DEM Parti Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, partinin genel merkezinde İl Eş Başkanları toplantısına katıldı.
Toplantının açılışında konuşan Hatimoğulları, toplantıda Türkiye, bölge ve dünyadaki siyasal gelişmeleri değerlendireceklerini, sahadan gelen il eş başkanlarının verecekleri bilgilerin çok önemli olduğunu ifade etti.
Hatimoğulları, 6-7 Eylül olaylarını anımsatarak, “İstanbul, İzmir ve Türkiye’nin pek çok şehrinde Müslüman olmayanlara çok büyük katliamlar gerçekleşmişti. 6-7 Eylül pogromunda şiddete maruz kalan, yaşamını kaybeden insanları saygı ve hüzünle anıyoruz. Bir daha benzer şiddet olaylarının yaşanmamasını diliyoruz. 6-7 Eylül pogromu ile yüzleşme, malına ve mülküne el konulmuş bütün kesimlere hesap verme ve bir özür dilemenin gerçekleşmesi gerekiyor” dedi.
"TÜRKİYE’DE 'İÇ BARIŞ' DEYİP ROJOVA’YI, KUZEY VE DOĞU SURİYE’Yİ TEHDİT ETMEK BİRBİRİYLE UYUŞMAYAN YAKLAŞIMLARDIR"
Tarihin bazı sayfalarının tekerrür ettiğini, bulunulan coğrafyada savaş ve şiddetin olanca hızıyla sürdüğünü ifade eden Hatimoğulları, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Gazze insanlığın sıfır noktası. Gazze’yi bütün dünya izliyor ne yazık ki. Başta Birleşmiş Milletler olmak üzere Arap Ligi, İslam İşbirliği Teşkilatı ciddi bir biçimde bu konuyu ele almalı ve İsrail’i mutlaka durdurmalı. Yardımlar insanların mezarlığına dönüşmemeli. Refah sınır kapısı acilen açılmalıdır.
Bu savaş ve çatışmaların Lübnan, Yemen ve İran'a yayılma ve Türkiye’nin de etkilenme olasılığının yüksek olduğu bir dönemden geçiyoruz. İşte tam da Türkiye’de iç barışın tahkim edilmesi dediğimiz olayın önemi bu uluslararası tabloda bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Sayın Abdullah Öcalan’ın yapmış olduğu Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı, adeta bölgede parlayan meşale olmuştur. Bu yüzden bizler barışa daha güçlü sahip çıkmalıyız. Bu çağrının tarihsel anlamını bölgedeki siyasal, toplumsal gelişmelere, iktisadi gelişmelere, emperyalist güçlerin bölgede yeniden dizayn etme adımlarına baktığımızda ne kadar önemli olduğunu bir kez daha görüyoruz.
Ateş, ateşi büyütüyor. Bu ateşin Türkiye’ye sıçramaması için gerçek anlamda bir barışın ülkede tesis edilmesi ve kalıcı hale getirilmesi hayati öneme sahiptir. Özellikle Türkiye’de izlenen siyaset için şunu çok açık ifade etmek isteriz ki Türkiye’de 'İç barış' deyip Rojova’yı, Kuzey ve Doğu Suriye’yi tehdit etmek bir biriyle uyuşmayan yaklaşımlardır. Bugün biz Türkiye Kürdü ile barışırken aynı zamanda Suriye, İran, Irak Kürdü ile de barışmak zorundayız. Biz burada barışı ve demokrasiyi tesis edeceksek aynı şeyi 914 kilometrelik sınıra sahip olduğumuz Suriye ile de yapmak zorundayız."
"HÜKÜMET TEMSİLCİLERİNİN ROJOVA’YA DÖNÜK TEHDİTKAR AÇIKLAMALARI KABUL ETMİYORUZ"
"Türkiye eğer gerçekten bir güvenlik koridoru oluşturmak istiyorsa, güvenlik koridorunun barıştan geçtiğini hiçbir zaman unutmamak lazım. Güvenlik savaşla, silahla, mermiyle, tankla, topla sağlanmaz. Güvenlik her halkın hakkını ona vermekle sağlanır, eşit yurttaşlığın tesis edilmesi ile sağlanır, demokrasinin kabul edilmesi ve tesis edilmesi ile sağlanır. Demokratik bir Suriye'yi oluşturmak demek orada Kürt'ün, Alevi'nin, Dürzi'nin de hakkının verilmesi demek. Aslında güvenli bir sınıra kavuşmamız demektir. Türkiye’nin durması gereken nokta tam da budur. O nedenle son zamanlarda hükümet temsilcileri tarafından Rojova’ya dönük tehditkar açıklamaları kabul etmediğimizin bir kez daha altını çizmek istiyoruz.
'Orada Kürtler Şam yönetimine entegre olmuyorlar' diyorlar. Bunlar doğru yaklaşımlar değil. Orada anlaşma oldu ama anlaşmanın akabinde binlerce Alevi, Dürzi katledildi. Alevi kadınlar satıldılar, tecavüze uğradılar. Bu tablo böyle ortada dururken insanlara teslimiyet çağrısının yapılmasını hiçbir topkum, hiçbir halk kabul etmez. Orada yapılması gereken en önemli şey bütün farklı halkların ve inançların kendilerini o yönetimde hissettikleri, Suriye’de eşit yurttaş hissettikleri demokratik bir Suriye’nin inşasından geçer. Türkiye’ye önerimizde bu siyaseti geliştirmesidir."
"BUNU ASLA UNUTMAMALIYIZ..."
"Bir yandan Türkiye’de biz Kürt sorununu barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözmeye çalışırken öte yandan başka bir ülkenin sınırlarına müdahillik bakımından yaklaşmak doğru değildir. Şam merceğinden Türkiye’deki çözüm sürecine bakılamaz. Türkiye, Türkiye’deki çözüm sürecine odaklanmalıdır. Suriye, Suriye’deki çözüme odaklanmalıdır. Buranın Kürt'ü Türkiye ile, Suriye’nin Kürt'ü Şam yönetimi ile görüşmelerini devam ettirmelidir. Türkiye’nin Suriye’ye yapacağı en büyük iyilik sadece orada barışı ve demokrasiyi desteklemek olur.
Barış ve Demokratik Toplum çağrısı yıllardır baskı altında yaşayan ve biraz önce ne yazık ki istemesek de çizdiğimiz bu kara tablodan kurtuluşumuz için çok önemli bir formül, çok önemli bir strateji. Sayın Öcalan bu çağrıyı yaptığı zaman sadece Kürt’ün kurtuluşunu hedeflemedi. Bölgede yaşayan bütün farklı haklardan ve inançlardan insanların ve burada sayamadığımız birçok halktan ve inançtan kesimin kurtuluş paradigmasıdır. Bunu asla unutmamalıyız."
"NE YAZIK Kİ İKTİDAR VE DEVLETİN HENÜZ SOMUT ADIMLAR ATTIĞINI SÖYLEYEMEYİZ"
"Bakın çok önemli adımlar atıldı. PKK silah bıraktı, Süleymaniye’de silahlar yakıldı. Bu konuda ne yazık ki henüz somut adımlar atılamamıştır. Bugün Öcalan’ın ve PKK’nın attığı somut adımlar karşısında ne yazık ki iktidar ve devletin henüz somut adımlar attığını söyleyemeyiz. Atılmış en önemli somut adım komisyondur ama bu komisyon hala kendi ana çalışma konularına yeterince odaklanmış değildir. Oluşan komisyonun oluşum sürecini ve oluşmasını çok kıymetli buluyoruz.
Komisyona çeşitli önerilerimiz var. Gerçekten bölgenin içinden geçtiği yangın çemberinde bizlerin oyalanma lüksü yoktur. Komisyon tamamen kendi konularına odaklanmalıdır. Bu komisyonun görevi Kürt sorunun demokratik çözümünü güçlendirmektir. Bunun toplumsal anlamda kabulünü ve rızalığını artırmaktır. Aynı zamana bunları yaparken bu komisyonun yapması gereken somut işlerden biri de süreçle ilgili bir özel yasanın acilen çıkarılması, demokratik entegrasyon yasalarının, özgürlük yasalarının acilen çıkarılması için bunları parlamentonun gündemine taşımasıdır."
"ÖCALAN'IN ÖZGÜR YAŞAYABİLECEĞİ VE ÖZGÜR ÇALIŞABİLECEĞİ KOŞULLAR ACİLEN OLUŞTURULMALIDIR"
"1 Ekim’de Meclis açılacak, yeni yasama dönemi başlayacak. Hala bu komisyon yeni yasama döneminde bahsi geçen konularla ilgili henüz bir taslak çalışmasına girmiş değildir. Bu da ne kadar oyalanıldığının göstergesidir. Aynı zamanda bu komisyonun çalışması gereken en acil, en elzem, en önemli konularından biri ‘Umut Hakkı’dır. Umut Hakkı, Sayın Öcalan’ın özgür yaşar ve özgür çalışır koşullarının acilen oluşmasına ihtiyaç vardır. Çünkü Sayın Öcalan bu sürecin başarıya ulaşabilmesi için daha aktif bir şekilde rol ve misyon üstlenmek istiyor. Dolayısıyla umut hakkından faydalanarak özgür yaşayabileceği ve özgür çalışabileceği koşullar acilen oluşturulmalıdır.
Bunun yanı sıra sürecin baş aktörü olan Sayın Öcalan ile bu komisyonun tez elden, zaman kaybetmeden gidip İmralı’da bu görüşmeyi gerçekleştirmesi çok önemlidir, hatta hayati öneme sahiptir.
Bu konuda DEVA Partisi Genel Başkanı Sayın Ali Babacan, çok olumlu görüşler bildirdi. Adaya gidilmesi ve bu komisyonun Sayın Öcalan ile görüşmesi için aynı şekilde geçtiğimiz birkaç gün içinde de MHP’den Sayın Feti Yıldız bu konuda çok önemli mesajlar verdi. Çünkü herkes biliyor ki gerçekten Türkiye’de barış ve özüm istiyorsak baş aktör olan Sayın Öcalan ile görüşülmesi çok önemli. O nedenle bizler komisyona bir kez daha ‘Lütfen cesur olun, lütfen ezberlerinizi bozun, ön yargılarınızdan kurtulun, ön açıcı olun. Bu konuda acil ve somut adımları en kısa zaman diliminde hayata geçmesini bekliyoruz.'"
"MUHALEFETE DÖNÜK GERÇEKLEŞTİRİLEN OPERASYONLAR SÜRECİ SABOTE ETMEKTEDİR"
"Şuna inanıyoruz; oraya gidecek ve Öcalan ile görüşecek komisyonun barışa olan inancın daha da derinleşeceğine yürekten inanıyoruz. Şu anda en büyük beklenti devletin ve iktidarın oyalanma politikası gütmeden somut adımlar atmasıdır. Yaptığımız halk toplantılarında toplumun da en büyük beklentisinin bu olduğunu gördük. Yereldeki tüm halkımız barış sürecini gönülden destekliyor ama güvenmek istiyor. Güvenmek için de iktidarın ve devletin somut adım atması bekleniyor. Hala kayyum atamalarının devam etmiş olduğu, hala kayyum yasasının yürürlükte olduğu, belediye eş başkanlarımızın görevden el çektirilmiş olduğu bir dönemde, düşünün ki hasta mahpusların hala hapishanede olduğu bir atmosferde elbette ki insanlar bu sürece olan güvenlerinde zedelenme yaşıyor.
Yine toplumun yarısından fazlasının güveni şundan dolayı da yeterince oluşmuyor; barış sürecini reddeden hiç kimse yoktur. 86 milyon yurttaşımız, hepsi barış diyecektir, bunda şüphe yok. Ama bir yandan barışı tesis edip, ‘En geniş toplumsal mutabakat için uğraşıyoruz’ diyen iktidar bir yandan muhalefet partisine ve muhalefetin geneline dönük baskılarından vazgeçmiyor. Bugün CHP’ye yönelik yapılan operasyonları kabul etmek mümkün değildir. Muhalefete dönük gerçekleştirilen operasyonlar bu süreci sabote etmektedir. Barış talep ettiği halde bu sürecin gerçekleşeceğine dair inancın zedelenmesine sebep olmaktadır.
İktidar gerçekten barış sürecinde samimiyse, bu sürecin tesis edilmesinde samimiyse muhalefetin üstündeki baskılara son vermelidir. İç barış bir kesimle barışarak olmaz. İç barışı tahkim etmek bütün farklılıklar, muhalefet dahil olmak üzere her kesimi ikna etmekten geçer."
"CHP'YE YÖNELİK OPERASYONLARI KABUL ETMEK MÜMKÜN DEĞİLDİR"
"Bugün CHP’ye dönük çoklu operasyonların gerçekleştirildiğini biliyoruz. Gözaltılar ve tutuklamaların yanı sıra aynı zamanda İstanbul İl Örgütü'ne yönelik kongre iptali ve 15 Eylül'de kurultaya dönük mutlak butlan ya da kayyum atama, bütün bunlar anti-demokratiktir. Kabul etmek mümkün değildir. Bizim toplumda gerçekten barışa olan inancı daha da yüksek seviyeye çekmenin yolu bu baskıların bir an önce son verilmesidir.
Bizler bu süreçte baskılardan çok muzdarip olmuş bir partiyiz. Bugüne kadar görmediğimiz baskı, işkence, tutuklama, yargısız infaz yoktur. Ama bizler dimdik ayakta kaldık ve örgütlü gücümüzle bugüne kadar geldik. Bugün özellikle bu mücadeleyi yöneten yoldaşlarımızla beraber önümüzdeki dönemi, yani barışı ve demokratik toplumu örgütlemek konusunda hepimize her zamankinden daha fazla sorumluluk ve görev düştüğünü biliyoruz. Barış ve demokratik toplum çağrısı yeni bir mücadele döneminin çağrısıdır. Önümüzde demokratik siyaseti yeniden düzenlemek, yeniden planlamak bakımından bu çağrı çok önemlidir. Çünkü Türkiye’nin, bizim, 86 milyon yurttaş olarak buna ihtiyacımız var.”
Kaynak : cumhuriyet.com