İnovatif Stratejik Araştırmalar Merkezi (İNOSAM) Yönetim Kurulu Başkanı Gürkan Avcı’dan PKK’nın fesih kararı sonrası öngörü ve uyarılarından oluşan basın açıklaması metnini bilgilerinize saygıyla sunarız.
Tarih: 13 Mayıs 2025Yer: Ankara, Türkiye
PKK’nın Fesih Kararı Sonrası Çağdaş, Onurlu ve Demokratik Bir Türkiye Mümkün Olabilir!
Bugün, milletimizin ve bölgemizin geleceğini yeniden şekillendirecek tarihi bir dönemeçte bir aradayız. PKK’nın 5-7 Mayıs 2025’te gerçekleştirdiği kongrede aldığı kendini feshetme kararı ve Abdullah Öcalan’ın silah bırakma çağrısı, Türkiye’nin 40 yılı aşkın süredir mücadele ettiği bir çatışmayı sona erdirmek ve Kürt meselesini demokratik bir zeminde çözmek için eşsiz bir fırsat sunmaktadır. Bu süreç, hükümet ve muhalefet partilerince ortak bir akıl dahilinde uluslararası satranç diplomasisi içerisinde doğru ve akıllıca yönetildiği takdirde Türkiye’nin faydasına bir süreç olarak konsolide edilmeye müsait ve mümkün bir kapı aralamıştır. Bu süreç yalnızca bir örgütün silahsızlanması değil, aynı zamanda Türkiye’nin birliğini, refahını, demokratik olgunluğunu ve bölgesel liderliğini güçlendirecek bir başlangıç olmaya imkan da sağlamaktadır. Ancak, bu tarihi fırsatın kalıcı bir barışa dönüşmesi, yalnızca kararlılık değil, aynı zamanda vizyon, empati, ortak akıl ve küresel bir perspektifte gerektirir. Bugün, İNOSAM Strateji Merkezi olarak Türkiye’nin birliğini, güvenliğini ve geleceğini merkeze alan, aynı zamanda küreselgerçeklerle de uyumlu bir anlayışla, bu sürece dair tespitlerimizi, telkinlerimizi, eleştirilerimizi ve öngörülerimizi paylaşmak istiyorum.
Tespitler: Tarihi Bir Fırsat ve Kolektif Sorumluluk
PKK’nın kendini feshetme kararı, yalnızca bir örgütün silah bırakması değil, aynı zamanda Türkiye’nin adalet, eşitlik, demokrasi sorunun ve Kürt meselesinin açık, şeffaf ve demokratik siyaset zemininde çözülmesi için bir kapı aralamaktadır. DEM Partisi’nin arabuluculuk çabaları, TBMM’nin sürece dahil olması, Öcalan ile yapılan görüşmeler ve Cumhur ittifakının bu süreci yönetme iradesi, umut verici bir başlangıç olabilir. Bu karar, 40 yılı aşkın süredir devam eden çatışmanın sona ermesi ve toplumun tüm kesimlerinin bir arada yaşama iradesini güçlendirmesi açısından bir dönüm noktası olmaya adaydır. Ancak, bu sürecin başarısı, yalnızca bir tarafın adımlarına değil, siyasi partiler, sivil toplum, halk ve pozitif uluslararası aktörlerin ortak çabasına bağlıdır.
Yurtiçinde, bu süreç, geniş bir umut dalgası yaratmış, ancak aynı zamanda temkinli bir iyimserlikle karşılanmıştır. Toplumun farklı kesimleri, bu tarihi fırsatı değerlendirerek birliği, kardeşliği ve ortak geleceği güçlendirme arzusundadır. Ancak, geçmişteki barış girişimlerinin, özellikle 2013-2015 Çözüm Süreci’nin çöküşü, bize şunu göstermiştir: Barış, sadece iyi niyetle değil, şeffaflık, somut reformlar, karşılıklı güven ve toplumsal mutabakatla inşa edilebilir. Güvenlik kaygıları, demokratik haklar, siyasi temsiliyet ve ekonomik adalet arasındaki denge, bu sürecin temel taşlarını oluşturacaktır.
Uluslararası alanda, bu gelişme, Ortadoğu’nun karmaşık jeopolitik dengelerinde yeni bir sayfa açma potansiyeline sahiptir. Suriye’deki Kürt hareketleriyle bağlantılı dinamikler, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin sürece desteği, ABD, AB, UK, Rusya ve diğer aktörlerin ilgisi, bu sürecin yalnızca Türkiye’yi değil, tüm bölgeyi ve hatta küresel barış arayışını etkileyeceğini göstermektedir. Ancak, bazı uluslararası aktörlerin bu süreci kendi stratejik çıkarları doğrultusunda yönlendirme riski, dikkatle izlenmelidir. Türkiye, bu süreçte hem kendi egemenlik haklarını korumalı hem de küresel bir lider olarak yapıcı bir rol üstlenmelidir.
Birlik, Adalet, Güvenlik ve Küresel Vizyon
Bu tarihi fırsatın kalıcı bir barışa ve güçlü bir Türkiye’ye dönüşmesi için, tüm paydaşlara yönelik telkinlerimiz şunlardır:
TBMM’nin Merkezi Rolü ve Toplumsal Mutabakat: Barış süreci, meşruiyetini halkın iradesinden, yani Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden almalıdır. Parlamentomuz, bu sürecin merkezi olmalı; tüm siyasi partiler, ideolojik farklılıkları bir kenara bırakarak, ortak bir çözüm zemini oluşturmalıdır. Bazı siyasi partilerimizin çabaları takdire şayandır, ancak bu süreç, yalnızca bir partinin değil, tüm toplumun ortak iradesiyle şekillenmelidir. Sosyal mutabakat, bu sürecin omurgasını oluşturmalıdır. Aynı zamanda, toplumun tüm kesimlerinin sesi, bu süreçte yankılanmalıdır.
Kültürel ve Siyasi Haklara Dengeli Yaklaşım: Kürt meselesi, yalnızca güvenlik perspektifinden değil, kültürel, siyasi ve ekonomik haklar çerçevesinde ele alınmalıdır. Geçmiş mağduriyetlerin telafisi, bu sürecin vazgeçilmez unsurlarıdır. Ancak, talepler, Türkiye’nin birliğini ve bütünlüğünü tehdit edecek bir ayrılıkçı söyleme dönüşmemelidir. Büyük milletimizin bir parçası olan Kürt halkı, bu ülkenin eşit, onurlu ve ayrılmaz bir parçasıdır; bu gerçek hem devlet hem de toplum nezdinde biraz daha pekiştirilmelidir. Adalet, yalnızca hakların tanınmasıyla değil, aynı zamanda ortak bir millet ve ortak bir vatan bilinciyle sağlanabilir.
Güvenlik ve Egemenlik Hassasiyeti: Türkiye’nin güvenliği ve egemenliği, bu sürecin kırmızı çizgisidir. PKK’nın silah bırakması ve kendini feshetmesi, önemli bir başlangıçtır; ancak, bu sürecin sürdürülebilirliği, örgütün tamamen silahsızlanması ve Türkiye’ye yönelik herhangi bir tehdidin ortadan kalkmasıyla mümkündür. Güvenlik güçlerimizin duyarlılığı ve milletimizin birliği, bu sürecin temel dayanağıdır. Devletimiz, bu süreçte, hem vatandaşlarının güvenliğini garanti altına almalı hem de demokratik reformlarla toplumsal barışı pekiştirmelidir.
Uluslararası Topluma Çağrı: Bölgesel ve küresel aktörler, bu süreci desteklemeli, ancak Türkiye’nin iç işlerine müdahale etmekten kaçınmalıdır. Suriye’deki Kürt hareketleriyle ilgili gelişmeler, bu sürecin bölgesel boyutunu karmaşık hale getirebilir. ABD, AB, UK, Rusya ve diğer aktörler, Türkiye’nin egemenlik haklarına saygı göstererek, sürece yapıcı katkılar sunmalıdır. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin arabuluculuk rolü, bu bağlamda olumlu bir örnektir. Türkiye, bu süreçte, yalnızca kendi çıkarlarını değil, aynı zamanda bölgesel istikrarı ve küresel barışı destekleyen bir lider olarak hareket etmelidir.
Sivil Toplum, Medya ve Akademinin Rolü: Barış, sadece devlet ve siyasi aktörlerle değil, toplumun tüm kesimleriyle inşa edilir. Medya, kutuplaştırıcı değil, birleştirici bir dil kullanmalıdır. Sivil toplum kuruluşları, akademisyenler, sanatçılar ve kanaat önderleri, bu süreci desteklemek için aktif rol almalıdır. Toplumun her kesimi, bu tarihi fırsatı sahiplenmeli; barış, yalnızca elitlerin değil, halkın ortak iradesiyle kalıcı hale gelebilir.
Ekonomik Kalkınma ve Sosyal Adalet: Barış sürecinin başarısı, yalnızca siyasi reformlarla değil, ekonomik kalkınma ve sosyal adaletle de desteklenmelidir. Ülkemizin geri kalmış bölgelerine yönelik yatırımlar, iş imkanlarının artırılması, altyapı projeleri ve eğitim fırsatlarının genişletilmesi, barışın toplumsal tabanını güçlendirecektir. Bu, sadece Kürt halkı için değil, tüm Türkiye için bir refah artışı anlamına gelecektir.
Eleştiriler: Geçmişten Dersler, Geleceğe Uyarılar
Geçmişteki barış girişimlerinin, özellikle 2013-2015 Çözüm Süreci’nin çöküşü, bize kritik dersler sunmaktadır. Şeffaflık eksikliği, somut reformların hayata geçirilememesi, güven kaybı ve bölgesel gelişmelerin gölgesinde kalan süreç, başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Hem hükümet hem de PKK tarafı, zaman zaman stratejik çıkarlarını toplumsal barışın önüne koymuş; bu da kutuplaşmayı derinleştirmiştir. Bugün, aynı hataları tekrarlamamak için, tüm tarafların samimiyetle, şeffaflıkla ve ortak akılla hareket etmesi şarttır.
Yurtiçinde, bazı kesimlerin bu süreci bir “tasfiye” ya da “taktiksel manevra” olarak görmesi, sürece zarar verebilir. Bu tür söylemler, toplumda güvensizliği körüklemekte ve barışın toplumsal tabanını zayıflatmaktadır. Benzer şekilde, bazı uluslararası aktörlerin, bu süreci kendi jeopolitik çıkarları için kullanma eğilimi, dikkatle izlenmelidir. Barış, ne iç politikada bir güç konsolidasyonu aracı ne de uluslararası alanda bir pazarlık unsuru olmalıdır.
Kürt meselesinin yalnızca güvenlik eksenli ele alınması, geçmişte sorunun çözümsüz kalmasına neden olmuştur. Bugün, bu meseleyi, demokratik haklarve sosyal adalet perspektifinde ele almalıyız. Ancak, bu süreçte, hiçbir tarafın ne hükümetin ne de DEM’in diğerini “yenilmiş” gibi gösterme çabasına girmemesi gerektiğini vurgulamak isterim. Barış, bir tarafın zaferi değil, herkesin kazanımı olmalıdır. Ayrıca, bazı kesimlerin sürece yönelik aşırı şüpheci ya da dışlayıcı yaklaşımları, yapıcı diyalog zeminini zedeleyebilir. Bu nedenle, tüm tarafları sağduyuya, empatiye ve ortak geleceğe odaklanmaya davet ediyorum.
Öngörüler: Yeni Bir Türkiye, Yeni Bir Bölge, Yeni Bir Dünya
Bu barış süreci, doğru yönetilirse, yüksek bir vizyon ve diplomasi ustalığı ile ilerlettirilirse Türkiye’yi bir demokrasi, istikrar ve liderlik modeli haline getirebilir. Kürt meselesinin çözümü, yalnızca iç barışı güçlendirmekle kalmayacak, aynı zamanda Türkiye’yi Ortadoğu’da ve küresel arenada lider bir aktör haline getirecektir. Suriye’deki yeni yönetimle ilişkiler, SDF’nin pozisyonu, Irak’la iş birliği ve uluslararası aktörlerle diyalog, bu sürecin bölgesel ve küresel etkilerini şekillendirecektir. Türkiye, bu süreçte hem kendi çıkarlarını korumalı hem de bölgesel istikrarı ve küresel barışı destekleyici bir rol üstlenmelidir.
Ancak, riskler de mevcuttur. PKK’nın fesih kararının bazı kesimlerce “taktiksel” olarak görülmesi, güven sorununu yeniden canlandırabilir. Bu nedenle, sürecin şeffaf, kapsayıcı ve somut adımlarla ilerlemesi elzemdir. Toplumsal taleplerin karşılanması, sürecin sürdürülebilirliğini güçlendirecektir. Aynı zamanda, Türkiye’nin güvenliğine yönelik herhangi bir tehdit, kararlılıkla bertaraf edilmelidir.
Ekonomik kalkınma, bu sürecin başarısında kilit bir rol oynayacaktır. Yalnızca Güneydoğu Anadolu Bölgesi değil geri kalmış olan tüm bölgelerimize yönelik yatırımlar, sanayi, tarım ve eğitim projeleri, barışın toplumsal tabanını güçlendirecektir. Bu, Türkiye’nin sadece bölgesel değil, küresel bir ekonomik güç olarak yükselişini de destekleyecektir. Ayrıca, bu süreç, Türkiye’nin kültürel zenginliğini ve toplumsal çeşitliliğini birleştirici bir güç olarak küresel arenada sergileme fırsatı sunmaktadır.
Küresel ölçekte, bu süreç, Türkiye’nin yalnızca bir bölgesel güç değil, aynı zamanda evrensel değerlere dayalı bir lider ülke olma potansiyelini ortaya koyacaktır. Demokrasi, adalet ve barış vizyonuyla, Türkiye, Ortadoğu’dan Asya’ya, Afrika’dan Avrupa’ya uzanan bir ilham kaynağı olabilir.
Birlikte Güçlü, Birlikte Özgür, Birlikte Önder
Değerli milletimiz, bu tarihi süreç kişisel ve partisel çıkar ve beklentiler dahilinde değil yüksek akıl, gönül ve usta bir diplomasi ile Türkiye’nin çıkar ve menfaatleri baz alınarak sürdürüldüğü takdirde, Türkiye’nin birliğini, güvenliğini, demokratik olgunluğunu ve küresel liderliğini güçlendirme fırsatıdır. Ancak, bu fırsat, yalnızca cesaret, samimiyet, vizyon ve kolektif sorumlulukla değerlendirilebilir. Bizler, farklılıklarımızla zenginleşen, ortak bir tarih ve gelecekle birleşen bir milletiz. Kürt’ü, Laz’ı, Çerkez’i, Alevi’si, Sünni’si ile bu topraklar, hepimizin Büyük Türk Milletinin ortak vatanıdır. Bu barış süreci, sadece bir çatışmanın sonu değil, aynı zamanda yeni bir başlangıçtır; birliğin, adaletin ve refahın başlangıcı olmalıdır.
Tüm tarafları, bu süreci sahiplenmeye, geçmişin yaralarını sarmaya ve geleceği birlikte inşa etmeye davet ediyorum. Barış, bir hediye değil, bir sorumluluktur. Türkiye, bu sorumluluğu omuzlayarak, sadece kendi halkına değil, tüm dünyaya birliğin, adaletin ve barışın mümkün olduğunu gösterebilir. Güvenlikten ödün vermeden, demokrasiyi güçlendirerek, kültürel zenginliğimizi kucaklayarak ve küresel bir vizyonla hareket ederek, yeni bir Türkiye’yi, yeni bir bölgeyi ve yeni bir dünyayı hep birlikte inşa edebiliriz ve etmeliyiz.