Facialara Karşı Atatürkçü İşletmeler!..
25-01-2025
Kartalkaya’da denetimsizliğin neden olduğu katliam gibi facia, bana Samsun Atatürk Kültür Vakfımızın, geçmişte işlettiği öğrenci yurdunda yaşadığımız denetim komedilerini anımsattı.
***
90’lı yıllarda diğer yerlerde olduğu gibi, Samsun’da da birçok tarikat/ cemaat yurdu vardı. Bunlara karşı, Atatürkçü Düşünce Derneği olarak, “biz de bir yurt açalım” diye düşünmeye başladık. Ancak üyelerimiz genelde dar gelirli kişiler. Yardım için nabız yokladığımız iş insanları ise derneğimize pek sıcak bakmıyorlardı.
Bu arayışlar sırasında, “dernek değil de vakıf olursa daha kolay yardım toplanabileceğini” öne sürenler oldu. Bunun üzerine vakıf kurmak üzere kolları sıvadık. Bize, devletten taşınmaz bağışları, vergi kaçırmak için Kızılay aracılığı milyonlar aktarılması ya da Arap krallarının dolarlar akıtması söz konusu olamazdı. Fakat gene de uzun uğraşılardan sonra, 2002 yılında, 59 kurucu üyesi olan Samsun Atatürk Kültür Vakfı’nı kurabildik. Aynı yıl AKP de iktidar oldu!..
Yurt yapabileceğimiz bina ararken, kent merkezine 30 km kadar uzakta bir belde olan Taflan Belediyesi’nin, kaba inşaatı bitmiş bir binası olduğunu duyduk. Bina iş hanı olarak düşünülmüş. Fakat belediye başkanı değişince, “küçük bir beldede bu kadar büyük bir iş hanı çalışmaz” diye düşünen yeni başkan, inşaatı tamamlamaktan vazgeçmiş. Başkandan, “yap-işlet- devret modeli ile inşaatı tamamlama karşılığı binayı 25 yıllığına bize vermesini” istedik. 20 yıllığına anlaştık ve işe koyulduk.
İlk iki katı kız, sonraki iki katı erkek yurdu yapacaktık. Binanın dışarıya bakan aydınlık ve geniş bir merdiveni vardı. Bu merdiveni kızların kullanmasına karar verdik. Dışarıdan buna paralel, kapısı arka tarafa açılan, yeni bir merdiven yaparak, bunun hem erkekler tarafından kullanılmasını hem de gerektiğinde yangın merdiveni olmasını düşündük…
Diğer her şeyi de tamamladıktan sonra gerekli ruhsatı almak üzere ilgililere başvurduğumuzda, “dışarıya yapılmış olsa bile, yangın merdiveninin asıl merdivenle yan yan olamayacağı” gerekçesiyle, yeni bir yangın merdiveni yapmamızı istediler. İstedikleri gibi, demir kafes içinde yeni bir merdiven yaptık ve ruhsatı aldıktan sonra açılışı yaptık, öğrenci kabulüne başladık…
***
Yurdu açmamızla birlikte denetimler de başladı. O zaman “7 Kocalı Hürmüz” gibi olduğumuzu anladık:
Yurt olduğumuz için, Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü tarafından denetleniyorduk.
Aynı zamanda eğitim kurumu kabul edildiğimiz için İl Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından denetleniyorduk.
Vakıf olduğumuz için Vakıflar İl Müdürlüğü, hatta bazen Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından denetleniyorduk.
Mutfağımız ve yemekhanemiz olduğu için belediye tarafından denetleniyorduk.
Yurt bir ticari işletme kabul edildiği için Maliye tarafından denetleniyorduk.
Güvenlik gerekçesiyle Emniyet tarafından denetleniyorduk.
Ayrıca, çalıştırdığımız personel dolayısıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü, Sağlık İl Müdürlüğü vs. tarafından denetleniyorduk!..
Denetçilerin biri gidiyor, biri geliyor; her seferinde de bir kulp buluyorlardı!..
Örneğin, öğrencilerin güvenliği için, elektrikler kesildiğinde anında devreye girecek bir jeneratör olması gerektiği bildirildi. Hemen bir jeneratör aldık. Bir süre sonra gelen başka bir denetçi, “koridorlar, merdiven başları, tuvaletler vb. yerlerde, elektrikler kesildiğinde yanan şarjlı lambalar olması gerektiğini” bildirdi. “Jeneratörümüz var” dediğimizde, “Bazen jeneratör de çalışmayabilir” dedi. Bunun üzerine onları da aldık ve gerekli yerlere monte ettirdik…
Zamanla denetçilerle ahbap olduk. İçlerinde Atatürkçü Düşünceye sempati ile bakanlar da vardı. Bunlara, “diğer yurtları da bu şekilde denetleyip denetlemediklerini” soruyorduk. “Hayır” yanıtını alıyor, “özellikle tarikat/ cemaat yurtlarına dokunanın yandığını” bildiriyorlardı.
Büyükşehir Belediyelerinin görev alanlarının tüm il sınırlarını kapsayacak şekilde genişletilmesi ile karşımıza bu kez UKOME (Ulaştırma Koordinasyon Merkezi) çıktı. Şöyle ki bizim yurdun konumu şehirle üniversite arasında değildi. Dolayısıyla öğrencilerimiz üniversiteye gidip gelmek için toplu taşıma araçlarından yararlanamıyorlardı. Bir midibüs kiralayarak bu sorunu çözmüştük. UKOME devreye girince önce, “taşıtın C (servis) plakalı olması gerektiği” bildirildi. Dediklerini yaptırdık. Bir süre sonra, “taşıtın kiralık değil, vakfın malı olması gerektiğini” bildirdiler. Aynı midibüsü satın alarak bu isteklerini de yerine getirdik. Bir süre sonra, bu kez “bizim aracın öğrencileri ancak üniversitenin dış nizamiyesine kadar taşıyabileceği, öğrencilerin orada inerek toplu taşıma araçlarıyla yukarı çıkmaları” kararını aldılar ve dış nizamiyede nöbet tutmaya başlayan belediye zabıtaları aracılığı ile kararı uygulamaya koydular. Oysa bazı ilçelerden üniversitemizin hastanesine, her gün hasta getirip götüren taşıtlar vardı…
Büyükşehir Belediye Başkanı ile selamımız- sabahımız vardı. Hatta vakfımızın kuruluş yıllarında “yardımcı olma” sözü de vermiş, fakat pek bir yardımını görmemiştik. Kendisiyle görüşerek sorunu çözmek istedim.
Özel Kaleminden randevu alamayınca, benim de arkadaşım olan çok samimi bir dostunu devreye soktum. Ona, “Süleyman Çelik olarak, ne zaman isterse buyursun, gelsin. Ama Atatürk Kültür Vakfı olarak gelmesinler” demiş!..
***
Başta dediğim gibi, birlikte 59 kurucu üye ile yola çıkmıştık. Bazı kişiler, adlarını her yere yazdırmak isterler. Bu arkadaşları yarıya yakını böyle olmalı ki noterde vakıf senedine imza attıktan sonra, bir daha hiç yanımıza gelmediler. Geri kalan yarıya yakının yüzlerini de Genel Kuruldan Genel Kurula görebiliyorduk. Tüm yük 15 kadar kişinin omuzlarındaydı. Bizler de devletle sürekli didişmek ve boğuşmaktan yorulduk. 2015 yılında, ağlayarak yurdumuzu kapattık…
***
Aşırı para kazanma hırsı ve denetimsizliğin yol açtığı Kartalkaya faciasından sonra, denetçilerle yaşadığımız bu didişmelerimizi anımsadım ve “acaba” diye düşündüm: “böyle faciaların yaşanmaması için bu tür işletmelerin yönetimi Atatürkçülere mi verilse!?”
Örneğin, Aladağ Öğrenci Yurdu, Atatürkçüler tarafından işletilseydi, o güzel 12 çocuk canlı canlı yanar mıydı? Ya da Soma Kömürlerini Atatürkçüler işletseydi, 301 işçimiz ölür müydü? Devlet Demiryolları Atatürkçüler tarafından yönetilseydi Pamukova’da, Çorlu’da, Kütahya’da, Ankara’da meydana gelen tren kazaları sonucu onlarca insanımız ölür müydü?
Prof. Dr. Süleyman Çelik
Makaleye bir yorum:
Mustafa Altınışık:
Sevgili Hocam, emeğinize ve yüreğinize sağlık diyerek paylaşımınız için çok teşekkür ediyorum. “BÖYLE FACİALARIN YAŞANMAMASI İÇİN BU TÜR İŞLETMELERİN YÖNETİMİ ATATÜRKÇÜLERE Mİ VERİLSE? BÖYLECE DENETİMSİZLİK SORUNU ORTADAN KALKAR!” görüşünüze aynen katılıyorum. Maalesef güzel ülkemizde standart manzara böyle, (laf aramızda kalsın, kurtuluştan önce de böyleydi, kurtuluştan sonra da böyle? Atatürk’ün mucizesi de hâl böyleyken kurtuluşu MİLLETÇE başarmış olmasıdır. Allah’ın izni ve yardımıyla mı demeli)? Ancak, “ATATÜRKÇÜLERİN DEVLETLE SÜREKLİ DİDİŞMEK VE BOĞUŞMAKTAN YORULMALARI” sorunu için ne demeli ve ne yapmalı doğrusu bilemiyorum. Burada aklıma gelen, gene ATATÜRK! Nutuk’tan anımsayınız, (Mondros Mütarekesi’nden sonra Anadolu topraklarının İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmesi üzerine başlayan ulusal direniş sırasında, ulusal bir meclisin -TBMM- kuruluşuna dek Millî Mücadele'nin yürütme organı olarak görev yapmış kurul olan Heyet-i Temsiliye -ki ilk olarak Erzurum Kongresi delegeleri arasından doğu illerini temsil etmek ve kongrenin kararlarını uygulamak üzere seçilen 9 kişilik kurula Sivas Kongresi’nden sonra tüm yurdu temsil etmek görevini verilmiş ve üye sayısı 16 kişiye çıkarılmıştır-), görevini BİRİLERİYLE (!) SÜREKLİ DİDİŞMEK VE BOĞUŞMAKTAN YORULMADAN tek başına Mustafa Kemal Paşa yürütmüştür. <<Tarih boyunca birçok devlet tanımı yapılmıştır. Devletin ortaya çıkışı, işlevi ve geleceği hakkında felsefi çözümlemeler yapılmıştır. Devlet kurumunun oluşmasına yol açan etkenlerin başında tarım devrimi gelir. Özellikle Asya'daki tarım topluluklarının topluluk üzerinde bir devlet olgusunu ilk olarak oluşturduğu söylenebilir. Devlet felsefesi alanında fikir beyan eden filozoflardan Platon’da devlet “birlikte yaşama zorunluluğundan doğan”, Aristoteles’te “doğal bir oluşum”, Ancillon’da dil, gibi iletişim ve toplumsallıktan doğan, Hobbes’da (Thomas Hobbes, devleti Leviathan adlı eserinde Tevrat'ta bahsedilen Livyatan canavarına benzetmiştir) herkesin herkese karşı savaşını sona erdirmek için ortaya çıkan, Rousseau, Hobbes ve Locke'da toplum sözleşmesinin sonucu, Fichte’de saf insan amacının yüce aracı, Schelling’de mutlak olan, Hegel’de tözel irade olarak ahlaksal tin, Cicero’da hukukun sonucu olarak betimlenir. (Max Weber ise devletin meşru şiddet kullanma aracı olduğunu söylemiştir). Günümüzde de birçok siyaset bilimci ve filozofun farklı tanımları vardır. Hukuki açıdan devlet, genellikle unsurlarından hareketle tanımlanır. Buna göre devlet; "Ülke adı verilen belirli bir toprak üzerinde yaşayan insan topluluklarının bir egemenlik anlayışı ve hukuku içinde bir siyasi iktidar altında örgütlenmesidir.">> Deniyor…
Bu durumda ben de “acaba” diye düşündüm: “herkes herkesle ilişkilerindeki sorunların farkında olup ve bu sorunları gerçekçi bir biçimde kabul edip; gerekli çözüm yolları için çaba harcayıp bunları aşarak daha verimli, herkesin herkese karşı savaşsız ilişkilerin kurulduğu yaşam biçimi olsa; devletin, meşru şiddet kullanma aracı olarak ‘Ülke adı verilen belirli bir toprak üzerinde yaşayan insan topluluklarının bir egemenlik anlayışı ve hukuku içinde bir siyasi iktidar altında örgütlenmesi’ değil de davul ve zurna ile çalınan müzikler eşliğinde oynanan HALAY oyunundakine benzer, ATATÜRK gibi bir liderin önderliğinde kişilerin el ele, parmak parmağa veya omuz omuza geçerek yan yana dizilmeleri biçiminde bir örgütlenmesi olsa HAYAT BAYRAM OLUR mu?”
Yayınlama:
26-01-2025
04:37:50