KASABA LİRİKLERİ
Bir Yazarın Kısa Anlatımı Ve Kitap Tanıtım:
Şahbender Korkmaz 1964 yılı Sivas doğumlu. İlk, orta ve lise eğitimini Divriği’de tamamlar. 1989 yılında Cumhuriyet Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Jeoloji Bölümünü bitirir. Sivas, Bursa, İstanbul’da çalışır. 1993 yılından beri Ankara’da yaşamakta. Pek çok dergide şiir ve öyküleri yayınlanmış. “Aşeka” ve “Kasaba Lirikleri” isimli iki şiir kitabı bulunmaktadır. Biz bugün “Kasaba Lirikleri” üzerine konuşacağız.
Kasaba, Türkiye’deki toplumsal dönüşümlerin çoğunun yaşandığı kritik bir ara alan: köy ile kent arasında, gelenekle modernite arasında sıkışmış bir mekân. Kasaba Lirikleri bu ara alandaki kültürel çatışmayı, bireylerin duygusal çöküntüleri ve aidiyet sorunları üzerinden işler.
Kasaba, burada yalnızca bir coğrafi yer değil, aynı zamanda birey üzerinde baskı kuran bir toplumsal yapıdır. Mekânsal sıkışmışlık, sosyal rollerin sabitlenmişliğiyle birleşir. Birey, bu yapının içinde boğulur ve şiirde bu boğulma “içsel kırılma”ya dönüşür.
Kasaba, çoğu zaman gençlerin terk ettiği, yaşlıların kaldığı, merkeze ulaşmaya çalışan bir çevre mekânıdır. Bu durum şiirlerde: Göç arzusuyla (ya da göçmüş bireyin geri dönüş hüznüyle), kimlik karmaşasıyla, yerinden olmuşluk (dislokasyon) hissiyle işlenir. Bu da kitabı, modern Türkiye’de taşra ve göç olgularını çalışan sosyologların alanına yaklaştırır (örn. Şerif Mardin'in “mahalle baskısı” kavramı, Nilüfer Göle'nin "modernlik ve İslami kadın kimliği" tartışmaları vb.).
Şiirlerin çoğunda zaman, doğrudan bir anlatı nesnesi olmasa da sürekli bir hissedilme hali olarak vardır. Henri Bergson’un “süre” (la durée) anlayışıyla paralel şekilde, zaman burada lineer değildir; anılar, geçmiş ve şimdi iç içe geçer. “Kasaba” ise geçmişin tortusunu taşıyan, “akmayan bir zaman”ın temsilidir. Bu, yaşantının donmuşluğu ve bireyin iç dünyasında kıpırtısızlığı olarak yansır. Şiirlerdeki melankoli, Kierkegaard’ın varoluşsal melankolisiyle bağ kurabilir: “Olmak isteyen ama neye dönüşeceğini bilemeyen birey”in içsel kıvranışı.
Kitabın birçok şiirinde birey, çevresine yabancılaşmış, kendi kasabasında bile öteki gibi hisseder. Bu, Marx’ın tanımladığı “emeğe, doğaya, insana yabancılaşma”nın bireysel düzeydeki yansıması gibidir. Aynı zamanda, Şahbender Korkmaz’ın dizelerinde “yaşamın saçmalığına karşı bir anlam üretme arzusu” vardır, bu da Albert Camus’nün “Sisifos Söylemi” ile örtüşür. Yaşamı ne yapsak da anlamlandıramayacağımızı bilerek, yine de anlam arayışını sürdüren bir bilinç vardır şiirlerde.
Şiirlerdeki özne, çoğu zaman kırılgandır; fakat bu kırılganlık bir “zayıflık” değil, ahlaki bir duyarlılık biçimidir. Başkasıyla karşılaşmada ortaya çıkan incelikli farkındalık, Levinasçı etikle okunabilir: Diğeriyle göz göze gelmeden doğan sorumluluk. Simone Weil’in “dünyaya kök salmak” düşüncesiyle de şiirlerin kasabaya tutunma isteği bağdaştırılabilir: Acıyla sınanan bireyin dünyaya kök salmaya çalışması.
Şiirlerde dolaylı biçimde sınıfsal ayrımlar gözlemlenir: Çalışan sınıfların gündelik yaşamı, yoksulluk, çarkın içinde ezilen bireyler... Ekonomik sıkışmışlık, kasabadaki bireyin hem hayal dünyasını hem de toplumsal ilişkilerini belirler. Modern kentli bir "seçkin" bakıştan ziyade, “içeriden bir ses”le yazılmıştır. Bu da alt sınıf duyarlılığına dayalı bir şiirsel anlatım sağlar. Bu noktada eser, Antonio Gramsci’nin “organik entelektüel” kavramı bağlamında da değerlendirilebilir: Şahbender Korkmaz, taşralı bireyin iç dünyasını, yukarıdan değil, içten gelen bir sesle aktarır.
Kitap boyunca birçok şiirde, geçmişe duyulan özlem, kayıplarla başa çıkamama ve duygusal bir yas hali sezilir: Geçmişte kalmış bir aşk, ölmüş bir aile bireyinin anısı, yitirilen gençlik ya da umutlar… Bu temalar, Freudyen anlamda “yas” ve “melankoli” ayrımına karşılık gelir.
Yas: Bilinçli şekilde kayıpla baş etmeye çalışmak
Melankoli: Kaybın yerini belirleyememek, suçluluk duygusuna dönüşmesi
Şiirlerde yer yer bu iki ruh halinin geçişli bir şekilde işlendiği görülür.
Şahbender Korkmaz’ın dili: Ekonomik ama güçlüdür: Kelime sayısı az, anlam yoğunluğu fazladır. Yer yer ironiktir: Söylenmeyenler kadar söylenenler de anlam yaratır. Dili “keskin” bir araç gibi kullanır: Tanıtım yazılarında da “sözcükleri bıçak gibi kullanıyor” denmiştir. Zaman zaman anı kıran, okuru sarsan bir anlatım tercih edilir. Bu dil tercihleri, minimalist ama sert bir şiir anlayışına karşılık gelir. Metinlerdeki boşluklar ve kesiklikler de anlatının bir parçası hâline gelir, bu, şiirde suskunluğun estetiğini de gündeme getirir.
Serbest ölçü kullanımı ön plandadır. Klasik nazım şekillerinden uzak, çağdaş ve deneysel biçimler tercih edilmiştir. Bazı şiirler kısa, yoğun dizelerden oluşurken; bazıları daha uzun, anlatımsal bloklar hâlindedir. Satır sonları, sözdizimi kırılmaları ve boşluklar da şiirin “anlam taşıyıcı” unsurlarıdır. Biçimsel olarak kitap, modern Türk şiirinin 2. Yeni sonrası dil ve biçim anlayışına yakındır; fakat daha sade ve doğrudan bir söyleyişe sahiptir.
Kitap lirik bir söyleyişe sahiptir ama bu liriklik aşırı romantik değil, durgun ama yoğun bir duygusallıkla yüklüdür. Lirik anlatıma rağmen şiirlerde gizli bir dramatik gerilim de mevcuttur. Bu, kasabanın dışarıdan sakin ama içten içe kaynayan yapısını da estetik bir düzlemde yansıtır. Kasaba Lirikleri, lirizmiyle okuru içine çekerken, bir yandan da şiirin estetik alanında “acı”yı sessizce ama güçlü bir şekilde işler.
Sanatsal bakış açısından Kasaba Lirikleri, sadece bireyin iç dünyasını değil, aynı zamanda onun toplumsal çevresini de estetik biçimde yansıtır: Kasaba bir motif değil, bir estetik mekândır: Bozkır resimleri gibi… Yoksulluk, yalnızlık, eski yapılar, terk edilmişlik... bunlar estetik birer atmosfer öğesine dönüşür. Bu anlamda kitapta hem realist izler hem de sembolist dokular bulunur.
Kasaba Lirikleri, sanatsal açıdan değerlendirildiğinde, hem biçimsel sadelik hem de içeriksel derinlik taşıyan; gelenekten beslenen ama çağdaş biçimlerle kendini ifade eden, güçlü ve özgün bir şiir kitabıdır. Okumadan geçmeyin derim.
Arzu Kök