Çocukluğumun geçtiği bu sokakları artık tanıyamaz oldum. Ne üzerinde gezip dolaşanlar aşina bana, ne de söylemleri ve dahi kelimeleri.
Her şey yabancı, her şey muamma…
Gençleri anlayamamak bir yana, tanıyamamak en acısı.
Hal ve hareketlerine baktığımız zaman sanki onlar devasa büyüklükte ve biz bir zerre kalmışız yanlarında.
Heyhat! Bu ne zaman, bu ne gün…
Katmer katmer acıktığım çocukluğum vardı. Salça sürülmüş ekmeğimle karnımı doyurduğum.
Ve bilyelerim cebimde, tüm hazinem.
Komşu mahlede hiç kimsenin haberi olmadan kız sevmiştim bir zamanlar. Okuduğum kitabın adını bile hatırlayamadığım zamanlarım olmuştu benim. Hatta ve hatta kaç kişiyi patakladığımı. Hangi sinemada kimin filmi oynamıştı kalır mı ki aklımda?
Katı açılmamış küfürlerim vardı benim, çeyiz sandığı gibi koruduğum.
Beni tanıyanlar bilir,
Her adama veya her kişiye küfretmezdim ki, kelimeler saklıydı zihnimde. Alelade insanlara küfür bile çok gelirdi o zamanlar. Bakışlar çok şey anlattığı için.
Şimdilerde adamın yüzüne tükürüyorsun, yağmur niyetine şükre çıkıyor. Küfür ise biri bin para.
Değer desen bir kapik etmez…
Hangi genç yaşadı benim yaşadıklarımın binde birini?
Hangi çocuk bilyeleri cebinde, elleri kir ve karnı acıkmış olarak evine geldi akşamın bir vakti?
Gece yarısına kadar annesiyle birlikte ödev defteri karalandı, “öğretmen beni öldürecek” korkusuyla dolu titrek heyecanlarla.
Ve hangi çocuk yanı başındaki acıkmış olan arkadaşına, bize gidelim diyerek omzuna attı kolunu.
Değil mi ki çocuklarımızı ve dahi gençlerimizi asırlara inat birden bire büyültüp, tam tersine beyinlerini küçültenlere küfretmek beyhude…
Bizim değil mi bu suçun yüzde büyüklüğü.
Biz anne ve babaların…
Hangimiz bıraktık çocuklarımız üşüsün diye.
Acıksın, özlesin ve hatta yokluğun adını iliklerine kadar hissetsin…
Hazıra konan çocukta paylaşmak hissini hangi aşamada ararsınız? Acımak hissini, duygusuz birer robot yetiştirdiğimizin farkına ne zaman varmak istersiniz bilmem ama şunu sakın unutmayınız mantık olarak ölüm bize onlardan daha yakın. Hangi sonsuz düzlemde yanı başlarında olacağız onların. Bırakın, bırakın da biraz üşüsünler ve hatta hasta olsunlar. Dezenfekte edilmiş steril vücutlarına biraz mikrop girsin. Biraz katı açılmamış küfür öğrensinler hakaret etmeden.
Kalp kırmadan sevmeyi öğrensinler.
İncitmeden âşık olmayı!
Sevda rüzgârında biraz saçları dalgalansın ve sevgili niyetine sevdiklerinin ardından, bir damla gerçek ve yalın gözyaşları dökülsün; rüzgâr bile değmemiş yanaklarından.
Çamurdan kaleler yapsınlar, en kıymetli pantolonları çamura bulansın, yürekleri bulanmadan.
Kapatın artık şu lanet olası cep telefonlarını ve alın elinize sevda türküleri çığıran bir kitap, Âşık Veysel’in kırık sazından nağmeler dökülsün diyar diyar kavuşulamayan gönüllere doğru.
Ki; Neşet Ertaş belki yeniden dile gelir yapay zekâ olmaksızın.
Allah aşkına suç bizim değil mi?
Bırakalım artık çocuklarımız gerçek hayat için az biraz üşüsün ve hatta kirlensin.
Başka türlü kirlenmeden…




















