TÜRKİYE ARTIK TOPARLANMALIDIR
Sovyetler Birliği’nin çökertilmesi ve daha sonrada emperyalist baskılar ille dağıtılmaya zorlanması sonrasında, eski dünya düzeni yıkılmış ama bu olayların arkasından çeyrek yüzyıllık bir uzun dönem geçmesine rağmen, dünya haritalarının üzerinde yeni bir dünya düzeni kurulamamıştır. İki büyük dünya savaşı sonrası kurulan yirminci yüzyılın yeni dünya düzeni, bu yüzyılın başlarından itibaren kurularak yaşama geçirilmiştir. Geçen yüzyılın ilk çeyreğinde kurulmuş olan soğuk savaş dönemi bu yüzyılın sonlarına doğru dağılmaya başlamış ve yeryüzünde sosyalist devletleri bir araya getiren Rusya Federasyonu’nun devlet başkanı olarak, Yeltsin ismini taşıyan başkanının batı blokunun karşısında var olan doğu blokunun önderliğinden çekilmesiyle birlikte dünya yeni bir döneme girmiştir. Eski dünya düzeni adı verilen soğuk savaş dönemi yirminci yüzyıl boyunca iki kutuplu bir siyasal düzen olarak uygulanmış ve bu yüzyılın son çeyreğindeki olayların gelişimi ile çökertilerek yıkılmıştır. Bu yüzyılın sonlarında dağılan sosyalist dünya imparatorluğu yirmi birinci yüzyıla geçememiş ve bu yıkım sonrasında yeni bir yapım olarak eskisinden farklı bir düzen kurulamadığı için, içinde bulunulan yeni yüzyıla dünya farklı bir düzen oluşturarak geçememiştir. Yirminci yüzyılın iki kutuplu siyasal düzeni dağıtılarak yıkılırken, küresel dünya yeni yüzyıl ile birlikte yepyeni bir düzene girememiş ve bu yüzden geçen asrın son yıllarında başlayan düzensizlik hareketleri ve var olan düzenlere yönelen yıkıcı ve çökertici siyasal baskılar, eski dünya düzenini dağıtarak kaos ortamı hazırlamışlardır. Batının önde gelen emperyalist devletleri dünya kamuoyu önünde kaos yaratabilmek amacıyla ortalığı karıştırırlarken, yeni dünya düzeninin kaos ortamının içinden çıkacağını dile getirerek açıkça ve resmen kaos kışkırtıcılığının önünü çekmişlerdir. Bu nedenle eski dünya düzeninden yeni bir düzene geçilememiş ve bu yüzden yeni bir dünya düzeni ortaya çıkarılamamıştır.
Devletlerin ve milletlerin sayılarının fazlasıyla öne çıkması yüzünden, eskisi gibi karşılıklı iki grup hazırlayarak bunları karşı karşıya getiren bir yeni dünya düzenini eskisi gibi çift kutuplu bir yapılanma doğrultusunda kurabilmelerinin bugün için mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. Son çeyrek yüzyıllık zaman dilimi içinde birbirini izleyen olaylar ve siyasal gelişmeler karşısında iyice belirginleşmektedir. Yeni dönemdeki küresel düzen iki kutuplu değil ama bunun yerini alacak bir biçimde çok kutuplu bir düzene doğru gelişmeler aracılığı ile kurulabileceği ortaya çıkmaktadır .İki merkez kutup esas kabul edilerek bu kutupların çevresinde ya da yakınlarında küçük ve orta boy devletlerin bu ana merkezlerin kontrol aracılığı ile yönlendirilmelerinin, eskisi gibi kolay olamayacağı ve başta orta boy devletler olmak üzere, diğer küçük devletleri de bir araya getirerek bunların soğuk savaş yıllarında olduğu gibi merkez ve çevre ilişkileri açılarından ele alınmalarının pek de eskisi gibi mümkün olamayacağı görülmektedir. Eski dönemde iki kutuplu dünya düzeni devam ederken, kurulmuş olan merkez ülke ile çevre ülkeleri arasındaki bağlantıların yeni dönemde eskisi gibi normal koşullarda olamayacağı, ama eskisi gibi metotlardan uzaklaşarak yeni dönemin belirginlik kazanan yeni koşullarına göre, farklı yeni bazı yöntemlerin kendiliğinden devreye girdikleri görülmektedir. Dünya dengeleri değişirken aynı zamanda yeni koşullara uygun düşebilecek farklı tutumlar ve politikalar öne çıkarak yeni dünya düzeninin çok kutuplu oluşumuna katkı sağladığı öne çıkmaktadır. Yeryüzünde devlet olma statüsünü kazanmış olan her devlet, devlet olma hakkının diğer devletlere sağladığı kazanımlarına sahip çıkmak ve bunlardan etkin bir biçimde yararlanarak, yeni dünya düzeni içinde geçmişten siyasal birikimlerden de faydalanan yeni siyasal yaklaşımlar çıkmaktadır.
Bugün gelinen aşamada dünya karalarının beşte birini temsil eden Rusya Federasyonu, ülke toprakları en geniş büyük devlet olarak varlığını sürdürmektedir. Bu kadar geniş alanda dünyanın en büyük devleti olma şansını elde etmiş olan Rusya devleti beş büyük kıtanın içinde en geniş topraklara sahip olurken, okyanuslar ve denizler içinde yer alan bazı adalar da bağımsız devlet olma statüsünü geçen asırda ele geçirdikleri için, bu kazanılmış haklarına da sahip çıkmaktadırlar. Bu durumda dünyayı çevreleyen kıtalar ile bunların kıyısına ya da köşesine sıkışmış olan adalar da diğer devletler gibi kazanılmış haklara sahip olmuşlardır. Geçmişteki siyasal rüzgarların bu küçük adalara kazandırmış olduğu bağımsızlık, kendi geleceğini tayin etme ve küresel dünya düzeninde kendi ulusal çıkarlarını korumak ve diğer devletler ile rekabet çatısı altında bunları uygulayarak geliştirmek gibi, devlet olma statüsünün getirmiş olduğu bazı hak ve özgürlüklerden bütün diğer devletler gibi yararlanmalarının asıl olarak kabulü, dünyadaki uluslararası hukuk düzeni gereği olarak benimsenmektedir. Yirminci yüzyıla girerken yirmi devletin bulunduğu dünya ile yirmi birinci yüzyıla girerken, ortaya çıkmış olan iki yüzden fazla devletin konumları birbirlerinden fazlasıyla farklı olmaktadır. Az veya çok devletli düzenler karşı karşıya getirildiği zaman uluslararası ilişkiler farklılık kazanmaktadır. Büyük devletler dünya nimetlerine el koyma hakkını kendilerinde fazlasıyla gördükleri için orta ve küçük boy devletlerin, devlet olma hakkı nedeniyle kazanmış oldukları haklarının gerçekleştirilmesine dikkat etmeyerek, onları zamanla uzaktan kumandalı yönetim bağlılıklarına yönlendirerek devletlerarası eşitlik statülerine karşı çıkmaktadırlar. Büyük ve emperyalist devletler orta ve küçük devletlerin haklarını görmezden gelerek karşı çıkmaları, uluslararası alandaki düzensizliğin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu durumu önlemek için Birleşmiş Milletler uluslararası bir örgüt olarak kurulmuş ama sonuçsuz kalmıştır.
Birleşmiş Milletler çatısı altında birlik ve düzen kurulamadığı aşamada, dünyaya yön vermek üzere kurulmuş olan bu uluslararası örgüt, evrensel alanda kendisinden beklenen otorite ve düzeni oluşturamadığı için küresel alanda bir otorite ve hukuk düzeni de bugüne gelene kadar kurulamamıştır. Yüz yıl önceki dönemin koşullarında dünyanın en büyük beş devletinin güvenlik konseyinin tam üyeleri olarak belirlenmeleri dünya savaşları sonrasında yeni bir düzen kurulurken, diğer büyük devletleri dışlayarak gündeme getirildiği için, geleceğin dünya düzeninde daha baştan devletler arası adil bir düzen oluşturulamamıştır. Böylesine bir haksızlık Birleşmiş Milletlerin kuruluşu sırasında yapıldığı için azgelişmiş ülkeler arasında “dünya beşten büyüktür“ sloganı ile küresel örgütün hukuka uygun hale getirilmesi sağlanmaya çalışılmıştır. En küçük devletlerden birisi olarak Malta adası ile dünyanın en büyük devletlerinden birisi olarak, Çin Halk Cumhuriyetinin her alanda eşit olması ama iki yüzden fazla üyesi bulunan Birleşmiş Milletler örgütünün genel kurulunda eşit üye olarak var olan beş devletin bir üst örgütlenme olan Güvenlik konseyine kalıcı ve yönetici üyeler olarak alınmaları ise, bu örgütün kuruluşu sırasında eşit devletler üyeliği uygulamasına ters düşmekte ve gelecek için bir belirsizlik ortamının zamanla kaotik bir ortama dönüşmesi de küresel alanda yeni bir gruplaşmanın önünü açarak farklı haksızlıklara gündeme getirmiştir.
Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya gibi dört büyük devletin öncülüğünde kurulmakta olan BRİCS örgütüne daha sonraları batı dünyası aracılığı ile Güney Afrika da dahil edilerek, batı blokuna karşı eski üçüncü dünya ülkelerinin büyük temsilcileri öne çıkarılarak, kendisini birinci dünya olarak ilan eden batı blokunun en büyüklerine karşı BRİCS örgütü bir üçüncü dünya örgütlenmesi olarak öne çıkarılmıştır. Daha sonraki ikinci aşamada BRİCS örgütünün ilk genel kurulu Afrika kıtasında yapılırken, bu yeni kuruluşa eşit koşullarda üye olmak isteyen Asya, Afrika ve Latin dünyası üyesi olan bazı devletler ikinci aşamada üye olarak BRİCS örgütünün eşit koşullarda tam üyeliklerine getirilmişlerdir. Kuruluşu itibarıyla batılı büyük devletlerin hegemonyasında olan Birleşmiş Milletlerdeki genel kurul ve güvenlik konseyi yapılanmasının beş büyük devletin eşit koşullarda var olabileceği yepyeni bir yapılanma sorunu ile çözüme kavuşturulurken, dünyanın artık beşten büyük olduğunu başta Birleşmiş Milletler örgütünün Güvenlik Konseyi üyelerinin kabul etmeleri gerekmektedir. Daha sonraki aşamada BRİCS örgütü ile Birleşmiş Milletler örgütlerinin yapacağı ortak toplantılar sonucunda bütün uluslararası örgütlerdeki devletlerin üyeliğinin özgür ve eşitlikçi bir yapıda yeniden örgütlenmelerinin ele alınmaları doğrultusunda hemen harekete geçilmelidir. Eğer bugünkü uluslararası düzen çerçevesinde sonuç alınabiliyorsa bu duruma uygun bir özgürlükçü ve eşitlikçi genel kurul düzeni kurulamazsa o zaman dünya devletlerinin ve ülkelerinin yeni dönemin başlangıcında bir araya gelerek bir dünya “Dünya Halkları Kongresini “kurmaları insanlık açısından bir an önce atılması gereken siyasal adım olacaktır. Halklar kendilerini temsil etmeyen devletlere ya da ulluslararası kuruluşlara teslim olmayarak, kendi kongrelerinin çatısı altında geleceğin özgür dünyasını el ele ve birlikte kurmalarının kaçınılmaz olduğu görülmektedir. Başka türlü bir alternatif gündemden düşerken Dünya Halkları Kongresi öne çıkmaktadır. Her devletin çatısı altında eşitlik arayan halklar kendi özgür kongreleri ile öne çıkmaktadır.
İçinden geçilmekte olan yeni dönemde Türkiye’nin yaşamakta olduğu dönüşümler daha çok uluslararası alanda öne çıkan gelişmelerin sonuçlarına bağlı olarak gündeme gelmiş ve Türkiye gibi ülkelerin siyasal gündemleri, her zaman için uluslararası alandaki yeni ortaya çıkan küresel gelişmelerin yansımaları ya da etkileri sayesinde biçim kazanmaktadır. Bu nedenle son otuz yıllık küresel gelişmelerde sosyalist blokun dağılması ile ortaya çıkan siyasal gelişmeler ön plana geçerek, olayların cereyan ettiği bölgelerdeki devletlerin iç politikalarını ve daha sonraları da uluslararası ilişkilerini doğrudan baskı altına alarak yönlendirme yapmışlardır. Bulundukları tarih ve coğrafya çizgisindeki devletlerin geçmişten gelen birikimin sorunlarını çözmek üzere mücadeleler verdikleri aşamalarda, bir de yeni uluslararası ve ulusal konjonktürün siyasal gelişmeleri çizgisinde karışıklıklar getiren değişimlerin etki ve baskılarına dayanmaya çalışmaları da gelişmeleri daha da artırarak bugünün kaos ortamını tırmandırmalara açık bir duruma getirmişlerdir. Yeryüzünde tek değişmeyen kuralın değişim kanunu olduğunu iyi bilen devletler ve uluslararası kuruluşların yöneticileri kendi sorunlarına ek olarak gündeme gelen yeni değişim zorlamalarını, farklılıklar içeren düzeylerde kendilerinin komşusu olan devletlere ya da daha küçük ve orta boy devletlere doğru yönlendirerek, kaotik ortamlardan kurtulmaya çalıştıkları görülmektedir. Devletlerarası ilişkilerin ciddi bir rekabet ve aldatma girişimlerine, her geçen gün daha çok alet olduğu yeni dünyada bütün devletler sonradan ortaya çıkan siyasal ve ekonomik sorunların arkalarında diğer büyük devletlerin bulunduğunu her zaman için hatırlayarak, kendi ulusal çıkarlarını buna göre geliştirmeleri gerekli olmaktadır. Bu yüzden uluslararası alanda yürütülen diploması etkinliklerinin daha fazla bilgi temini ve istihbarat işlerine doğru yönlendiği, son yıllardaki küresel olayların yansımalarından ortaya çıkmaktadır.
Her devletin kuruluş biçiminden gelen bir ortaya çıkış modeli bulunmaktadır. Bu tür yapılanmalar da devletler kuruldukları coğrafya ile bu alandaki tarihsel ve toplumsal gelişmelerin etkileri ile belirli yönlendirilmelere doğru giderken, kuruluş döneminden gelen kuruluş modeli ya da kendi yapılanmasına dayanak noktası sağlayan farklılıklara doğru çekildikleri anlaşılmaktadır. Devletlerin dış yapıları uluslararası ilişkilerin gelişim düzeylerine, iç yapıları da dış yapılanmaların ilgili ülkenin toplumsal yapılanmasına göre biçimlenirken, var olan siyasal modeller ile yeni ortaya çıkan siyasal gelişmeler, eski devlet düzenlerini sarsmaya doğru yıkıcı ve çökertici bazı gelişmeleri planlayarak, en kritik zaman dilimlerinde ortaya bazı dağılma ya da çöküş senaryolarını sürmektedirler. Son çeyrek yüzyılda Türkiye Cumhuriyeti eskisinden farklı yeni siyasal model arayışları ile karşı karşıya gelirken çeşitli siyasal merkezler kendi çıkarları açısından gerekli gördükleri yenilikleri uygulama alanlarına taşımaktadırlar. Bu nedenle, şehirler, yerleşim yerleri, alt ve üst bölgeler ve yeni eyaletler oluşturma çabaları, batı dünyasının gelişmiş zengin ülkeleri tarafından uygulama alanlarına getirilerek, büyük çapta harita değişikleri üzerinden, orta dünyada yirmi beş devletin sınırlarını değiştirmeye, kendileri için yeni devletler oluşturmaya çalışırlarken, aynı zamanda bazı küçük etnik toplulukları bağımsız devlet yapılarına doğru sürükleyerek, iki yüz ulus devlet içinden iki bin eyalet çıkarma senaryoları birbiri ardı sıra uluslararası arenanın tam ortasında kaos yaratıcı ortam hazırlayarak, bir daha içinden çıkılamayacak çöküş senaryolarına orta ve küçük boy devletlerin hepsini siyasal ve ekonomik dayatma senaryoları, ya da istihbarat oyunlarına alet etmeye var güçleriyle saldırmaktadırlar.
Kemalist bir cumhuriyet modeli ile kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti dünya haritalarının tam ortalarında yer alan bir orta boy devlet olarak, küresel hegemonya düzenini merkezi coğrafyadan başlayarak küresel hegemonya peşinde koşan küreselci emperyalistler, ya da Siyonist saldırganlar ordusunun hiç bir ayırım gözetmeden önüne gelen her ülkeye saldırması gibi, hukuku ayaklar altına alarak hak, hukuk ve adalet tanımayan insanlık dışı çeşitli senaryolara bütün dünya ülkelerini yok edecek bir tarzda saldırarak seferberliğe kalkışmaları ve dünya ülkeleri açısından hiç bir biçimde kabul edilemeyecek bir olumsuz durumdur. En olumsuz koşullara doğru insan merkezli dünyayı ortadan kaldırmaya doğru, her türlü kaos ortamını insanlığın önüne çıkartarak bütün dünyayı içinde yaşanamayacak bir gezegene dönüştürebilmenin arayışları içindeki emperyalist ve siyonist merkezler, her türlü bölücülük, çökertme ve ele geçirme yollarını deneyerek uluslararası hukuk ile birlikte her türlü saldırganlık tiyatrosu dünya sahnelerinde oynanmaktadır. Devletlerarası diplomasi alanı giderek zamanla bir büyük oyuna dönüştürülmekte ve bu doğrultularda akla gelen her türlü olumsuz oyunlar ile birlikte sahtekarlık ve suç gibi hukuk dışı yollara başvuran küresel emperyalizm ve siyonizm oyunlarına karşı bütün insanlık, var olan bütün ulusal ve uluslararası kuruluşları dünya barışı için büyük bir halk cephesi çatısı altında toplamak zorundadır. Yeni dönemde kurulacak bir “Dünya Halkları Kongresi” küresel anlamda bütün halkları ve devletleri hukuksal yaptırımlara dayanan bir uluslararası örgütlenme içinde yeniden bir araya getirerek, her türlü emperyalizmin önünü kesebilecek bir dünya gücüne dönüştürülmelidir.
Yirminci yüzyılın koşullarında bir ulus devlet olarak kurulan çağdaş Türk devleti bugün yüz yılını arkada bırakırken, her türlü siyasal, sosyal ya da uluslararası sorunları yaşamış ve büyük bir birikime sahip olmuş bir orta boy devlet olarak dünya sahnesinin tam ortasında yerini korumaktadır. Alt kimlikleri karıştırarak bölgesel federasyonları kendine bağlı kurmak isteyen emperyalizm ve siyonizmin “Post-Kemalizm” ya da “Post-Post Kemalizm” gibi uydurma senaryolar üzerinden paradigma değişikliği önerenler , Türk devletini ortadan kaldırabilmek üzere emperyalizmin emirlerini yerine getirerek ve alt kimlikçilik üzerinden yeni tür mikromilliyetçilik oyunlarını canlandırarak olmayan bir demokrasicilik üzerinden geçmişten bugüne hazırlamış oldukları bütün etnik ırkçılık senaryolarını devreye sokarak, Türkiye’nin ulusal kurtuluş savaşı aracılığı ile kazanmış olduğu ulusal birlik ve bütünlüğünü ortadan kaldırabilmenin yollarını arayarak, etnik köken ırkçılığı ile çağdaş uygarlığın getirmiş olduğu ulus devlet ve ulus millet yapılanmalarını artık kabul etmek durumundadırlar. Post Kemalizm tartışmaları ile Kemalist ulus devleti ortadan kaldırmak isteyenler, bugüne kadar böyle bir hedefi gerçekleştirememişlerdir .Bundan sonra yıkıcılıklarına devam etmek istiyorlarsa, biraz da Post-Emperyalizm, Post-Siyonizm, Post-Liberalizm, Post-Modernizm ve Post-Trumpizm gibi kavramlar üzerinden, dünyanın içine sürüklendiği bugünkü durumlarını madalyonların arkasından bakarak, biraz da perdenin arkasındaki hukuk dışı dünyanın durumlarını dünya halklarına anlatacak, yeni söylemlere acilen gereksinme vardır .Bu yolları deneyenler insanlığın önüne gerçekçi alternatifler getirebileceklerdir. “Post “başlığı altında yeni dönemin ütopyacı hayalciliği ile, “Postgerçekcilik “takılmaları ile insanlık yeniden uğraştırılacak gibi görünmektedir. Türkiye iki kutuplu dünyadan çıkış ile birlikte içine sürüklendiği çok kutuplu kaotik ortamdan kurtulabilmek için acilen toparlanmalı ve kurucu devlet modeli ile harekete geçerek, ulusal çıkışa yönelmelidir.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN