OSMAN REİS’İN TUHAF İNTİHARI
Özgür Vural hakkında detaylı bir bilgiye ulaşamadım. Ancak Megamorfoz Üçlemesi (üçleme) — ‘Hilal ve Zambak, Kök, Farazya’ ve Osman Reis’in Tuhaf İntiharı isimli kitapları vardır. Biz bugün son kitabı Osman Reis’in İntiharı isimli kitabı üzerine yazacağız.
Karadeniz’de rüzgâr, çoğu zaman yalnız dalgaları değil, insanın içindeki sessiz fırtınayı da kabartır. Özgür Vural’ın “Osman Reis’in Tuhaf İntiharı” romanı, işte bu hırçın dalgaların taşıdığı bir hikâyeyi önümüze bırakıyor: bir ölümü merkeze alan, fakat bir toplumun kolektif ruh hâlini de aynı gövdeye işleyen geniş, derin ve çok katmanlı bir anlatı.
Vural’ın kitabı bir intihar haberiyle açılır; haberi alan şehir, bir anlığına nefesini tutar. Eski denizci, eski kolcu, eğlence mekânlarının gürültülü gölgesinde var olmuş bir adamın, Osman Reis’in, ölümü… “Tuhaf” kelimesi, roman ilerledikçe bir sıfat olmaktan çıkar, şehrin üstüne çöken sis gibi, her boşluğa sinen bir duyguya dönüşür. Çünkü Vural’ın Trabzon’u, yalnızca coğrafi bir mekân değildir; insanın varlığına sinmiş kuşkuların, korkuların, bastırılmış arzuların dolaştığı bir labirenttir.
1905 ile 1918 arasındaki yıllar, Osmanlı’nın hem dışarıdan hem içeriden hırpalandığı bir dönemdi. Vural, bu dönemsel ağırlığı, tarih kitaplarının soğuk satırlarıyla değil, şehrin dar sokaklarına sinmiş tedirginlik ve eğlencehanelerin hafif alkollü neşesiyle birlikte anlatıyor. Trabzon’un gecelerinde dolaşan Rus gölgeleri, kıyıya vuran top sesleri ve dedikodular, anlatının arka planı değil; neredeyse canlı birer karakterdir.
Bir dergi okurunun gözünden söylemek gerekirse: Vural, makro tarih ile mikro hayat arasında kurduğu bu hassas denge sayesinde romanını yalnızca bir olay örgüsü olarak değil, toplumsal hafızanın titrek bir film şeridi olarak kuruyor.
Romanın merkezinde duran Osman Reis, dışarıdan bakınca sert, köşeli, hatta kimi zaman karanlık sayılabilecek bir figürdür; ama satır aralarına sindiği hâliyle, kırılgan, içine çökmüş, yalnız bir adamdır. Onun ölümü üzerine kurulan tartışmalar —intiharsa neden, cinayetse kim bilir— toplumsal bir dedikodudan ziyade, bir insanın iç çatlaklarına kulak verme çabasıdır.
Vural, Osman Reis’in ruh hâlini sessizce çözerek, onun yalnızlığını tarihsel bir dekorun önüne koyar. Dolayısıyla roman, psikolojik açıdan derin bir soru sorar: Bir adamı ölüme götüren şey, gerçekten yalnızca kendi kararı mıdır? Yoksa toplum, insanın kaderine görünmez bir el gibi temas eder mi?
Ölümünün ardında yatan sis, okuru şu temel soruya iter: Bir insanın ölümü gerçekten kime aittir? Kendisine mi, topluma mı, yoksa tarihin baskıcı akışına mı?
Vural, ölümün nedenini ararken aslında insanın kendi içindeki boşlukları, seçme özgürlüğünü, kaderle özgür irade arasındaki gelgitlerini sorgular. Osman Reis’in yaşamı ve ölümü, okuyucuyu hem “olgu” hem “anlam” düzeyinde düşündürür; intiharın kendisi bir felsefî problem gibi ele alınır, insanın kimseye ait olmayan iç karanlığı, toplumun tüm açıklama çabalarına direnç gösterir.
Osman Reis’in ölümü çözüldükçe çözülmeyen bir bilmeceye dönüşür. Bu belirsizlik, yalnız olay örgüsünün değil, romanın estetik omurgasının da temelidir. Vural, kesinlikten ziyade ihtimallerin içinde gezinen bir dil kurar; tıpkı sisli bir kıyıda yolunu arayan bir balıkçı gibi, okuyucuyu da anlamın kıyısına yanaştırır, fakat hiçbir zaman tam olarak karaya çıkarmaz.
Bu yönüyle roman, klasik bir tarihî kurgu ya da düz bir polisiye değildir. Aksine, şiirsel bir karanlık, esrarlı bir ritim taşır. Zaman zaman derinleşen, zaman zaman hafifleyen bu ritim, kitabı edebî açıdan güçlendiren en önemli unsurlardan biridir.
Romanın arka planında yükselen ses, elbette toplumunkidir. Vural, Trabzon halkının savaş, iktidar mücadeleleri ve yerel çatışmalar arasında sıkışmış ruh hâlini büyük bir duyarlılıkla işler. Her karakter, büyük tarih anlatısının küçük bir sesi gibidir. Savaşın insanları nasıl sessizleştirdiğini, nasıl gürültüye boğduğunu; kimini kahramanlığa, kimini suça, kimini suskunluğa ittiğini roman boyunca hissederiz.
Bu açıdan Osman Reis’in Tuhaf İntiharı, yalnızca bir insanın değil, bir toplumun da “intihar eşiğinde” dolaştığı bir dönemin aynası gibidir.
Osman Reis’in ölümü, aslında bir toplumun “kendi iç hesaplaşmasının” metaforudur. Suçlu kimdir? Birey mi, yapı mı, tarih mi? Roman bu soruya tek bir cevap vermez, fakat cevap arayışının kendisini güçlü bir toplumsal ayna hâline getirir.
Özgür Vural’ın romanı, sanatın tarihsel gerçekle kurduğu ilişkiyi de tartışır. Dönemin Trabzon’u yalnızca tarihsel bir dekor değil, estetik bir sahnedir; sisler, dalgalar, dar sokaklar, Rus işgali günlerinin gölgeleri romanı neredeyse sinematik bir atmosfere taşır.
Sanatsal yönden roman: tarihî ayrıntıyı gerçekçi bir tonla işler, gizem ve polisiye dinamiklerini ritmik bir anlatımla harmanlar, atmosfer kurma becerisiyle mekânı adeta bir karaktere dönüştürür, yer yer folklorik ve yer yer melodramatik geçişlerle zenginleşir.
Osman Reis’in Tuhaf İntiharı, yalnızca bir tarih romanı değildir; bir bellek çalışması, bir toplumsal yüzleşme, bir psikolojik çözümleme ve bir felsefî sorgulama metnidir.
Ve roman, bütün bu unsurları bir araya getirirken, Karadeniz’in dalgaları gibi hem hırçın hem şiirsel hem sert hem kırılgan bir edebi doku oluşturur.
Özgür Vural, “Osman Reis’in Tuhaf İntiharı” ile yalnız bir dönemi anlatmıyor; zamanın içinden geçerek insanın en sarsıcı yanına, kendi karanlığına dokunuyor. Bu roman, yalnızca bir ölümün peşinden giden bir hikâye değil; bir toplumun, bir şehrin ve bir insan ruhunun derinliklerine uzanan edebi bir yolculuk. Bir ruhun seyir defteri, bir toplumun yüzleşmesi, bir dönemin sisli fotoğrafıdır. Okumanızı öneririm.







