Mutlak itaat…
“Peki, niçin mutlak itaat?”
“Yanlış yapmayalım diye canım! Ne var bunu bu kadar büyütecek?”
“Peki, kendini devlet gören bir zevat ya yanlış yaparsa? Çıkarı, çıkını için vatandaşlarını aldatırsa, yalanı meslek edinmişse; adaletsiz davranırsa, hak yerse, hukuk tanımazsa, dün söylediğinin bugün aksini yaparsa, tükürdüğünü yalarsa, zalimse, vicdansız ve ahlaksızsa…”
“Orada dur! Devlet, yanlış yapmaz. Hele yalan, tövbe de! Kaldı ki senin gördüğün her yanlışta, duyup da yanlış algıladığın her sözde mutlaka bir hikmet, bir keramet(!) vardır.
“Ya hikmetli ve kerametli yanlışlarının da yanlış olduğunu ifade edersek! Ya kendini devlet görenler, adalete fitne karıştırsa! Ya zulmetmeyi…
“Yeter, kes! Sen, mutlak otoriteye karşı mı geliyorsun? Baba diyorum baba! Bir senin baban değil, herkesin babası… Döver de sever de. Kızdırırsan süründürür; varlığına el koydurtur, hapse attırır, müebbedine karar çıkarttırır…”
“Peki, bizim hakkımız, hukukumuz, özümüz, özgünlüğümüz, özgürlüğümüz; fikrimiz, zikrimiz, irademiz, oyumuz, oyumuzun rengi, deseni; inancımız, zevkimiz… Kısacası biz?”
“Siz mi! De hele siz kimsiniz?”
“Biz, hani ruhu ve nuru ile üç kıtaya hükmeden Osmanlı’nın manevi kurucusu Şeyh Edebali’in; “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” dediği o insan, o millet, Türk milleti!”
“Ne milleti, ne milleti! Bir daha duymamayım böyle bir sıfatı! Ben kimim peki?”
“Sen… Şey… Sen, devletsin!”
“Hıııım… Yani?”
“Ya... ya… Yani, baba, babamız!”
“ Hah işte! Ben sizin babanızım, ben ne dersem doğrudur; ben ne dersem o olur.”
Hadi Önal/ Elazığ