KEMALİZM: AKLIN VE BİLİMİN İDEOLOJİSİNDEN DÜŞMANLIK KISKACINDAKİ CUMHURİYET’E BİR DİRENİŞ MANİFESTOSU
Kemalizm, Türk Bağımsızlık Savaşı sırasında başlayan Türk devriminin bir ürünüdür. Kavram ilk defa Batılı yazarlar tarafından kullanılmış ve daha sonra Türkçede “Atatürkçülük” olarak adlandırılmıştır. Kemalist sistem, Millî Mücadele’nin başından itibaren günün koşulları bağlamında öncelik kazanan düşüncelerin sırasıyla uygulamaya konulması sonucunda elde edilen başarı ölçütleri esas alınarak oluşturulmuş ve bir ilkeler bütünü haline getirilmiştir.
İdeoloji, siyasal veya toplumsal bir öğreti oluşturan; bir hükümetin, bir partinin ya da bir grubun davranışlarına yön veren politik, hukuki, bilimsel, felsefi, dinî, ahlaki ve estetik düşünceler bütünüdür. Bu bağlamda değerlendirildiğinde Kemalizm, pragmatik bir ideolojidir. Atatürk’ün, “milletin ruhundan mülhem prensiplerimiz” söylemiyle kaynağını gösterdiği diriliş ve yenilenme olgularına karşılık gelen Kemalizm, akıl ve bilimi temel alır.
Bu, aynı zamanda bilim toplumu oluşturmak ülküsüyle hareket etmesinin de temelidir.
Bu rasyonalist yaklaşımın temel amacı, geri bırakılmış Türk toplumunu gelişmiş toplumların seviyesine çıkartmak ve bu düzeydeki toplumların dahi en üst temsilcisi yapmaktır. Kemalizm, taklide değil, tetkike dayanır. Milletin öz değerlerine ulaşmayı hedefler; yani ilhamını halktan alır. Özleri aynı kalmakla birlikte, yenilenebilen ve yenilenmeye açık olan ideolojiler kalıcıdır. Bu olguya karşılık gelen Kemalizm, gelişmeye açık, kalıplaşmaya kapalıdır.
İlkelerin Sistemi Anayasaya Taşıması
Kemalizm’in altı temel ilkesi, bütün olarak ilk defa 1931 yılında Cumhuriyet Halk Partisi’nin Programında yer almıştır. 1935 yılındaki Dördüncü Büyük Kurultayda kabul edilen programın girişinde ise bu ilkeler, Atatürk tarafından “Kemalizm Prensipleri” olarak tanımlanmıştır: “Cumhuriyet Halk Partisinin programına temel olan ana fikirler, Türk devriminin başlangıcından bugüne kadar yapılmış olan işlerle, yalın olarak, ortaya konulmuştur... Yalnız birkaç yıl için değil, geleceği de kapsayan tasarılarımızın ana hatları burada, toplu olarak yazılmıştır. Partinin güttüğü bütün bu esaslar, Kemalizm prensipleridir.”
Söz konusu ilkeler, 10 Aralık 1937 tarih ve 3115 sayılı yasa ile 1924 Anayasası’nın 2. Maddesine eklenmiştir: “Türkiye Devleti, Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve İnkılâpçıdır.” Böylece Atatürk’ün kurucu olarak başından itibaren tasarladığı şekliyle Kemalizm, devlet sistemi haline getirilmiştir. Vurgulamaya değer bir durumdur ki, bu ilkelere 1946 Demokrat Parti Programında da yer verilmiştir. Programda Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Laiklik, İnkılâpçılık, Halkçılık ve Devletçilik ilkeleri ayrı maddelerde açıkça belirtilmiştir.
Hürriyet, Düşünce ve Eğitim
Atatürk, hürriyeti en geniş anlamda, “Hürriyet, insanın düşündüğünü ve dilediğini başka birinin hiçbir tesir ve müdahalesi olmaksızın mutlak olarak yapabilmesidir…” şeklinde tarif ettikten sonra, insanların bu kapsamda mutlak hürriyete hiçbir zaman sahip olamayacaklarını belirtmiştir: “Çünkü malumdur ki insan tabiatın mahlûkudur. Tabiatın kendisi dahi mutlak hür değildir, kâinatın kanunlarına tabidir.”
1924 Anayasası da hürriyeti özgürlükçü bir bakış açısıyla tanımlamıştır: “Madde 68- Her Türk hür doğar hür yaşar. Hürriyet, başkasına zarar vermeyecek her şeyi yapabilmektir. Tabii haklardan olan hürriyetin herkes için sınırı, başkalarının hürriyeti sınırıdır. Bu sınırı ancak kanun çizer.” Her türlü hakkın kökeninin birey olduğu gerçeğine uygun bu tanım, anayasal bir hüküm haline getirilmişti.
Ne yazık ki bu tanım, daha sonraki anayasalarda sınırlandırılacaktır.
Düşünce ve inanç özgürlüğü, insan hakları içinde en öncelikli özgürlüklerdendir. Düşünce özgürlüğü, düşündüğünü söylemeyi, savunmayı ve yaşama geçirmek için çaba göstermeyi de içerir. Kemalizm’in temel amaçlarından birisi de düşünce özgürlüğünü toplumda yerleştirmekti. Bu amaca yönelik olarak, özgürlüğün önündeki engelleri kaldıran devrimler gerçekleştirildi ve halkı aydın seviyesine çıkartma amacına yönelik politikalar geliştirildi.
Millet Mektepleri açılarak halkı okuryazar yapma hedeflendi. Yusuf Ziya Bey’in Halk Dergisi’nde yayımlanan yazısında belirttiği gibi, “Okumak daimi olmalı, ardı arkası kesilmemelidir; nasıl günde üç öğün yemek yiyorsak, hiç olmazsa bir öğün de okumalıyız. Okumuş diye her gün okuyana, her gün bilgisini arttırana derler…”
Bu kapsamda, bilimsel gelişmenin önündeki tüm engeller kaldırıldı. Bilimsel gelişmenin zemini olan düşünce özgürlüğü, eğitim ve diğer kanallarla beslendi. Kemalist eğitimin öncelikli amacı: “Fikri hür! Vicdanı hür! İrfanı hür! Nesiller yetiştirmek” olarak belirlenmişti.
Atatürk, yüksek ve devrimci bir kültür seviyesine ulaşmak için, temel belirleyici koşulun bilimsel yöntemlerin esas alınması olduğuna inanıyordu: “Türk ulusunun idaresinde ve korunmasında ulusal birlik, ulusal duygu, ulusal kültür en yüksekte göz diktiğimiz idealdir... Müspet bilimlerin temellerine dayanan, güzel sanatları seven, fikir terbiyesinde kabiliyeti artmış ve yükselmiş olan erdemli, kudretli bir nesil yetiştirmek, ana siyasamızın açık dileğidir.” diyordu. “Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve medeniyet yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale müspet ilimdir.”
Antiemperyalist Kimlik ve Küresel Etkisi
Kemalizm, emperyalizme karşı yeni bir siyasi, ekonomik, kültürel ve askerî yapılanma oluşturdu.
Mustafa Kemal Paşa, 28 Aralık 1919’da Ziraat Okulu’nda kendisini ziyaret eden Ankaralılara yaptığı konuşmada, millî egemenliğin önemini vurgulamıştır: “Efendiler! Bir millet varlığı ve hakları için bütün gücüyle, bütün maddî ve düşünce gücüyle ilgili olmazsa, bir millet kendi gücüne dayanarak varlığını ve bağımsızlığını sağlamazsa şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz...
Bu nedenle teşkilatımızda Kuva-yı Milliye’nin etken ve Millî İradenin hâkim olması ilkesi kabul edilmiştir. Bugün bütün dünya milletleri yalnız bir hâkimiyet tanırlar: Millî Hâkimiyet... Kişiler düşünce sahibi olmadıkça kütleler istenilen yöne... gönderilebilirler. Kendini kurtarabilmek için her kişinin geleceğiyle kendisinin ilgilenmesi gerekir. Aşağıdan yukarıya, temelden çatıya doğru yükselen böyle bir kurum elbette sağlam olur…”
Batılı yazarlar Atatürk ilkelerini Kemalizm ideolojisi olarak kabul etmişlerdir. Kemalist hareket, Birinci Dünya Savaşı sonrasında milliyetçi ve bağımsızlıkçı niteliği ile tanınmıştır. Kemalizm bir doktrin değil, antiemperyalist bir ideolojidir ve Orta Doğu toplumlarını etkilemiştir. Bu ideolojinin asıl önemi, Batı egemenliğine karşı başarılı bir direnişin sembolü olmasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle Kemalizm’i, dogmatik totaliter ideolojiler arasında değil, Rasyonalist ve Pragmatik niteliği olan demokratik ideolojiler arasında düşünme zorunluluğu vardır.
Bu makalenin temel tezi; Kemalizm’in devrimci bir ideoloji olarak hem çok sayıda Asya, Afrika ve özellikle Orta Doğu ülkelerini, hem de bir dereceye kadar Latin Amerika ülkelerindeki siyasi gelişmelerin bir sembolü olduğudur. Kemalizm; Gandi, Nehru, Muhammed Ali Cinnah, Cemal Abdünnâsır, Habib Burgiba, Hûari Bumedyen gibi az gelişmiş ülkelerin liderlerini de çok etkilemiştir. Kemalizm, ilk defa az gelişmiş bir ülkede görülen ve tarihsel bir denemeden geçmiş olan bir gelişme ideolojisidir.
Güncel Düşmanlık ve Gericilik Eleştirisi
Cumhuriyetin 100. yılında dahi cumhuriyetimizi kuran Mustafa Kemal düşmanlığı ne yazık ki Atatürk’ün ölümüyle birlikte Adnan Menderes’le başlamış ve bugün AKP’yi oluşturan çağdışı zihniyetle zirveye ulaşmıştır.
Her şeyden önce Kemalist hareket, işgale uğrayan ülkede emperyalizme karşı saf tutmuşken, güncel dinci, tekelci gericilik ve işbirlikçileri önce halkı dinle, imanla aldatarak iktidarını sağlamlaştırmak için yalanlar üretmektedir. Saltanat ve hilafeti kaldırdığı gibi, laiklik ilan edip din düşmanlığı yaptılar yalanlarını 70 yıldır halkı zehirliyorlar. Bu yetmez gibi, bir de Diyanet’i bu yalanlara alet ederek, cumhuriyet ve Atatürk düşmanı kimi tarikatları da içine alarak, dini, din olmaktan çıkarıp farklı bir dinî örgütlenme yapıyorlar.
Feodal sömürü ilişkilerine son verecek aşağıdan bir devrime, toprak devrimine dayanmayışı ve tümünün yukarıdan reformlar olması temel bir zayıflığıydı. Bu durum, dinî örgütlenmeler yer altına inerken dinin sömürülen kitleler üzerindeki etkisinin sürmesine neden oldu. Emperyalistlerle tekelci burjuvazinin desteğiyle giderek palazlandırılan dinci gericilik, M. Kemal ve cumhuriyet düşmanlığını koruyup yaşattı.
SONUÇ OLARAK:
Gerçek bir #Atatürkçü veya #Kemalist yurtsever devrimci olmak için öncelikle Kemalist devrimlere inanmış olmak gerekir. Davasına ihanet edenden ne Atatürkçü ne de yurtsever devrimci olur bu cumhuriyette! Devrimle kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde gerçek Atatürkçü ve gerçek Kemalist devrimci olmak çok zor.
Atatürk’ün gece gündüz demeden o cepheden o cepheye koşarak bin bir mücadele vererek kurduğu bu cumhuriyette her can
Atatürkçü ve Kemalist yurtsever devrimci olamaz!
Bugün, yüz yıldır Atatürk’ün bin bir mücadele vererek kurduğu bu cumhuriyette, Mustafa Kemal’e ve kurduğu laik, sosyal hukuk devleti olan bu cumhuriyete karşı düşmanlıkların sayısı artarak sürüyor.
Bu düşmanlık, sadece her fırsatta bunu kusan Fesli Kadir (Mısırlıoğlu) denen fesli örneğinde sürmüyor, geneldir ve tüm dinci gericiliği kapsıyor. Gülen Cemaati farklı bir taktik izlemekteydi, ancak onun açısından Mustafa Kemal de cumhuriyet de diş biledikleri düşmanlardı.
Bugün emperyalizm tarafından desteklenen dinci gericiliğin başlıca dayanağı tekellerdir. Aczimendiler türü “baldırı çıplaklar” bir yana, Menzil örneğinde tanık olunduğu gibi, tarikatların bizzat kendileri holdingleşmiştir.
Emperyalistlerin oyuncağı olan dincilik; burjuva devletin sağladığı hibe, ihale ve çeşitli kolaylıklarla, ekonomik dayanaklarının yanı sıra cumhuriyete; merkezi ve yerel yönetimleriyle, yasama ve yargı dâhil tüm devlet aygıtına çullanmıştır.
Ayrıca ordu, emniyet ve bakanlık kadrolarının paylaşımına varıncaya dek siyasal olarak da örgütlüdür ve siyasal, toplumsal yaşamı ele geçirmede her geçen gün bir ileri adım daha atıyor.
18.11.2023…
Ali Berham ŞAHBUDAK







