Düşünürler Türkiye Halkına Neler Söylerdi? -1-
Bir süredir eski düşünürler günümüz Türkiye’sinde yaşasalardı bizlere neler söylerlerdi diye düşünüp duruyorum. Bunların sonucu olarak da bir yazı dizisi çıktı ortaya. Her hafta bir düşünür seslenecek sizlere benim aracılığımla. Bu seslenişler onların sahip oldukları fikir, düşünce ve tabii ki ortaya koydukları eserler üzerinden olacak. Şimdiden sürçülisan edersek affola diyelim. Mesajlarınızla da destek olursanız seviniriz.
İlk olarak Halil Cibran’ı ele almak istedim. Hani o ülkesinden ayrılırken yaptığı meşhur konuşmasından etkilenerek acaba Türkiye’den ayrılırken nasıl bir veda konuşması yapardı diye düşündüm. Halil Cibran, insan ruhunun derinliklerine inen, özgürlük, sevgi, adalet ve bireyin kendini gerçekleştirmesi gibi temaları işleyen bir düşünür ve şairdi. Eğer günümüz Türkiye’sinde yaşasaydı ve ülkeyi terk etme kararı alsaydı, muhtemelen bu kararı yalnızca politik veya toplumsal baskılar nedeniyle değil, insan ruhunun çoraklaştığını, sevginin yerini korkuya, anlayışın yerini öfkeye bıraktığını hissettiği için alırdı. Veda konuşması nasıl olurdu derseniz, deneyelim derim:
Halil Cibran’ın Veda Konuşması
“Ey bu toprakların güzel insanları,
Bugün sizden ayrılmak üzereyim. Bu ayrılış ne bir öfkenin sonucu ne de bir kaçışın adıdır. Bu, bir ruhun kendine dönme çabasıdır. Çünkü bazen kalmak, kendini inkâr etmektir; gitmekse, hakikate yürümektir.
Ben bu ülkenin dağlarında yürüdüm, denizlerine baktım, şehirlerinde sustum, köylerinde konuştum. Gördüm ki burası ne sadece taş ne sadece toprak… Burası, içinde büyük bir özlem taşıyan insanların yurdudur. Fakat o özlem, zamanla korkuya dönüştü. Korku ise, önce sevgiyi öldürür, sonra düşünceyi…
İnsanların gözlerinde ışık yerine şüphe var artık. Herkes birbirini konuşuyor, ama kimse birbirini dinlemiyor. Sessizlik bilgelik değildir artık; sessizlik, içe çökmüş bir yorgunluktur.
Ben sizin kardeşinizdim, dostunuzdum. Yüzünüze ayna tuttum, kelimelerimle yaralarınızı okşadım. Ama görüyorum ki artık aynalara tahammül yok; herkes, kendini değil, başkasını düzeltme derdinde.
Bu yüzden gidiyorum. Çünkü özgürlüğü dar alanlarda aramak, denizi bir testiye hapsetmeye çalışmaktır. Ben denizi bırakıp testiyle yetinemem. Ruhum geniştir; sizinki de öyle olsun isterim.
Bilin ki sizleri unutmam. Çünkü sevgi, mesafe tanımaz. Ama şunu da bilin: Sevgi, yalnızca sevgiyle beslenir. Onu korkuyla, öfkeyle, tahakkümle yaşatamazsınız.
Size kırgın değilim, ama ruhuma dost olan rüzgâr artık başka topraklara esiyor.
Bir gün bu ülkenin rüzgârı yeniden insanın yüzüne umutla çarparsa,
Bir çocuğun gülüşü yeniden bir milleti ayağa kaldırırsa,
Bir şairin sözü bir toplumu sarsarsa…
İşte o gün, ben de geri dönerim.
Ama şimdi gidiyorum.
Beni değil, söylediklerimi hatırlayın.
Zira beden unutulur, ama hakikat kalır.
Korkmayın gidişimden; çünkü ayrılıklar da arınmadır.
Bir gün, kelimelerin yeniden anlam kazandığı, yüreklerin taş kesilmediği bir vakitte; belki bir çiçeğin gölgesinde, belki bir çocuğun gülüşünde buluşuruz.
Ve o zaman, susarak konuşuruz.
Hoşça kalın.”
Arzu Kök